Gönderi

Kitap Psikolojik İnceleme
MRS. DALLOWAY - VİRGİNİA WOLF'UN KİTABININ VE KARAKTERLERİNİN PSİKOLOJİK İNCELEMESİ - AYŞE SENA TETİK - (Üniversite Final ödevimdi) Romandaki kişiler, kendine özgü dramları olan, günlük yaşantının etkisi altındaki kişiler olarak yansıtılmaktadır. Karakterler iç dünyaları ile meşguldürler çoğunlukla. Mrs. Dalloway’de karakterlerin oldukça samimi bağları vardır. Bir karakter, diğerinin gördüğü, duyduğu ve işittiği şeylerin etkisine maruz kalmaktadır. Romanda; bir karakterin mevcut durumunun ve geçmiş yaşantısının, canlı bir öğe olduğu ve hayatın karmaşıklığı sunulmuştur. Bu eserde Clarissa Dalloway ve Septimus Warren karakterleri en öne çıkan karakterlerdir. Bu yüzden en detaylı olarak ikisini inceledim. Kitaptaki temalardan biri zaman. Diğer bir tema ise ölüm. Hayatının her döneminde ölmek için çırpınan, sürekli intihara teşebbüs eden yazarımız; ölümden yani hepimizin kaçınılmaz sonu olandan korkmamak gerektiğini vurguluyor. Kitapta ölüm ve yaşam iç içe geçmiş vaziyette. Aynı zamanda akıp giden anın, zamanın nasıl da her karakter tarafından farklı farklı algılandığını da görüyoruz. Mrs. Dalloway’in avare ve dolambaçlı olan bu düşünceleriyle yazar, kahramanının geçmişinin tasvirini ve gelecekle ilgili umutlarını iletmek istemiş. Freud’a göre toplum içerisinde durum ve davranışlarımız üç ruhsal duruma göre şekillenir. Karar verme ve yargılama yeteneklerimizin bu üç ruhsal aşamanın gelişimine bağlı olarak oluştuğunu savunan Freud, bu üç soyut kavramın güdülerimizle ve toplumdan edindiğimiz, sonradan öğrendiğimiz bilgilerle şekillendiğini söylemektedir. Bu üç ruhsal durumu şöyle açıklar: id, ego, süperego. • Bu romanda da Clarissa karakterinde gördüğümüz üzere, Freud’un bahsettiği bu üç evrenin çatışmasının, iç çalkantıları ile yansıtıldığı anlaşılacaktır. Yani ‘aslında insan hem toplumun hem kendi arzularının hem de bu ikisinin dengesini barındırır içinde’ mesajını hissettirmekte bu eser bizlere. Çünkü ne Sally’i seçebilmiş, ne de Peter’i seçebilmiştir. Hem aşkını hem arzularını hem toplumsal statüyü düşünmüştür. Sonunda seçtiği yolda bir şekilde pişmanlıklar yaşamıştır. • Aynı şekilde Septimus ise yine bu üç evrenin çatışması ile boğuşmaktadır. Ancak savaşın üzerinde bıraktığı etki ile pek çok psikolojik problemi vardır. Bunlar aşağıda daha detaylı açıklanmıştır. • Septimus, topluma uymadığı için, Mrs. Dalloway de uyduğu için acı çekmektedirler, diyebiliriz. Septimus toplumun kurallarına, değerlerine karşıdır, Clarissa ise tam zıddı şekilde düşünür. Biri id biri süper egoyu ön planda tutar. İkisi de ego dengelemesini kaybetmiştir. Clarissa bu dengesizliği içinde, gizliden gizliye yaşarken; Septimus savaşın verdiği hasar ve travmalar ile dışarıda ve ağır bir şekilde yaşamaktadır. CLARİSSA DALLOWAY: Mrs. Dalloway; Richard Dalloway ile evli, 50’li yaşlarında, bir kız çocuğuna sahip, düzenli, kararlı ve üst tabakadan bir kadın olarak tanıtılmaktadır. Romanda