Gönderi

·
Puan vermedi
·
Beğendi
Yaylalıer’in Kaleminden Amerika
Amerika… En iyiyle en kötünün yan yana yaşadığı, yaşandığı büyük çelişkiler ülkesi. Bir yanda dünyanın en gözde üniversiteleri, kültür merkezleri, sanat galerileri, hastaneler, teknoloji üsleri, spor salonları, parklar, bahçeler… Bir yanda sokakları mesken edinmiş evsizler, adaletsiz gelir dağılımı, ağzına kadar dolu hapishaneler, uyuşturucu madde kullanımının yaygınlığı, çeteler, soygunlar… İki ayrı dünyanın, iki ayrı zamanın, şatafatın ve sefaletin ülkesi… Bir “Amerikan Rüyası”… Çok çalışmanın, para kazanmanın, başarının kutsandığı… Müreffeh, ileri, hep ilerde, gelişmiş, genişlemiş bir “Amerikan Rüyası”. Bol şans, bol kazanç… Upuzun demokratik hayaller, insan hakları söylevleri… Neonlar, çılgınca eğlenceler, dev motorlu arabalar, gökdelenler, yüksek duvarlı malikâneler… Kısacası: Kazanmak, kazanmak, kazanmak, sonsuzca… Obeziteler, açlar, açıkta kalanlar, mağluplar, kaybetmişler, kaybolmuşlar, sefaletler, yoksulluklar, yoksunluklar… Bir “Amerikan Kâbusu”… Kısacası: Kaybetmek, kaybetmek, kaybetmek sonsuzca… En çok kazananların ve en çok kaybedenlerin ülkesi… Bütün zıtlıkları, paradoksları görebileceğiniz, ha yıkıldı ha yıkılacak derken her krizden çıkmasını bilen bir Amerika… Materyalistin de ateistin de en koyu dindarın da en derin ruhçunun da, en modern yaşayanların da Amişler’in de ülkesi… Siyahların gettolarında fakirlik ve eğitimsizlik gibi dev sorunlar kol gezerken zenginlerin uzay gezileri yaptığı ülke…. “Amerika & İnceleme-Gözlem-Yorum” Dinç Yaylalıer’in kitabı. İşte bu zıtlıkların, çelişkilerin yaşandığı Amerika’yı anlatıyor. Sadece anlatmıyor, çözümlüyor, tartışıyor, tartıştırıyor… Yüksek lisans ve doktora eğitimi için Amerika’ya giden Yaylalıer’in iki ayrı yüksek lisans ve bir doktora derecesi bulunuyor. Bu dereceler: 1984 yılında Southern Methodist Üniversitesi’nde Master of Liberal Arts ve 1987 yılında Purdue Üniversitesi’nden İkinci master. 1997 yılında Utah Üniversitesi’nde Tarih alanında doktora… Amerika’ya eğitim dışında da sürekli gidip gelmiş; Orada yaşayan bir çok insanla yakın dostluklar kurmuş ve ülkenin çeşitli yerlerinde kalarak Amerika’yı farklı açılardan görme, değerlendirme fırsatını bulmuş. Amerika’da profesörlerden, yaşam koçlarından, göçmenlerden, Mormonlar’dan her kesimden insanla diyalog kurmuş. Amerika’nın siyahlara karşı tutumu ve gelişmekte olan ülkelere karşı tavrı, Ortadoğu’daki savaşların körüklenmesindeki etkisi ya da dünya kamuoyunca dünya jandarmalığına soyunduğunun düşünülmesi kötü bir Amerikan imajı oluşturuyor. Kızılderililerin durumları ha keza. Bütün bu olumsuzluklar zaman içinde asgariye indiriliyor. Devlet kapitalistlerin insafına bırakılan ekonomik alanda kendini işçiden yana hissettirerek dengeyi kuruyor. Yaylalıer’in kitabı gayet kolay okunan, okuyucuyu sıkmayan bir üslupla kaleme alınmış. Sıkıcı, boğucu, okuyucuyu usandırıcı bir dil kullanılmamış. Akademik, siyasi mevzular bile bir sohbet havasında değerlendirildiği için zorlanmadan anlaşılabiliyor. Kitabı bir gezi kitabı olarak da okuyabiliriz. Yazar, Amerika’yı anlatırken tarafsız ve objektif bir tavır takınıyor. Okuyucuya var olanı gösterdikten, ortaya