Gönderi

264 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
İçimizdeki zavallılığın ortaya çıkmasının yarattığı derin acı
Çek yazar Milan Kundera’nın 1979 yılında Fransa’da sürgündeyken yayınladığı “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”, ülkesinin politik durumu ve sürgün hayatı nedeniyle bunalan yazarın karmakarışık düşünceleri ve hislerinin ironik, hatta absürd bir karışımı. Birbirinden bağımsız gibi görünen, ancak ufak tefek de olsa ortaklıklar barındıran 7 öyküden oluşan kitap, roman olarak sınıflanabilir mi, emin değilim. Nitekim Kundera da bu sıkıntının farkında olacak ki, eserini şöyle tanımlamış : “Bu kitap, çeşitleme biçiminde bir romandır. Çeşitli bölümleri, bir temanın, bir düşüncenin, sonsuz; büyüklükler içinde kapsamı benim için kaybolmuş bulunan, eşi benzeri olmayan tek bir durumun içine götüren bir yolculuğun değişik durakları gibi birbirini izler.” Bu “çeşitleme” tanımı bile yeterince açıklayıcı gelmiyor, değil mi? İşte Kundera’nın kitabındaki genel hava da bu. Yazarın yıllar boyunca içinde biriktirdikleri bu kitabında birer birer süzülüyor dışarıya; ancak komünist rejimler altında yaşayan yazarlarda sıklıkla gördüğümüz gibi, kelimeye döktüklerinin üstünde bir tül perdesi asılı kalıyor; biz o perdenin arkasındakileri hissedebiliyoruz, tahmin de edebiliyoruz, ancak açıkça göremiyoruz. Komünist rejimlerin tehlikelerine karşı bir savunma mekanizması olarak tanımlayabileceğimiz bu “yazar refleksi” Kundera’da kendini, kimi sembollerin yoğun kullanımı ile (cinsellik, aşk, aldatma, müzik, kahkaha gibi) gösteriyor. Kundera’nın bu yolculuğunu adlandırabilmek için bence öncelikle, kısaca Çeklerin yakın tarihine bakmakta yarar var: İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından işgal edilen ve büyük acılarla boğuşan -o dönemki adı ile- Çekoslovakya, savaş sonrası, tüm diğer Doğu Avrupa ülkeleri için olduğu gibi, müttefiklerce Rusya’nın hakimiyetine teslim edilir. Rusların işbirlikçi gölge hükümetler vasıtasıyla yürüttükleri ve Stalin’in komünist rejiminin demir yumruğunu tüm Doğu Avrupa’ya hunharca indiren bu yönetim, sayısız iç isyanla ve protestolarla karşılaşsa da, Glastnost’u takip eden 1989 yılındaki “Kadife Devrim”e kadar, 41 yıl boyunca ülkeyi totaliter komünizm ile yönetir. Bu dönemde rejim karşıtı olan -ya da ihbar mekanizması sayesinde olduğu sanılan- sayısız insan idam edilir, hapislerde çürütülür, işlerinden edilir, ülkeden kaçmak zorunda bırakılır ve vatandaşlıktan çıkarılır. 1929 doğumlu Kundera, Çek tarihinin bu çalkantılı döneminin tam ortasında yer alır. Savaş öncesi demokratik Çek Cumhuriyeti hakkında hiç bilgisi olmayan kuşağa aittir o, bu nedenle gençlik dönemi ideolojileri 2. Dünya Savaşı’ndan ve Alman işgalinden etkilenmiştir. Çoğu akranı gibi 1948 yılında, 21 yaşındayken, Komünist Parti’ye katılır. 1950’de “parti karşıtı faaliyetleri” nedeniyle partiden ihraç edilir, 1956 yılında tekrar partiye kabul edilir, ancak 1970 yılında ikinci kez ihraç edilir. Kundera ve arkadaşlarının reformist faaliyetleri partiyi tedirgin etmektedir; yazarın ilk romanı “Şaka” 1967 yılında yayınlandıktan kısa süre sonra toplatılır ve yasaklanır, Kundera uzun süre işsiz kalır ve sürekli takip edilir, bu sarmaldan çıkamayacağını anladığında 1975 yılında Fransa’ya iltica eder, 1979 yılında da Çekoslavakya vatandaşlığından çıkarılır. Yazar yenilerde, 2019 yılında, ülkesinin vatandaşlığına tekrar kabul edilir. Çok acıklıdır yaşananlar… Kundera inandığı tüm değerlerin