hiçbir zaman doğrudan ifade edilmese de Clarissa, menopoza girmiş ve hayatın değişimini, umutsuz bir gerileme süreci olarak görmüştür. Gençlikteki güzelliğini kaybetmiş, bir mesleği veya bağımsız bir sosyal rolü olmadığı için, hayatının dramının sona ermesinden korkuyor. “Doğum yapalı beri ona çarşaf gibi gelmiş bekâretten kurtulamıyordu. Genç kızken güzeldi fakat bir an gelir bu soğuk ruh büzülüp Richard’ı hayal kırıklığına uğratırdı” diye belirtiyor hatta kitapta. Menopoza eşlik eden bir depresyonda barındırıyor, Clarissa. “Son zamanlarda yaşamasının tek amacı (Elizabeth'i saymazsak), yemek yemekmiş gibi geliyordu...” Eşi ile barışçıl ama sıkıcı evlilik ilişkisi olduğunu anladığımız Clarissa’nın; orta yaşta cinselliğinden vazgeçmesi, fiziksel benliğinden vazgeçmesi, yalnızlığa ve sosyal alan fırsatlarının daralmasına alışması gerektiğini düşünmesindendir biraz da. Kendisini artık beğenmez ve hatta bu yüzden eşinin leydi Bruton’a davet edilmesinden rahatsızlık duyar. Kıskanır. Kadın psikolojisinin en derinlerinde olan duygularıdır bunlar aslında. “Kendini çok genç hissetti; aynı zamanda ağza alınmayacak kadar yaşlı. Her şeyi bıçak gibi dilimledi; aynı zamanda dışarıya bakıyordu. Hiçbir şey bilmiyordu; dil yok, tarih yok.” Toplumun görüşünü, statüyü ve dışarıya karşı nasıl göründüğünü oldukça önemseyen bir karakterdir. Burada süper egosunun baskınlığını görmekteyiz. Eğer, süper ego diğer kişilik birimlerinden daha baskınsa; öfke, kızgınlık gibi duygularını dile getiremeyen, çekingen, cinsel isteklerini saklayan, ahlaki değerleri her şeyin önüne koyan, aşırı uçlarda erdemli olmaya özen gösteren bir kişilik ve katı kurallarla belirlenmiş, tutuculuğa kadar varabilen davranışlar sergileyebilmektedir bireyler. Clarissa’da da yer yer bu özellikleri görmekteyiz. Duygularını gizleyip, dışarıya güçlü bir görüntü verme derdindedir. Sally’e olan hislerini, Peter’a olan hislerini gizliyor. Evliliğinde mutlu değildir çünkü kadınların cazibesine kapılmaktan kendini alamamıştır. Richard’a âşık değildir. Sally ile gençlikte yaşadıklarını, hayatının en güzel anları olarak görmektedir bu yüzden. İçinde bir yerlerde id; haz ilkesi ile Sally’e itse de onu, Süper egosu her daim baskın olan Clarissa; bu duyguyu yok sayıyor, bastırıyor ve evlenerek kaçıyor ondan. Ego, id’nin usulsüz iç tepkilerinden kurtulmak için; bastırma, reaksiyon oluşumu, yansıtma, gerileme, inkâr, ussallaştırma gibi savunma mekanizmalarını kullanır. Örneğin; Richard ile evlenerek hepsinden kaçıyor. Peter, Clarissa'nın eski aşkıdır diyebiliriz. Kocasıyla karşılaştırıldığında, Peter harika biridir ancak biraz baskındır. Sonuçta kocası olarak Bay Dalloway'i seçmesine rağmen, Peter'ı hâlâ düşünüyor ve hala evlilik kararını sorguluyordur. Bu yüzden Peter'ın Hintli bir kızla evlendiğini öğrendiğinde kendini kötü hissediyor. Hafiften bir pişmanlık duyuyor. Diğer kadınlar gibi, Hintli kızı kıskanıyor ve ona "aptal, güzel, dayanıksız züppe" diyor