Ahmet Şerif İzgören'i, ilk defa katıldığım bir “iletişim semineri”nde tanıdım. Harika bir konuşma üslubu vardı ve konuşurken beden dilini çok iyi kullanıyordu. Semineri, katılımcıları anlattığı konulara ortak ederek veriyordu. Sorular soruyor, fıkralar ve anekdotlar anlatıyor, yaşanmış insan hikâyelerinden örnekler veriyordu. Seminer boyunca bazen güldürüyor, bazen hüzünlendiriyor, bazen de düşündürüyordu.
• • •
Seminerden sonra aklımda neler kaldı ve kendimi nasıl hissediyorum diye zihnimi şöyle bir yokladığımı hatırlıyorum. O gün kendimi tüy gibi hafiflemiş ve enerjiyle dolup taştığımı hissetmiştim. Hatta o gün “Acaba yalnız ben mi bu duyguları hissediyorum” diye arkadaşlarıma sormuştum, onlar da “Biz de aynı duyguları yaşadık” demişlerdi.
• • •
Seminer’den sonra İzgören’in bazı kitaplarını okumuş ve seminerlerindeki üslubunu aynen kitaplarında da kullandığını görmüştüm. Bilindiği gibi insan her zaman konuştuğu gibi yazamaz ve bunu başarabilen çok az yazar vardır. İzgören’in bunu başarmış önemli yazarlardan biri olduğunu düşünüyorum. Nitekim o, seminerlerinde olduğu gibi kitaplarında da sizinle adeta konuşuyor. Bu konuşma esnasında duygu ve düşüncelerinizi avucunun içerisine alıyor ve kitap bitene kadar da bırakmıyor.
• • •
Uzun bir aradan sonra “
Avcunuzdaki Kelebek”i okurken de aynı duygu ve düşünceleri tekrar yaşadığımı belirtmeliyim. İzgören, bugüne kadar yayınladığı kitaplarında etkili iletişimden beden diline, takım çalışmasına, yönetim ve organizasyona ve zaman yönetimine kadar birçok konuyu işliyor. Üç bölüm olarak tasarladığı bu kitabında ise temel olarak kendimizi nasıl keşfedebileceğimizi, hedeflerimizi nasıl belirleyebileceğimizi ve hedeflerimize giden yolda nasıl ilerleyebileceğimizi anlatıyor. Bunun için de kitap boyunca “Ben kimim? Ne yapmak istiyorum? Nereye ulaşmayı amaçlıyorum? Bunu nasıl yapabilirim? Niçin?” sorularına cevaplar arıyor.
• • •
İzgören bu sorulara cevap ararken, bizi hayata kendi çabalarımızın bağladığını dile getiriyor. Yaşamı değerli kılan şeyin ise belirlediğimiz amaçlarımızın olduğunu belirtiyor. O, gelecekle ilgili hayallerimizin zor günlerde bize yol gösterdiğini ve bizi ayakta tuttuğunu; sahip olduğumuz değerlerin ise hayatla ilgili kararlarımızı alırken yaşamımızı kolaylaştırdığını ifade ediyor. Bu uzun yolculukta insanı ayakta tutan en önemli özelliklerin ise sahip olunan kişiliğin, olumlu düşüncenin, üretkenliğin ve mücadele ruhunun olduğunu söylüyor.
• • •
Gerçekten de “
Avcunuzdaki Kelebek”, akıcı bir dile sahip, okurken yazar sizinle konuşuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Anlatılan fıkralar, anekdotlar ve yaşanmış hikâyeler sizi bir yandan güldürürken, bir yandan da düşündürüyor. Bu esnada kitabı ne zaman bitirdiğinizi fark edemiyorsunuz. Velhasıl, okurken insana kendini keşif yolculuğunda yardımcı olan, amaç ve hedeflerini belirlemede ışık tutan, yaşama bağlılığını ve umudunu artıran, mücadele azmini ve cesaretini güçlendiren bu eseri, tüm okura tavsiye ediyorum. İncelememe kitabın ruhunu yansıttığını düşündüğüm Şebnem Ferah’ın “Perdeler” albümündeki şu şarkı sözleriyle son veriyorum.
Öyle bir hayat yaşadım ki
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm hâlime
Sonra dedim ki: “Söz ver kendine”
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundandı anladım (s.84).
Yaşamı bir ömür boyu korkarak kıyısında geçirip, son demde, “Keşke biraz açılaydım” dememek için sürekli okuyup araştıranlara…
Keyifli okumalar dilerim!