Gönderi

Sermayenin Telkini ve Müslümanların Bigâneleşmesinin Hikayesi
dilhane.net/sermayenin-telk... İnsanoğlunun amellerinin neşet ettiği mevzî akıl süzgecinden geçmiş kalbî bir eylemden başkası değildir. Mücerred akılla meselelere yaklaştığı iddiasında olanlar ters tarafından kalbin ehemmiyetini ispatlamış olurlar. Herhangi bir meseleye dâir vereceğimiz kararın arka planında muhakkak akıl ve kalp birlikteliği vardır. Kalp şayet hâlisliğini muhafaza etmiş ise bürünülen vasıf muhlis, bu hâlisiyeti kaybetmiş yahut karartmış ise de münafıklık mevzubahistir. Kalbi kararmış olanların aldıkları kararlarda da esasen kalp asıl görevini yapmayı yitirmekle yine meselenin merkezindedir. Böyle bir tefrike gidildiği vakit gayri müslimlerin yaptıkları amelleri irca edeceğimiz yer müphem olarak gözükebilir. Şirke düşerek en büyük zulmü icrâ eden gayr-i müslim de amellerini icra ederken fıtratı ve ve bu fıtratının bozulmuş haliyle karşı karşıyadır. Köktenci bir tavra bürünmeden yaptığımız bu izahatta Müslüman olmakla şereflenmeyenlerin de yaptıkları amellerinde daima akıl ve kalp birlikteliğinde bulundukları, ancak her ne kadar kalp aklın yanında devreye girse dahî bu devreye girişin daima eksik olduğunu imâ etmeye çalışıyoruz. Ne zaman ki bahsolunan kalp insanı İslâm’a mütemayil kılarsa, artık kendi mevzisine döndüğünü ve eksik olarak çalışmaktan kurtulduğunu söyleyebiliriz. İslâm tefekküründe ihlasın ruh mesabesinde olduğu, ruhsuz ceset ne ise ihlassız amelin de aynı kapıya çıktığını biliyoruz. Ne yazık ki bilgimiz çoğu kez amele aksolmadığından münafıklık ve muhlislik sarkacında ekseriyetle den’i olan tarafa meyledebiliyoruz. Eşya ve hâdiseyi değerlendirirken de, sosyolojik bir takım tespitlerde bulunurken de akıl ve kalp birlikteliğinin inkârının cemiyetleri metâ olarak görmeye değin vardığını müşahade ediyoruz. Öyle ise Kapitalizm kıskacındaki Müslümanların küresel hegemonyayla sürgit devam eden imtihanlarını Müslüman oluşumuzdan mütevellit bu zâviyeden okumaya kalkmak hakkımız. Küreselleşen Dünyada Metâ Üzerinden Telkin İnsanoğlu içerisine doğduğu dünyada bebeklik çağından itibaren sürekli bir telkin hâlesinin içerisindedir. Anne babasıyla başlayan telkinler, içerisinde yetiştiği muhitte şeklini alır. Eşya ve hâdiseyi süzerken çok kez bu telkinle meselelere bakar. Yaşı kemâle erdikçe ise kendi muhitini arar ve kalbinin mutmain olması gayesiyle bir mevzîde temekkün eder. Müslümanlar olarak bizim içerisinde doğduğumuz dünya teknolojinin ilerleyişine merbut olarak küreselleşen bir muhit adeta. Amerika’da üretilen kültürün Anadolu’nun ücrâ bir kasabasında seyredilmesi ve seyredilerek evvela bu kültürün zihinlerde normalleşmesi, peşi sıra öykünmeye layık bir kültür olarak nakşolması işten bile değil. Yapılan telkinin izleyicinin gözünde direkt bir telkin olarak algılanmaması ve direnilmeye layık bir şey olmaması da bu kültürün hâkim kültür olarak cemiyette yer etmesinin fâillerinden. Elbette ki herhangi bir kültürün bir toprak parçası üzerinde hâkim hale gelmesi kolay iş değil. Birkaç kez muhatap olunarak meydana gelecek köklü bir tağayyür mevzubahis hiç değil. Ancak telkinlerin gidiş seyri belli bir seviyeye ulaştığı, özellikle bir sonraki nesil dünyaya geldiği, kadim olanla aradaki kopukluk hadde vardığı zaman bocalama devresi başlamış demektir. Nitekim 2000 sonrası dünyaya gelen neslin içerisine doğduğu dünyanın teknoloji ağıyla örülü ve örtülü olması dolayısıyla gençlikteki tesiriyle bu neslin evlatlarının nasıl bir hâlet-i ruhiye içinde olacakları meselesi büyük soru işareti. Her evde bulunan televizyon ile her elde bulunan telefonun internet vasıtasıyla ördüğü ağa maruz kalan “bireyler” farkında olmadan git gide kapitalist anlayışa râm olabilirler. Mazluma Bakışta Kendini İzhar Eden Tağayyür Cemiyetlerin yukarda bahsolunan akıl-kalp birlikteliğini nasıl icrâ ettiğini anlamak için ülkelerinin gündeminde olan ve kendilerini yakından ilgilendiren meselelere nasıl baktıklarına göz atmak bize bir ipucu verecektir. Hele hele bugün tepkilerin tamamen neredeyse sanal mecrâlar üzerinden inşa edildiği, sanal mahkemelerin kurulduğu, adalet arayıcılığının klavyeye hapsolduğu bir ortamda bu okuma çok daha kolay yapılacaktır. Bu türden bir cemiyetin hemen hemen ekserisini ilgilendiren sosyal - siyasi meselelere topyekûn verilen tepkiler ve bu tepkilerin birbiriyle etkileşimi