içinden “ Peter’ın mektupları ne kadar sıkıcıydı. Şimdi burada olsa kendisini “mükemmel ev sahibesi” olarak suçlamaya kalkardı kesin.” Cümlesinden de anlayacağımız gibi insanların görüşlerinden ve toplumun yargılarından çok etkileniyor. “Gözleri, çakısı, gülümsemesi, aksiliği ve onunla ilgili milyonlarca şey hafızasından silinmişken, sohbetlerinin aklında kalması ne tuhaftı!” Clarissa Dalloway, kimlik arayışında kaybolmuş bir karakter olarak da adlandırılabilir. Nevrotik ve depresiftir. Sürekli hayatını sorguladığını görmekteyiz. Clarissa; kişisel ilişkiler, kişisel kimlik, hayatın sorgulanması, evlilik durumu, insan aklı, ölüm, geçmişte yaşananlar, Sally ile yaşadıkları, akşamki davette olacaklar, davetliler, insanların onun ve daveti hakkındaki görüşleri gibi pek çok düşünce ile boğuşuyor roman boyunca. Clarissa karakteri, insanlara yukardan bakar, hatta Dindar Miss. Kilman’ı üst tabakaya ait biri olmadığı için zavallı bulur ve yaşam tarzlarını asla onaylamaz. Akşamki davete sırf bu yüzden ( Burjuvanın uygun gördüğü ve beğendiği bir kadın olmayı seçtiği için) sadece üst tabakadan kişileri çağırdı. “İnsanların içeri girdiğinde mutlu görünmesini çok istiyor. Aynı zamanda onun kibrinden rahatsız oluyor.” İnsanları genel olarak samimiyetsiz buluyor, dünyanın güzelliğine hayran ama insanlardan, insanların yarattıklarından ötürü insanlara karşı hep mesafeli. Gerçek duygularını gizliyor. Septimus’un ölüm haberinden sonra onun kurtulduğunu düşünüyor, yani ölümü bu sıkıntılı yaşamdan kurtuluş olarak görüyor. Septimus’un hayata, topluma ve tüm sahteliklere meydan okuyup ölümü seçerek kurtulduğu için seviniyor. Kendisine ise acıyor, yeterince cesur olamadığı için. “Genç adam kendini öldürmüştü ama Clarissa acımıyordu ona; saat biri, ikiyi, üçü vururken, bu patırtı sürüp giderken neden acısındı? İşte ihtiyar ışığı söndürmüştü! Bir yanda bu patırtı sürüp giderken, diye yineledi, onun evi kapkaranlık; dudaklarından şu sözcükler döküldü. ‘ne güneşin sıcağından kork artık’ Onların yanına dönmeliydi. Bu ne olağanüstü bir geceydi. O gençle özdeşleştiriyordu kendini. Onlar yaşamalarını sürdürürken, onun hayatını fırlatıp atmasına seviniyordu” SEPTİMUS WARREN SMİTH Septimus Warren Smith, yarı aydın, kendi kendini yetiştirmiş, bütün eğitimi genel kitaplıklara, ünlü yazarlardan mektupla istenen bilgilere ve akşamları işten dönünce okunan kitaplara dayanan adamlardan biri, edebiyat çalışmaları yapan üniversiteli bir gençken, artık emperyalizmin baskıları altında savaşa katılıp, savaştan karısıyla dönmüş bir gazidir. Savaştan duygusal olarak uyuşmuş olarak dönmüştür. Septimus Warren Smith'in travma sonrası stres bozukluğunun sebep olduğu paranoyak şüpheleri, canlı halüsinasyonları ve çarpık algıları vardır. En yakın arkadaşı Evans'ın ölümüne yas tutmuş, yıkımla iş birliği yapıyor gibi görünen topluma kızmış, karısına bakamaması nedeniyle suçluluk duymuştur. TSSB’nun depresyon ve farklı kaygı bozukluğu