Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

99 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
İyi edebiyatın bir gücü vardır. Orhan Pamuk romanlarında, Marquez’de, başka büyük romanlarda bu gücün bir biçimini görürüz: bir başka dünyanın mümkün olduğunu gösterir edebiyat bize, zihnimize darbe indirir. Başka bir evrene, başka bir yola, başka birilerine inandırır; yarattığı dünyaya bizi de esir almak ister. Roman yazarının da nihâi amacı bir bakıma budur. İyi roman yazmak zahmetli, iyi öykü yazmak ise zor bir iştir. İyi öykü -özellikle de bilimkurgudan uzak, hayata gerçek dokunuşlar yapan bir öyküyse- romanın darbe indirmek için uğraştığı zihinlerimizi bir anda paramparça edebilir. Yazar yüzümüze bir şeyler çarpar, üstümüze bir şeyler fırlatır. Afallarız, karşımızda sahici bir güç olduğunu düşünürüz. Açık bir pencereden başımızı uzatıp bir başkasının (yazarın) hayatını dikizlemek niyetindeyken içeride kendimiz olduğunu görür, kendimizi izleriz. Barış Bıçakçı bu kitabında bize kendimizi izletiyor. Yazarın son okuduğum iki kitabını, belki de roman olmaları fakat roman ile öykü arasında sürüncemede kaldıklarını hissetmiş olmam hasebiyle, çok fazla sevememiş olsam da bu kitaptaki öykülerin çoğunda yazarı kafamın içinde hissettim. Aynı hayatı yaşadığım bir insan karşıma geçmiş konuşuyor gibi, her şeyi o yazmış gibi, bildiğimiz, tanık olduğumuz şeyler üzerine sohbet ediyormuşuz gibi... Bu, aşılması zor, büyük bir güç. Çünkü çoğu kere, iyi edebiyat, kendinden başka şeylere, örneğin okurun o an içinde bulunduğu zihinsel ve ruhsal şartlara ve o âna dek yaşadığı hayata son derece bağlıdır. Yazar istediği kadar uğraş göstersin, okuru çekemeyebilir kendine, uygun frekansı sağlayamayabilir. Can Yücel’in dediği gibi, okur için “vakti saati değildir belki” henüz, belki de yazar becerememiştir. Edebiyat, Ahmet Erhan’ın dediği ve hayatta diğer her şeyde olduğu gibi, “çağını bekler”. Ben bu kitabı tam çağımda, tam vaktinde ve saatinde okumuş olduğumu hissettim ve bundan muazzam bir haz, müthiş bir keyif aldım. Eleştirilecek, üzerine konuşulacak, yorumlanacak yanlar yok mudur peki? Vardır elbette. Zaten itiraf etmeliyim ki kitabı okuma esnasında kafamda tasarladığım inceleme de bundan çok uzakta bir yerdeydi. İçerik üzerinden örneklendirmeler yapmayı, örneğin ilk öykünün tüm kitabın genelinden ne kadar kopuk ve ne kadar rahatsız edici (alışık olunmayan diyelim) bir girişe sahip olduğunu, kitabın kalanındaki her şeyle tezat oluşturduğunu söylemek, bunu eleştirmek ve yazarın bunu neden yapmış olabileceğine dair birkaç yorumda bulunmak niyetindeydim. Veya üçüncü öyküde, bütünlüğü resim yaparak arayan kadının bunu ne pahasına elde ettiğinin anlatıldığı kısmın, yıllar önce bir peçete kâğıdına yazdığım ve hâlâ çekmecemde duran, her çekmeceyi açışımda karşıma çıkan ve ihtimaldir ki bir Yunus Emre araştırmasından kalmış olan, “Hakikat, ona erişmek için ödediğimiz bedeldir,” cümlesiyle bağını yazacaktım muhtemelen. Bir başka öyküdeki sebebi bilinmez sıranın, ilkokulda sınıfça oynadığımız ve gene sebebi belli olmayan bir şekilde kuyruğa giren insanları, bu insanları kuyrukta gördükçe başkalarının da gelmesiyle uzadıkça uzayan kuyruğu anlatan bir tiyatro oyununu anımsattığından da bahsedebilirdim birkaç cümleyle. Aynı öyküde işlenmiş varlık sorununa, yaşamayı kendi varlığını hissetmenin bahanesi olarak gören insanlara ve yazarın ince bir şekilde araya sıkıştırdığı, insan olarak bizlerin tek varlık sebebimizin kendimiz dışındaki şeyleri tamamlamak olabileceği fikrine değinebilirdim. Sonra aynı varlık sorununa Camus’nün de benzer şekilde “Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız,” diye vurgu yaptığını söyleyebilir, “Barış Bıçakçı mutlaka bolca Camus okumuştur!” diye coşkulu varsayımlarda bulunabilirdim. Başka bir öyküde yazarın tekrar bütünlük kavramına değinişinden, bu defa herkesin iddia ettiği gibi âşık kişinin o aşk sayesinde bütünlüğe erişeceği fikrinin aksine bütünlüğün âşık olunan kişide var olduğunu, âşık olunan kişinin âşık gözünde mükemmel bir bütün olarak görüneceğini, aşkın belki de bütünlük arayışında böyle bir sanrı yaratarak gözümüzü boyadığını iddia edişinden söz edebilirdim. Velhasılıkelam, bu inceleme çok farklı olabilirdi. Fakat bunların hiçbiri olmadı. Nihayetinde her şey döndü dolaştı ve tıpkı bir Barış Bıçakçı öyküsü gibi oldu. Olması gerektiği gibi...
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
Doğum Lekesi Gibi Bir GülümsemeBarış Bıçakçı · İletişim Yayınları · 20211,815 okunma
··
3.546 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Burcu okurunun profil resmi
Çok güzel bir inceleme👌🏻
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.