Eğer sen mutlu luğu "anlık haz alma hali" olarak tanımlarsan dediğin çok doğru bir yöntem elbette Sema. Bazen içtiğin kahveden, ye diğin yemekten, sevdiğin şarkıyı dinlemekten, bazen bir se vişmeden, özlediğin bir arkadaşını görmekten, bir çocuğun gülen gözlerinden, batan güneşi izlemekten bazen, bir şiirin dizesinden, bir kadeh şaraptan ya da bir anne sıc a klığından da alırsın o hazzı. Ba z en ibadet edip yakarmak tanrıya, bazen bir tapınakta inzivaya çekilmek verir o hazzı. Yeryüzünde sana bu haz z ı yaşat a cak binlerce şey bulabilirsin. Ama sen mutluluğu haz almak olarak düşünürsen, bir müddet sonra haz peşinde koşan bir za vallıya dönüşürsün. Zavallı diyorum, çünkü insan vücudu hazzı depolaya m adığından, sürekli olarak bu duy g u y u tekrarlama ihtiyacı duyacak, haz al mak yaşamının anla mına dönüşecek. Haz almadığın her an -ki bu da yaşamının büyük bir kısmına tekabül edecek- hayat sana boş ve anlam sız gelecek. Daha fazla haz dolu bir yaşam sürmek için çiğne yemeyeceğin ilke, ihlal etmeyeceğin kural kalmayacak. Zaten insanlık, haz arayışınd a k i bu kontrolden çıkma halini önle mek, fr enlemek için toplumsal yaşamı dinle, ideolojiyle, fe l sef eyle ve y a hukukla düzenlemek zorunda kalmadı mı? Bey nimizin haz arama isteği sınırsızdır. Biz bu isteği inançlarımız, ilkelerimiz ya da kurallarımızla sınırlamaya çalışıyoruz sadece.
Yani bizim dışavuran davranışlarımız din, ideoloji veya hu kuk süzgecinden geçirdiğimiz düşünsel fa aliyetlerimizin bir sonucu değil mi nihayetinde? Tabii ki benim kastettiğim şey haz alma isteğimizin özgür bırakılması değil, hayatın anla mını arama isteğinin özgür bırakılmasıdır