birer birer yıkıldığını izler. Desteklediği rejim kendi evlatlarını yemeye başlamıştır, ihbar mekanizması en yakınlarına kadar uzanır, sürekli tedirginlik ve korku insanları değiştirir, kendileri olmaktan çıkarır. Toplum gittikçe içine kapanır, sessizleşir; birbirine benzeyen ve birbiri gibi davranan, yüzeysel konular dışında hiçbir şey ile ilgilenmeyen, uzak duran ve gülmeyi unutan bir insan yığını haline dönüşür. İşte bu roman, Avrupa’nın içinde yaşanan bu facianın sessiz çığlığıdır. Kundera’nın kelimeleri ile bu, “gülüş ve unutuş üzerine, unutuş ve Prag üzerine, Prag ve melekleri üzerine yazılmış” bir romandır. “Kayıp mektuplar” adlı hikayelerde kahramanını parti ile özdeşleştirir Kundera; çok sevmiştir onu ama şimdi görmek dahi istemez; partisinin eski elemanlarına yaptığı gibi o da o eski günlerini atıp çıkarmak ister hayatından. “Melekler” el ele tutuşup dans ederken halkadan çıkanların acı sonunu gösterir; asılan, tutuklanan, yasaklanan insanlar varken kalanlar zorlama bir gülüşle, halkayı bozmadan danslarına devam ederler. Babasından gelen müthiş bir müzik bilgisiyle harmanlayarak toplumun ruh durumunu notalar üzerinden yansıtır Kundera ve yaratılan tek sesliliğe lanet okur; “Birgün bir büyük adam, bin yıl içinde müzik dilinin tükendiğini ve sürekli olarak aynı mesajı gevelemekten başka şey yapamadığını farketti. Devrimci bir kararnameyle sesler arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldırdı ve bütün sesleri eşdeğerli kıldı.”. “Litost” ile Çek aydınlarının içlerindeki o tarif edilmez acıyı, aşağılanma duygusunu, çaresizlikten kaynaklı ızdırabı tanımlar; “Litost, içimizdeki zavallılığın birden ortaya çıkmasından doğan acılı bir durumdur.” Duygularını okuyucuları ile paylaşır Kundera. Bunu ne kadar başarılı yapmıştır, bence tartışılır. Sembolik anlatımı çoğu kez konuyu çok derinlerde sakladığından okuyucuya ulaşabilmiş midir, emin değilim. Kimi hikayelerinde konudan koptuğumu ve o sembollerini anlayacağım diye yorulduğumu ifade etmeliyim. Bir de Kundera’nın dillere destan cesur (!) cinselliği var tabii işin içinde; acaba ahlaksızlığa, sevgisizliğe gönderme mi yapıyor, yoksa kendi fantezilerini ya da yaşanmışlıklarını mı paylaşıyor, bize felsefi bir mesaj mı vermek istiyor yoksa tüm sınırları mı yakıyor, hiç bir zaman emin olamadım. Batı dünyasındaki ününü güçlü kaleminden çok komünizme karşı duruşu, iğneleyici ve sansürsüz dili ile kazandığını düşündüğüm bir yazar Kundera. Beğeniyorum kendisini ama öyle aman aman başarılı da bulmuyorum. Yine de kesin bir karara varmak için diğer eserlerini de okumam gerek. Buraya kadar yazdıklarım ilginizi çekti ise belki bir şans verebilirsiniz.
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı
Gülüşün ve Unutuşun KitabıMilan Kundera · Can Yayınları · 20151,107 okunma
··
2.220 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Ne kadar özenli yazmışsınız. Verdiğiniz bilgiler ve izlenimlerinizi aktarış biçiminiz ile çok keyifli bir incelemeydi. Özellikle yazarı seven benim gibi okurlar için. Ben bu eseri
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
'den sonra okumuştum, bu yüzden kopmaları daha az yaşadım sanırım. Devam etmek isterseniz
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
'ni öneririm.
AkilliBidik okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"ni de okudum, ama yıllar geçti üzerinden; o zamanki beğenilerim de değişti. Tekrar okuyabilirim o yüzden...
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.