Uysal Bir Kız - Tuhaf Bir Adamın RüyasıUysal Bir Kız
Dostoyevski’nin hikayelerini okumaya başladıktan sonra, bir yazarı tanımanın en iyi yollarından birinin, neden yazarın hikayelerinden geçtiğini anlamış oldum. Daha önceki Dostoyevski okumalarımda, onun dünyasına biraz biraz girdiğimi hissediyordum ama, hikayeleri okumaya başlamamla, pek de doğru bir yolda olmadığımı fark ettim.
Uysal Bir Kız hikayesi beni gerçekten çok etkiledi. Kaleminin gücünü ve çağdaşlarından neden farklı bir yazar oluğunu, bu uzun hikayesinde okura kanıtlıyor. Hikaye bize, hastalık hastası, sanrılı ve tutarsız bir rehincinin karısının ölümünün hemen ardından zihninden geçenleri bir film sahnesi gibi aktarıyor.
İnsanlardan nefret eden ve onlardan intikam almak için bu mesleği seçen rehinci, bir gün dükkanına gelen çocuk yaştaki bir mürebbiyeye saplantılı bir şekilde “aşık” olur. Aynı zamanda onu içten içe küçümser, kimi zamanda bunu kıza belli eder. Kendini, kızı acınası ve sevgisiz hayatından kurtaracak bir soylu olarak tanımlar; fakat, büyük bir ihtimalle, rehinci de hiç sevilmemiştir. Rehincinin, kız hakkındaki eril ve aşağılayıcı düşünceleri sinir bozsa da kızın da kendi için kötülerin kötüsünü seçmiş olduğunu öğrenmek aralarındaki ilişkinin türünü ortaya koyuyor. Büyük bir olasılıkla, yaşamları boyunca hiç mutlu olamamış bu iki insan, mutlu bir dünyada yaşamaktan korkmuş ve hayatı birbirlerine dar ederler. Rehincinin, kız üzerinde sürekli kurmaya çalıştığı üstünlük üzerine aralarında çıkan “düello”, ilişkiyi bir sevgi-nefret döngüsüne sokar ve ölümle sonuçlanacak büyük bir buhranla son bulur.
Dostoyevski bu hikayeyi çağdaşları gibi gerçekçiliği temel alarak sıradanlığın etrafında dolaşsa da farkını, tipik gerçekçi bir dünyaya toplumun uçlardaki kişiliklerini ekleyip sıra dışılığın peşinde koşarak ortaya koyuyor ve kendinden sonra gelecek olan modernist yazarlara bir kapı aralıyor.
--
Tuhaf Bir Adamın Rüyası
Bu hikayeyle ilgili yazmaya nereden başlasam bilemedim çünkü üzerine düşünecek çok fazla şey çağrıştırdı okumayı bitirdiğimde.
Yine, Rusya’nın varoşlarında acı ve yoksulluk içinde yaşayan bir insan olarak bakıyoruz Dostoyevski’nin dünyasına. Kahraman intiharın eşiğinde çünkü yaşadığı dünyadaki hiçbir şeyin anlamı yok; ne kimse onu anlıyor, ne o kimseyi. Anlamaya da çalışmıyor zaten. İşin ilginç tarafı, bu intihar bir türlü gerçekleşemiyor fakat kahraman işi bitirmeye karar verdiğinde karşılaştığı küçük kız, bir rüyanın fitilini ateşleyip kahramanın kendine ve diğer “normal” insanlara bakışını değiştiriyor.
Rüyanın bence en dikkat çeken yönlerinden biri gerçekten çok uzun ve detaylı olması. Gördüğümüz bir rüyayı bu kadar detaylı bir şekilde hatırlayabilmemiz mümkün mü? Kahraman gördüklerine görmek istediklerini de katarak anlatıyor olabilir mi ya da hatırlayamadığı boşlukları bilinçsizce dolduruyor olabilir mi? Birçoğumuz rüyalarımızın ayrıntılarını hatırlamakta zorlanırız fakat uyandırdığı duyguları çok keskin bir şekilde hatırlayabiliriz. Dostoyevski de bunu deneyimlemiş olacak ki rüyaların akıl yerine arzu ve yürekten beslendiğini ve akıl ile açıklanamayacak farklı bir gerçeklik içinde olduğumuzu düşünüyor.
Dostoyevski’ye göre aslında tüm insanlar “iyi” olarak doğar, sonradan “kötü” olurlar ve işledikleri günahların bedelini acı çekerek ödeyip iyiye/cennete kavuşurlar. Yazar, açık seçik vermese de okuyucuya, kahramanın zamanında bir suç işlediğini düşündürüyor. Kahraman rüyası vasıtasıyla bu suçuyla yüzleşiyor ve intihardan vazgeçip yaşama (cennete) katılmaya karar veriyor. Rüyasında gördüğü o cenneti “gerçek” dünyadaki herkese anlatmaya karar veren kahraman asıl Şeytanın kendisi oluğunu, yani kimsenin ne saf kötü ne saf iyi olduğunu, unutuyor.