koyduktan sonra yorumlarını dile getiriyor. Bir çok konuda tanıdığı Amerikan vatandaşlarının fikirlerine de yer veriyor. Tek taraflı bir bakış açısı yok. Kitabı okurken Yaylalıer’in iyi bir gözlemci olduğu anlaşılıyor. Yaşadıklarını, iletişim kurduğu insanları, Amerika’nın farklı çevrelerini iyi gözlemlemiş. Üniversitelerde, otellerde, apartmanlarda, yurtlarda tanıştığı insanları okudukça Amerika’nın bize anlatılmayan yüzüyle de karşılaşıyoruz. Oradaki insanların da sıkıntıları, beklentileri, hayal kırıklıkları, aşkları, ayrılıkları, korkuları, sevinçleri, mutlulukları… hepsine tanık oluyoruz. Yazar insanlarla sıcak ilişkiler kurabilmeyi biliyor. Samimi ve içten davranışlarına aynı şekilde karşılık bulabiliyor. Sadece siyasetin, politikanın sert, soğuk dünyasından bakmayan sıcak insan hikâyeleri… Amerika kitabı 34 başlık altında hepimizin merak ettiği bir çok noktayı ele alıyor. Amerika’nın Kimliği, Amerika’da Kabuk Değişimi, Göçmen Konusu, Kazananlar-Kaybedenler, Diğer Amerika, Rock and Roll, Mormonlar, Bilim İnsanları Nasıl Yetişiyor?, İmaj Konusu ve Amerika’da Lobileşme, Amerika’da Yüksek Lisans ve Doktora, Uyuşturucu Madde ve Alkol Üzerine, Afro-Amerikalılar, CIA Hakkında, Ana Hatları ile Amerikan Dış Politikasının Esasları, Amerikan Pragmatizmi ve İki Felsefeci, Neden Yapmıyoruz?, Diplomasız Girişimci, Türk-Amerikan İlişkilerinde En Kritik Dönem Hangisidir?, Büyük Felaket… bu başlıklardan. Yaylalıer Amerikan’ın Kimliği adlı makalesinde şunlar yazılı: “18. yüzyılda İngiliz sömürgeciliğine son verilmesinden sonra Amerika’daki temel sorun, değişik eyaletlerin bir arada nasıl tutulup ülke bütünlüğünün sağlanabileceğiydi. 1784’te Amerikan anayasasının mimarları Thomas Jefferson, James Madison, Benjamin Franklin, Thomas Pain, George Washington, Alexander Hamilton, Philadelphia eyaletinde bu ana sorunu tartışırken ülkenin toplum yapısı günümüzde olduğu gibi çoğulcu değildi. Örneğin, o günlerde sanayileşmenin neticesi olan çetin emek-sermaye çatışması henüz ortaya çıkmamıştı. 1960’larda olduğu gibi toplum İnsan Hakları Hareketi ile çalkalanmıyordu. Yeni Dünya Anglosakson kökenli vatandaşların elinde yönetilirken, özellikle Güney eyaletlerinde kölelik kurumu varlığını korumaktaydı. O dönemin değer ölçülerine göre Amerikan kimliği şöyle tarif edilebilirdi: Protestan kilisesine bağlı, Anglosakson, İngilizce konuşan, genellikle ticaret veya çiftçilik yapan ya da devlet bürokrasisinde çalışan, anayasaya sadık, siyahların emeğini kullanan, toplumda kadının yerinin ev olduğuna inanan bol çocuklu beyaz adam.” Bu tanım toplumun klasik yapısının değişmesiyle birlikte geçerliliğini yitirmeye başlıyor. Kuruluş döneminde ülkeye gelen göçmenler ucuz emeğe ihtiyacı karşıladılar ama Amerikan kimliğini oluşturan unsurlar onları kapsayamadı. Göçmenlerin çoğu dil bilmiyordu, inançları farklıydı. Kendi mahallelerinde yaşadılar. İş gücünü karşıladıkları için fazla sorun oluşmadı. Sonraki kuşaklar Amerikan kültürü içinde erimeye başladılar. Bilim insanı, uzman, işadamı, senatör, vali, belediye başkanı, devlet başkanı bile oldular. İlk zamanlardan bu tarafa açık toplum yapısı, demokratik anlayış, zekaya ve çalışmaya verilen değer farklı grupları bir