Gönderi

311 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
türk edebiyatında ifade gücü en güçlü yazarlarından birisi olan yakup kadri'nin istanbul'un işgal günlerini anlattığı romanı. dostoyevski türkiye'de yaşasa ve ondan dönemi anlatması için kitap yazmasını istesek buna benzer bir eser ortaya koyardı. bir dostoyevski romanı kadar lezzetli ve bir o kadar da değerli bir eser. kitap sosyal tarih sevenler için de bir kaynak değeri taşıyor. istanbul sosyetesinin ne kadar dibe battığını, tabiri caizse ne kadar satılmış olduklarını görüyoruz. o dönemin şartları ve yaşananları bu kitabın sayfalarından öğrenebiliyoruz. bir parantez de yakup kadri'ye açmak lazım. bu nasıl bir ifade gücüdür, bu ne güzel romandır. iki günde bitirdim ve kurtuluş savaşı'nın halk üzerinde yarattığı etkiyi okurken ben bile heyecanlandım, o günlere döndüm, geleceğe dair umutlarım tazelendi. aşağıya istanbul'un işgal altında olduğu dönemle, kurtuluş savaşının kazanıldığı zamanı anlatan pasajları bırakıyorum. lakin bununla yetinilmemeli kitap tamamen okunmalı. istanbul işgal altındayken: "genç adam soluk bir karanlığın içinde bir şeyi bekliyormuş gibi duran istanbul'a baktı. tek tük ışıkların ancak yerini tespit edebildiği bu koyu kara şehir silüetinde hem akıcı, hem de katı bir hal vardı. daha doğrusu sinsi sinsi yatan kocaman bir hayvana benziyordu. öyle bir hayvan ki başına ağır bir darbe indirilmiş de bir daha indirilmesin diye cansız rolünü oynamaktadır. bu şehir 16 mart işgali günü necdet'e gene böyle bir canlu mahhluk manzarası göstermişti. o gün istanbul, kendisine zorla ve açıkça alçakça bir iş yapılmış ve utançtan yüzü koyun yere yatmış bir adamı hatırlatıyordu. bu adam aylarca başını kaldırmaksızın hep aynı durumda sessiz ve hareketsiz kaldı. lakin sakarya zaferinden sonra ortadan siliniverdi ve yerine, zincirlere bağlı bir dev geçti. bu da öbürü gibi hiç kımıldamıyor, fakat sağlam ve tehdit eder gibi durmasını biliyor ve hiçbir tavrında yüz kızartıcı bir ayıp hissetmiyordu. "siz bilmiyorsunuz, asıl işgal, asıl istila öbür tarafta oldu. düşman çamurlu çizmeleriyle bizim evlerimize kadar girdi; ne diyorum - bizim yataklarımıza kadar!-. halbuki sizin yalnız sokaklarınızda dolaşabiliyorlar. sizin evleriniz sarılmış kalelerdir. fakat henüz zaptolmamıştır. öbür taraftakilerin ise hepsi birer birer düştü...dün bizim önümüzde göz kaldırmayan tayfalar şimdi etrafımızı almışlar bizi seyrediyorlar. bize el çırpıyor ve içimizden her yuvarlanana kahkaha atıyor." "ve bize azap verenler bizden meserret (sevinç, şenlik) talep ettiler." "siz hiç değilse köşelerinizde yas tutmak hürriyetine maliksiniz. halbuki öbür tarafta bizi ağlamaktan da menettiler ve feryatları cümbüş seslerine boğdular ve boğazımızdan içimize doğru akan seslerin kahkahayla örtülmüş bir hıçkırık olduğunu anlamadılar. onun içindir ki, yavaş yavaş kanlarımızı şarap diye içmeye, gözyaşlarımızın tuzundan yapılmış yemekleri lezzetle yemeye alıştık." "işte biz bir pula satılmış kıymetsiz esirleriz ve bizi bir pula satın alanların zevkine gülerek hizmet etmekteyiz. lakin siz bana söyleyebilir misiniz ki azatlık saati ne zaman çalacaktır?" kurtuluş savaşı'ndan zafer haberleri gelirken: "öyle heyecanlı öyle, heyecanlı bir sessizlik, sonra bazı kaygılı uğultular. istanbul asırlardır bir zafere inanmak hassasını kaybetmiştir. osmanlı saltanatı çökmeye başladığından beri arkasında uzun bir bozgun dizisinin ağır ve paslı zincirini hafızası ve ruhuyla sürüklüyor. bilmiyor ki bu sefer susulan ve fakat her gözde, her sözde hissedilen zafer osmanlı saltanatına ait değildir. anadolu'nun içinden yepyeni bir millet doğmuştur. bu milletin, sarayının kafesleri arkasında titreyen aciz ve korku heyulasıyla, bu milletin babıali denilen viranede uluyan yıllanmış baykuşlarla hiç ilgisi yoktur. kulaklarını yere koyuo dinleyenler işitiyorlar, bu yaklaşanların her adımı bir zelzelenim başlangıcı gibidir ve bunlar bilmeyenlere, işitmeyenlere haber veriyorlar. 'diyorlar ki afyonkarahisar geri alındı', 'dumlupınar'da düşmanın bütün kuvvetleri yok edildi', 'ordularımız uşak'a doğru hızla ilerliyor.' ne, nasıl demeye vakit kalmıyor, bir müjde, bir müjde daha. türk ordusu alaşehir'i ele geçirmiş. turgutlu'da... lakin turgutlu izmir şehrinin kapısı değil mi? 'demek ki neredeyse izmir'e gireceğiz' sözünü söylemek şöyle dursun, hatırdan geçirmeye bile vakit kalmıyor. izmir yarine kavuşan bir sevgilinin kalbi gibi bize derinden ses veriyor. istanbul'da hayretten sevince yer yoktur. altı gün içinde afyon'dan izmir'e! lakin en rahat, en arızasız yürüyüşle bile bu mesafeyi altı günde tamamlamanın imkanı olmaz. acaba bu bir rüya mı? necdet bunun bir rüya olduğunu sanıyordu. fakat o kadar tatlı, o kadar yüce ve ilahi bir rüya ki ondan uyanmak istemiyordu. 'bu rüya içinde öleyim!' diyordu." "ya o mağrur, ya o küstah, ya o her biri bir firavun kadar korkunç, dehşetli itilaf zabitleri! onlar, bir esirler karargahında bir yığın harp esirine döndüler. dün, işgal ettikleri şehirde şimdi sarılı ve hapis gibiydiler. hepsine bir dağınıklık, bir suflilik geldi. pantolonların ütüsü bozulmaya, düğme ve kordonlarının parıltısı sönmeye başladı. otomobillerinin borusu ötmez oldu ve bütün harp esirleri gibi yüreklerine canlarının ve mallarının kaygısı düştü. zira onlar istanbul'u yalnız manevi ve ahlaki bir iflasa doğru sürüklemekle kalmamışlardı; aynı zamanda iktisadi kaynaklarını da sömürüp durmuşlardı."
Sodom ve Gomore
Sodom ve GomoreYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 20154,917 okunma
·
357 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.