Gönderi

Bir Öykü Denemesi vol.2
*** Birinci bölüm: #136750429 *** Apartmandan çıktığımızda mutluluk yokuşu hemen önümüzde kalıyordu. Bu yola ismini babam vermişti. Çok hoşuma gitmişti çünkü yokuşun sağında ve solunda renkli çiçekleri olan ağaçlar ayakta duruyordu. Zamanı geldiğinde kimisinde elma, kimisinde armut oluyordu. Fakat benim favorim olan ağaç kiraz ağacıydı. Her ne kadar onu yerken üstüm başım lekelendiği için büyüklerim bana kızsa da ben kiraza aşığım galiba. Hem bence onlara leke denmez, sevdiğim meyvenin bende bıraktığı minik izler onlar. Herkes sevdiğinden bir iz alsa mutlu olur bence. İşte bu mutluluk yokuşunun sonunda mutluluğun esas kaynağı olan dedemin evi vardı ve oraya gitmek beni her daim heyecanlandıran bir işti. Evde dedem hariç anneannem, dayım, en küçük teyzem ve bir de annemlerin kuzeni var; Erhan abim. Kendisi normalde İstanbul’da yaşıyor ama buraya üniversite okumak için geldi; öttü mü neymiş okulun adı. Ne komik bir isim. Ben en çok onunla, yani Erhan abimle anlaşıyorum. Beni koltuk altlarımdan tutup havaya atıp tutuyor ya, içimde korkuyla karışık bir heyecan oluşuyor ve kakır kakır gülüyorum. Neyse işte onların haricinde diğer iki teyzem ve çocukları da gelince ev cümbüşe dönüşüveriyor. Oyun, oyun ve oyun… Yemek, yemek ve yemek… Eğer çok yaramazlık yaparsak en son bağırış, bağırış ve bağırış… -Onuuuur bizi bekle. Arkamı dönünce annem ve ondan biraz uzaklaştığımı gördüm. Heyecandan olsa gerek. Sahi neden heyecan yapıyorsam artık bilmiyorum. Hemen her gün oradayız. Çocuk olduğum için mi acaba? Büyükler de böyle mi düşünüyor? Orasını şimdi düşünemeyeceğim. Ben sürekli aynı yere gitsem de orada sevdiklerim olduğu müddetçe mutlu oluyorum. Sonuçta sevdiklerim onlar. Yetmez mi? Yetmeli ve bana yetiyor. -Kaç defa dedim sana tek başına uzaklaşma diye. Araba çıkar, köpek çıkar. Dur bir dakika. Onlar hep var değil mi anne? Bak sokak boyu kaç tane köpek yatıyor, arabalar da duruyor her yerde. Nereden çıkabilirler ki koca koca şeyler? Acayip bir iş sahiden. -Tamam anne, tamam. Ben yürüdüm, annem yürüdü, oysa arabada yokuştan aşağı inmeyi bitirdik. Onun bulunduğu araba yol giderken hep ses çıkardı. Yerdeki taşlara mı yoksa önceden benim içinde olup oraya buraya götürüldüğüm arabaya mı suç atayım karar veremedim. Ama sanki ben içindeyken böyle sesler çıkarmıyordu araba. Hayır, zaten giydiklerimi alıyor, yetmezmiş gibi bir de araba mı aldı. Bu yüzden suç ne taşta ne arabada; suç onda. -Bip. Bip. Bip. Bip. Bip. Dıııııt. Evin önüne gelmiştik ve annem kapının kilidini açmak için zildeki tuşlara bastı. Bir tane yıldız, sonra bir, sonra dört, sonra beş, en son üç ve demir kapı açılır. Boyum yetişse ben de açarım kapıyı ama şimdilik sadece yıldıza basabiliyorum. O da ayaklarımın ucunda yükseldiğimde. İşte o anlarda dayım şişko parmaklarımla tuşlara uzanmaya çalıştığımı ne zaman görse gülüyor. Beni kaldırıp tuşlara basmam için yardım ediyor. Sonra ben de onunla birlikte gülüyorum. Yakın zamanda kendi başıma yapabileceğimi de söylüyor. -Şuradan şuraya geldik ama yoruldum cidden. Annem bebek arabasını katlamış ve kenara koymuştu. Kucağındaysa o vardı. Vücudunu saran örtü nedeniyle başı tam görünmüyordu ama dudaklarını seçebiliyordum. Gülüyordu. E tabi, ben de annemin kucağında olsam ben de gülerim. Kapıya kadar yedi tane merdiven var. O annemin kucağında çıktı, bense merdiven kenarındaki gri korkuluklara tutunarak çıktım. Ayrımcılık sayılır mı bu? Bilmiyorum. Kapıyı çaldık. Çok geçmeden içeriden ayak sesleri geldi. Kapı açıldığında karşımda Beril’i gördüm. Hemen arkasındaysa kardeşi Hakan’ı. Bu saatte burada ne işleri var ki? Tam bunu düşünürken burnuma taze börek kokusu çarptı ve kafamda şimşek çaktı. Amanlar olsun, bugün cumartesi ya! O yüzden kuzenlerim burada. Hemen ayakkabılarımı çıkardım ve içeri atladım. Annem ve o da girdi haliyle. -Onurlar gelmiş! Boğazını yırtarcasına bağırıp salondakilere haber veren Beril’di bu. Benden beş veya altı yaş büyüktü ama abla demiyordum ona. Buna bazen kızıyordu ama çok da takılmıyordu. -Hadi gel top oynayalım. -Dur şimdi dur, kudurma hemen. Elindeki küçük kırmızı topuyla teklifi yapan Hakan, hemen peşine uyarıda bulunup Hakan’ın hoplayıp zıplamasını durduransa anneannemdi. Haklı kadın, daha yemek yemedik. -Neredeymiş benim Serhat’ım. Oy oy oyy! Bu sefer konuşan küçük teyzem Hatice’ydi ve anlamını bilmediğim türlü sözcükler ve sesler çıkarıp onu annemin kucağından aldı. Üzerindeki örtüyü kaldırdı. Şapkasını da çıkarınca koca kafası ve keli göründü. Şimdi anneannem, annem ve kuzenlerim Hatice teyzemin kucağındaki ona bakıp bakıp gülüyorlar, onu nazlatıyorlardı. O ise bir tane bile diş olmayan ağzıyla onlara değil, bana bakıp gülüyordu. O gülüyordu! Serhat. Kardeşim. -İkinci Bölüm Sonu-
·
874 görüntüleme
Mert