arada tuttu. Genel anlamda gidişattan rahatsızlık duyanlar bile tepkilerini sağlam bir işleyişe kavuşan toplum yapısı dolayısıyla sistemi tehdit edici bir boyuta taşımadılar. Amerika’nın insanlara özgür teşebbüs imkânı sağladığı dönemlerde ne İngiltere de ne Fransa da böyle bir rahat ortam yoktu. Bu da Amerika’yı hem sermaye hem beyin noktasında güçlendirdi. Yaylalıer şu tespitleri yazarak Amerikan toplumunun siyasete bakışını yansıtıyor: “…..Newsweek’in kamuoyu yoklamasına göre, beyaz Amerikalıların %38’i yeni göçmenlerin ülkeyi güçlendirdiğine inanırken, %53’ü buna inanmıyor. Bu yüzde içinde yer alan herkesin bu hassas konuyu istismar eden ırkçı grupların tesiri altına girdiğini zannet-meyin. Bugün, milli kimliğini fanatik örgütlerde arayan Amerikalıların sayısı genel nüfus içinde %1’den daha az. Amerika’da bir gerçek var: Büyük çoğunluk genel seçimlerin dışında aktif olarak politik tartışmalara katılmıyor. Eski başkanlardan Richard Nixon, bu grubu “sessiz çoğunluk” olarak nitelemişti. Toplumsal olaylara ilgi duyan Amerikalılar ise muhafazakâr ve liberal olarak iki ana gruba ayrılarak, dahil oldukları sivil toplum kuruluşları ve partileriyle Washington’ın politikasını etkilemeye çalışıyorlar. Her iki kesimin de gerçek değerleri temsil ettiğini söylediği bir ortamda Amerikalının kimliğini tanımlamak daha da zorlaşmakta.” Kitabı okurken Amerikan dış politikasının, ekonomik anlayışının, Başka ülkelere müdahalesinin hem üniversitelerde hem de toplumda çok tartışıldığını görüyoruz. Özellikle Vietnam yenilgisi çokça tartışılıyor. Soğuk savaş dönemi ilişkiler, dış müdahaleler bütün derinliğiyle ve farklı bakış açılarıyla gündeme getiriliyor. işte bu noktada Amerikan siyaseti farklı ideolojik gruplarca çok sert tartışılabiliyor ama ülke menfaatleri gündeme geldiğinde herkes aynı safta yer alabiliyor. Burada Amerikan dış siyasetinin kendini Sovyetleri merkeze alarak dizayn ettiğini anlıyoruz. Vietnam’da Küba’da mevcut yönetime isyan edenlerin Sovyetler tarafından desteklendiği düşünülüyor ve bu grupların halk desteğini aldıkları gözden kaçırılarak mevcut yönetimler destekleniyor. halk desteğinden mahrum yönetimler bir süre sonra yıkılıyor. Fidel Castro ve Mao ilk önce destek için ABD’nin kapısını çalıyor ama destek bulamıyorlar. sonra Sovyetlere yakınlaşıyorlar. Dinç Yaylalıer’in ekonomi, tarih ve uluslararası ilişkiler bölümlerinde akademik eğitim almış olması gözlem ve yorumlarının isabetli olmasında etkili. Amerika’yı daha uzun süre yaşatacak olgulardan birkaçı: “Bugün Amerika’da hâkim olan genel inanca göre, bu ekonomide iş bulmak bireyin kendi sorumluluğunda. Şirketler bünyelerine çok iyi eğitimli, dinamik ve yaratıcı beyinleri katıyor. Bu ortamda birey kendisini disipline edecek, iyi eğitim alıp iş kovalayacak. Bu süreçte devletin görevi ekonomide makro dengeleri korumak, öğrenciler için düşük faizli eğitim kredilerini ve devlet üniversitelerinde bursların artırılmasına katkıda bulunmak olabilir, ama vatandaşa iş bulmada verdiği bir garanti yok. Amerika’da gelir dağılımındaki eşitsizlik toplumun aktif kesimlerinde yoğun olarak tartışılıyor. Ancak ekonomi makro seviyede üretken olduğu ve nüfusun büyük çoğunluğu fakirlik