BAŞKOMİSER MUZAFFER
"Korkaklar bahanelere sığınıp kaçar. Cesurlar kalır ve sonuna kadar savaşır. Cesur olmamayı seçip, korkak gibi susanlar da savaştım diyemez."
Bir resim düşünün, bankta yatan bir kız, harika bir göl manzarası ve burası bir park. Çok sıradan görülen bu tablonun seri katile ulaşmak için kullanılacak en büyük obje olması akıl almaz 3 cinayetin çözümü olacaktı.
Komiser Muzaffer deyim yerindeyse kural tanımaz bir polisti. Geçmişi yakasını asla bırakmamış olmasına rağmen o yeniden göreve dönmüştü ve ona ilk verilen vakayı araştırırken işin psikopat bir seri katile dayanmış olması hiç iyi olmadı. Böyle çetrefilli olayları çözmek onun işiydi ama bu vaka çok farklıydı.
İşler asla çorap söküğü gibi ilermedi. Ayrıntıyı görmek, ince detaylara kafa yormak gerekiyordu.
Muzaffer nasıl bir oyunun içine düşmüştü?
Sanat diye kamufle edilen şey gerçekten bu kadar psikopatlığın ta kendisi miydi?
Pınar neden onun yanına verilmişti ya da Muzaffer onun koruyusucu olarak mı seçilmişti yoksa?
Kafamda aslında daha bir çok soru işareti bırakan bu kitap psikolojik yönüyle de epey ağır basıyor. Sanki devamı gelecek gibi ucu açık bırakılan noktalar var.
......
Bazen düşünüyor insan, gördüğümüzü düşündüğümüz şey acaba aslıyla aynı mı diye?
Belki de değildir...
Avcıyı avlayamadığın anda kendin av olursun...