hem birbirini besleyecek hem de çoğunluğun olduğu yerin meşrû kabul olunduğu modern dünyadan meşruiyet devşirilerek kâim olmaya devam edecektir. İnsanoğlu eşya ve hâdiseye kıymet biçerken sâbite olarak addettiği şeyin ölçülerinin nispetinde tepkilerinin fâilidir. Sâbite olarak addettiği şey ona merhameti mi yahut metâyı dolayısıyla materyalist bir anlayışı mı telkin ediyor? Bu sorunun cevabı sorunların açmazlaştığı yerde kilit olarak görev yapacaktır. Maddeye râm olmuş bir anlayışın insanoğluna bakışı menfaatinin de icap ettirdiği haliyle doğal olarak maddîdir. Yâni bu tepki akıl ve kalp birlikteliğinde aklın karartılarak icrâ edilmesinden ibarettir. Sözgelimi Müslüman olduğunu dil ile ikrar eden bir insanın Suriye’deki zulümden kaçıp gelerek ülkemize hicret eden insanlara “muhacir” demek yerine “mülteci” demeyi tercih etmesi bu anlayışın insantekleri üzerindeki tesirlerindendir. İnsanlar “Suriyeli”lere tahammül edemiyorlar çünki “Suriyeli”ler onların ekmeklerini ellerinden alıyor, ülke ekonomisinde faraza yer tutuyorlar. Zulüm görmeleri hususuna gelince de kendi suçlarının cezasını çekmekteler! Rahmet kanatlarınız altına alıp sahip çıkmanız gereken insanları yük olarak görmeniz kendi geçmişinizden koptuğunuz ve yönünüzü Batı’ya rapteddiğinizin bir bakıma ikrârıdır. Aynı zamanda bu tepkiler merkezde olan anlayışın metâ üzre kâim olduğunun da ilânıdır. Doğu Türkistan da Mazlum Ama… Meselenin atlanan, neredeyse makam sahipleri ve halkın ekserisinin göz ardı ettiği bir coğrafya var: Doğu Türkistan. Yıllardır süren zulümler, haddi aşan cinayetler, soykırımlar, iffet ve namusların târumar olması, boğuk bir sesle gökyüzüne salınan nidâlar. Evet, bunlar bizim yanıbaşımızda olan ancak ne gariptir ki ne “Türkçülük” davası güdenlerin ne de “Müslümanların hâmisi” olduğu imajını gerektiği vakitlerde ortaya sürenlerin gör(e)medikleri haykırışlar. Akıl ve kalp birlikteliğinde Doğu Türkistan’a karşı sergilenen tavırlarda kalbin gâipliği… Ve işin en acı tarafı bu gaiplikten bahsedenlere karşı da sağırlaşılma durumu… Bu “üç maymunu oynama” vasatında meselenin arka planına eğildiğimiz zaman zihinlerdeki hâkim anlayışın “siyasi ilişkiler” üzerinden şekillendiği izhar olmakta. Çin ve Amerika’nın kıyasıya rekabet ettiği ve artık “hâkimlerin” bu rekabette Çin tarafına geçtikleri bir mevzîde merhametten dem vurmak, bir zulmü duyurmaya kalkmak belki çeşitli odakları rahatsız edecektir. Ki elân bu meseleye bigâne kalınmasının en büyük müsebbibi bu odaklara karşı duyulan çekince olsa gerek. Başka türlü yedi düvelin duyduğu, Amerika’nın dahî açıktan bu meselede târizde bulunduğu bir ortamda asıl mercilerin sessizliğinin başka müsebbibi ne olabilir? Tanzimattan beri süregelen gâlibiyetin form üzerinden, birtakım aletler vasıtasıyla, metaya hapsolarak değerlendirilme hatası ne yazık ki 2021 Türkiye’sinde pek de değişmiş gözükmüyor. İnanırsanız üstün olan sizsiniz buyuran bir kitabın müntesiplerinin inancı değil küresel sermaye ve siyasi ilişkileri takdimleri ve bu kartları dönüp dolaşıp oynamaları Müslüman yürekleri yaralayıcı bir “gerçek”. Hulâsa Artık insanın dahî metalaştığı ve her şeyin tersyüz olduğu bir ortamda, adaletten, merhametten, inanılan kitabın gösterdiği yoldan dem vurmak, belki hiç de duyulmayacak boğuk çığlıklar atmak ehemmiyetsiz gözükebilir. Küfrün zirvesini yaşayacağı anda Müminlerin yardımına koşacak Mehdi aleyhisselam, Hz. İsâ’nın nüzulu mevzubahis olan bir yolda (ehl-i sünnet ve’l cemaat) tarihin bitiş noktasında da Allah’ın nusretinin var olduğu, günlerin insanlar arasında döndürülüp durduğu ve her insanın kendi ameline rehnolduğunu bilmek neyse ki yüreğimizi bir nebze soğutuyor. Neyse ki küresel sermayenin kartları arasında bir kart seçip oynama gayesinde değiliz. Çünkü bize sunulan kartların bir kumardan ibaret olduğunu bildiğimiz sürece, kart seçmek yerine oyunu bir an önce bitirmenin derdinde olmakla mükellef olduğumuzun şimdilik şuurundayız. Rabbimizden yöneticilerimize şecaat vermesini, öncelenen şeylerin Allah’ın kudreti dışında mülahaza edilmemesi şuurunu kazanmalarını dileyelim. Ama bu arada “dengeler” mazeretiyle de doğru olanı ve adâleti gerektiren amellerin söyleyicisi olmaktan çekinmeyelim. Unutmayalım; zaferle değil seferle mükellef olduğumuz dünya hayatında sa’y bizden tevfik O’ndan…
·
521 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.