çizgisinin üzerinde yaşadığı için bu konuda radikal bir değişiklik olmayacak.” Evet, kitap birbirinden değerli gözlem ve bilgiler içeriyor. Siyahların köle olarak başladıkları ve zorluklarla ilerleyen hayatları, ırkçı saldırılar, Ku Klux Klan örgütü, Elijah Muhammed ve Malcolm X, Martin Luther King, uyuşturucu batağına düşen insanlar, Amerikan başkanlık seçimleri, Reagan, Bush, Clinton, Trump, Obama, Amerikan siyasetini etkileyen lobiler yazarın mercek altına aldığı konulardan. “Türk-Amerikan İlişkilerinde En Kritik Dönem Hangisidir?” adlı bölümde Amerikan dış politikasına zaman zaman hâkim olan Türkiye karşıtlığı ele alınıyor. bu olguyu ortaya çıkaran sebepler tartışılıyor. Aynı zamanda biz neler yapabiliriz sorusuna cevap aranıyor. “Büyük Felaket” makalesinde ise in konusu, Ocak 2020’de Çin’de patlak veren ve bütün dünyayı etkisi altına alan koronavirüsün (Covid- 19) bir süper gücü, Amerika’yı çaresiz bırakması, Amerika’nın vaka sayısı ve ölüm oranı ile dünya rekortmeni olması ve bunun 2020 Amerikan seçimlerine etkisi ele alınıyor. Kitapta en dikkat çeken noktalardan biri de Amerika Yeni Dünya’da radikal bir düzen değişimine uğrar mı sorusuna yanıt ararken ortaya çıkıyor. Özellikle Amerikan sistemin muhalif olanlar Amerika’nın yıkılacağını, batacağını sürekli dillendiriyorlar. Yazar ise ufukta Amerika’nın batacağı, yok olacağı gibi bir durumun gözükmediğini belirtiyor. Ben kitabı okuduktan sonra bir çok şeyi yeniden düşünmeye başladım. Amerika’yı kapitalist, zorba, materyalist, maddeye tapan, hedonist, insanlara zulmeden bir korkunç yaratık gibi düşünürdük. gerçi böyle düşünmede haklı taraflarımızda olabilir. Evet Amerika kapitalist ama biz neyiz? Bence biz vahşi kapitalistiz. kurumsallaşamamış, rasyonel kurumlar oluşturamamış istismarcı dolu bir toplumuz. Emeğin değeri yok, çalışmanın değeri yok… evet Amerika’da evsizler, aç insanlar var. Bizde yok mu? hem de fazlasıyla var. çöplerden ekmek toplayanlar, yatağa aç girenler… Daha bir çok alanda ne yazık ki ABD’nin standartlarına ulaşmamız çok zor. Dürüst değiliz, hile hurdayla yürüyor işimiz… Ne iş ahlakımız var ne sosyal ilişkilerimizde bir düzen… Amerika nasıl Amerika oldu? Hangi dinamikler Amerika’yı büyüttü? Çelişkiler ülkesi Amerika süper güç olma statüsünü nasıl devam ettiriyor? Süper güç olma sona erecek mi? gibi sorulara teori/pratik bütünlüğü açısından cevap arayanlar “Amerika & İnceleme-Gözlem-Yorum” okusun. Yazımızı Dinç Yaylalıer’in Utah Üniversitesi’nde hocası olan Prof. Dr. James Kelly’in (Utah Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü/Türk Dili ve Edebiyatı Emekli Öğretim Üyesi) yorumuyla sonlandıralım: “Amerika’yı doğru ve yanlışlarıyla bir bütün olarak anlayabilmek için bu kitap okunmalı. Bence Alexis de Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi kitabından sonra yapılan en ciddi çalışmalardan biri de bu. Dinç, doktorasını yaparken dört yıl asistanım olarak görev yaptı. Böyle bir kitabı ancak onun entelektüel kapasitesi ve dürüstlüğü üretebilirdi. Temennim, kitabın Amerika’da da yayımlanması…” Muaz ERGÜ dibace.net
Amerika
AmerikaDinç Yaylalıer · İstek Yayınları · 201817 okunma
·
509 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.