Anne ve babanızın cinsel birleşmesi sonucu sizin doğma olasılığınız
yaklaşık olarak yüz milyonda birdir. Aynı şey anne veya babanız için de
geçerlidir. Yani büyük anne ve büyük babanızın cinsel birleşmesi sonucu
annenizin veya babanızın doğma olasılığı yine yüz milyonda birdir ve aynı
şey, büyük anne veya büyük babanız için de geçerlidir. Bu tarz bir akıl yürütmeyle devam edersek, ilk insanlığın yaklaşık olarak üç milyon yıl önce
ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Ve üç milyon yılda yaklaşık olarak elli bin
kuşak insan var olur. Yani bu, şu demektir: Elli bin kuşak, yıl boyu yapılan
cinsel birliktelikler sonucu sizin var olma olasılığınız, elli bin tane yüz milyonun yan yana çarpılmasıdır. Ayrıca bu sadece homo sapiensin ortaya
çıktığı zaman diliminde geçerlidir. Daha bunun içine sürüngen atalarımızı, çevresel faktörleri veya canlılığın oluşma olasılığını katarsak, ortaya
astronomik bir rakam çıkar. Ama ben bunların hiçbirini tuhaf bulmuyorum. Bence asıl tuhaf olan şey bu kadar küçük bir olasılığa rağmen var
olan bir insanın, yaşamı rutine bağlaması olayıdır. Yani var oluşu, sıradan
bir şeymiş gibi algılamasını olayıdır. Bunu, dalga geçmek için söylemiyorum. Bu kadar küçük bir olasılığa rağmen var olan bir insanın sahip olduğu
ekonomisini, içinde yaşadığı ülkeyi, herhangi bir inanca dâhil olmasını,
herhangi bir hazsal alışkanlığını, beslenme ya da herhangi bir sosyal aktivitesini alışkanlık haline getirmesini tuhaf buluyorum. Belki de insanın en
büyük yeteneği budur. Yani uzayda veya zamanda bu kadar istisnai bir yer
kaplamasına rağmen, kapladığı bu yeri sıradanlaştırması bence onun en
büyük marifetidir. Freud, buna “bastırma” demişti ve bu bastırmayı bütün
psikolojik rahatsızlıkların temeline yerleştirmişti. Ben buna katılmıyo-
rum, bence bastırma insan zihninin en büyük marifetidir. Aksi takdirde
bu kadar küçük bir olasılığın hem farkında olup hem de onu sıradan bir
şeymiş gibi yaşamak bence imkânsız hale gelirdi.
Sayfa 178