Gönderi

Oğuz Atay dan extantaneler
sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir robotum. uyuyakaldı. -- 6. papatyaları çok iyi hatırlıyordu. -- 7. turgut, içinde ifade edemediği tatlı bir duygunun varlığını duyarak direndi: "hayır, sen gene anlat selim, sen başka türlü söylersin." -- 8. "bizim için hüküm hep aynıdır. kısa bir hükümdür: beklediğimiz ve inanamadığımız bir hüküm. yalnız bizim için çıkarıldığını sandığımız, oysa sayısız kopyası olan ve ayrıntılara inmeyen bir hüküm. biraz para verilince, biraz tatlı davranınca yumuşayan ve gene de aslında hiç bir biçiminin bizim için önemi olmadığını bildiğimiz bir hüküm." turgut kendine acıyordu. -- 9. pencereye yaklaştı, perdeyi hafifçe aralayarak dışarı baktı: karşı evlerin turgut'a sırtını dönmüş arka cepheleri: çizgilerini yumuşatmayı bilememiş kütleler; çirkinliklerini rüyadan yeni uyanmış bir insana, sadece var olmalarıyla unutturan gerçek hacimler... turgut, bütün bunları o sırada mı düşündü, yoksa sonradan, o anı hatırladığı zaman, öyle düşündüğünü mü sandı? bilemedi: çünkü o zaman henüz olric yoktu. henüz durum bugünkü gibi açık ve seçik, bir bakıma da belirsiz değildi. bir cümle kaldı yalnız aklında: "güzel bir gün ve ben yaşıyorum." -- 10. yaşasın papatyalar, canım papatyalar. seviyorum sizleri. sizler ki bütün kış, toprağın altında, yalnız bizi düşünürsünüz ve ilkbaharda hemen seriliverirsiniz ayaklarımızın altına. canımlarïm benim. seviyorum sizleri insan kardeşlerim. durup dururken seviyorum işte. sevip duruyorum. kollarımı açıp bütün insanlığı kucaklıyorum. papatyalar gibi sizi koparıp göğsümde tutmak istiyorum. -- 11. can sıkıntısı, selim'in önemli bir derdiydi. -- 12. başkalarına söyleyecek bir sözüm olması için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiç bir sorunu çözemez. -- 13. kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur. -- 14. canım selim! nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için. -- 15. benim de hiç kimseyle olmak istemediğim anlar yok muydu? içimden ona hak verdim; kendime yükledim suçu her zaman olduğu gibi. -- 16. "piyano çalmayı çok isterdim" dedi donuk bir sesle. şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. bazen şiddetli bazen yavaş basardım onlara. kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? kelimeleri, daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var. -- 17. beklemesini bilmiyorum. masanın yanındaki aynaya takıldı gözü. orada zavallılığını gördü, "büyük ve güzel" şeylerin yokluğunu gördü yüzünde. -- 18. inanmıyorlar ki, elle tutulur deliller istiyorlar. yok canım, o kadar değil, diyorlar her zaman. ölmezsin, diyorlar. bu da geçer... olaylar haklı çıkarıyor onları çoğu zaman. milyonda bir de olsa yanılma, ağır ve elim yanılma sessizce belirince... milyonda bir için hayatı zehir etmeye değer mi? diyorlar onlar. onlar, biz, hepimiz... turgut ümitsizlikle başını salladı: "başka bir yol olmalıydı." dedi. "bir yol bulunmalıydı. insana bir fırsat verilmeliydi. bana, sana hiç olmazsa... bu çaresizliğe dayanamıyorum." -- 19.* "şu anda sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim." dedi: "gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda." -- 20. selim ışık yalnızlığa dayanamazdı. ilk bakışta yalnızlığın ve çevreyle uyuşmazlığın, yaşantısında önemli bir yer tuttuğu kolayca ileri sürülebilirdi. selim, bu yargıya da dayanamazdı. bütün dünya ona dargın olabilirdi; fakat bu aceleyle varılmış bir sonuçtu. kimse onun kadar çevresine yakınlık duyamazdı. -- 21. dünü, bugünü, yarını yalnızlığının dışında yaşamalıydı selim. -- 22. "onlar utansın sonuçtan" diye, kestirip attı. "hangi onlar selim?" dedim. "onlar işte." dedi. "onlar, canım. onlar, onlar, onlar." "öyle ya." dedim. "onlar, yani biz değil." "anlamadın," dedi birden kızarak ve oturdu, onları anlattı bana uzun uzun. ben de onları, açıklamaların uygun bir yerine ekledim. (aslında, her yer uygundu belki onlar için.) -- 23. * allahım onu neden yalnız bıraktın? neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? -- 24. çamur, çamur öylece kaldı. -- 25. şimdi yanımda olsaydın, bütün bu meseleleri tartışsaydık. birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında. ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. eteğimin ucundan bağlandım bu düzene. -- 26. bırak artık bunları. sen adam olmayacak mısın? olacağım: birden gerçeği bütün çıplaklığı ile göreceğim. matematik imtihanından önce de böyle olmuştum. asistan soruları yazdırdı. hiç birini bilmiyormuşum gibi geldi bana. sanki önceden hiç duymamışım. kağıda öyle bakıyorum. nereden başlayacağımı bilmiyorum: tereddütler içindeyim. kimse de yardım etmiyor. asistan başıma dikildi. benden iki satır fazla bilmenin gururu içinde. oysa gauss'un yanında o da benim gibi bir hiç. farkında değil. "ne yapıyorsun?" dedi. "düşünüyorum," dedim. "düşünmekte geç kaldın," dedi. "daha önce düşünecektin." sorulara bakıyorum, başım ağrıdan çatlıyor. bugünkü gibi. birden gördüm. gerçekten gördüm. gauss'un sezişinin yanında milyonda bir. ama gene de seziş. matematiksel seziş. tatlı bir duygudur. harfler, sayılar direnmeyi bırakır. -- 27. değişebilmek. kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor. barınamazsın o kovukta yabancı, diyor. tükürük bezleri, o küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya çalışıyor. boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. hepsi el birliği ile uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. dilin ucu parçalanıyor, boğaz kuruyor. amaç, canlının bütünlüğünü korumak, değişmesini önlemek. yeni olan her şeye isyan ediyor vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor. -- OĞUZ ATAY
·
402 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.