türleri gibi problemlerin TSSB’ye eşlik edebileceği de bilinmektedir. “bazı günler, bazı görüntüler, usul usul getirirdi onu aklına, o eski burukluktan uzak; insanları sevmenin ödülüydü bu belki; güzel bir sabah saatinde... geliverirlerdi işte” Septimus, savaş travmalarının neden olduğu nevrotik semptomlardan çok daha kötü bir psikolojik kırılmaya karşı savunmasız hale gelir. Septimus’un yaşadığı travma ‘genel olarak savaşın etkileri’ değil, endüstrileşmiş savaşın etkileridir. Siperlerdeki zorunlu hareketsizlik ve sürekli ateş altında olarak, bombardımana maruz kalan ve yüzünü görmedikleri bir düşmanla karşı karşıya bir durumda askerlerin pasif kalmaları, daha önceki savaşlarda görülmemiş psikolojik sonuçlar yaratmıştır onda. “Dünya kırbacını kaldırmıştı; nereye indirecekti acaba?” Septimus, tedavi olmak istememektedir. Sürekli bir kaçış yolu aramaktadır. Hasta olmadığı zamanlarda The Times'a mektuplar, gün batımı, inekler, akademik resimler, çeviriler ve gerçekte olmayan şeyleri görüp duyduğu ve ölü arkadaşı Evans ile konuştuğu bir iç dünya ile tüm olanlardan kaçmaya çalışmaktadır. (Evans ile konuşmaları Şizofreni belirtisidir. Ayrıca yaşadıklarını unutmak için, savunma mekanizmalarından; bastırma, yansıtma ve kendini kandırmayı kullanıyor.) Doktor Holmes ve Bradshaw'ın onu bir tedavi için bir kliniğe yatırmaya çalışması demek, onun kâbusu idi. Çünkü gerçekten hastanın dehşetini, durumunu hiç anlamamış doktorların elinde uyuşturulmak demekti bu. Korkunçtu. (Burada yazarımız Virgina Woolf’ün kendi korkularını yansıttığını da görmekteyiz) “duyularını yitirmiş olsa da sağduyusu hâlâ çalışıyordu, örneğin Dante’yi kolaylıkla okuyabiliyor, toplama yapabiliyordu. Beyninde en küçük bir aksaklık yoktu, demek ki dünyadaydı suç; duygularını yitirişinin suçu…” Savaşta yaşadığı ve unutamadığı onca acı, en yakın arkadaşı Evans’ı kaybetmesi, onu bir ruh hastası haline getirmişti. Ve derken hayatı, yaşadıklarını, kendini sorgulayan, insana ait duyarlıkları olan Septimus için intihar kaçınılmaz olmuştu… Eşine de zarar verdiğini hissediyordu. Hepsinden kaçmak için bir pencereden atlayarak intihar eder bu sebeple. “pencereyi açmak, kendini aşağı atmak yorucu, zahmetli ve pek bir melodramatik olacaktı.” “Ölümün her şeyin kesinkes sonlandırıyor olduğuna inanınca bir parça da olsa teselli bulmuyor muydu insan?” Septimus, doktorların başkalarının zihinsel durumunu gerçekten incelemeyi reddederek, uyuşturmayı tercih ettiklerinde ne kadar zarar verebileceklerinin trajik bir örneğidir. “Kendi kendine bunun bir önemi olup olmadığını düşündü. Buna bir son vermesinin, her şeyin kendisi olmadan devam etmesinin bir önemi olup olmadığını düşündü. Buna alınmış mıydı? Yoksa ölümle her şeyin sona ereceğini bilmek rahatlatıyor muydu?” PETER WALSH Peter Walsh, 53 yaşında, yakışıklı, sevilen, gizemli duran, kitap kurdu, kadınların ilgisi daima üzerinde bir adamdı. Gençliğinden beri Clarissa’ya âşıktır. Clarissa tarafından reddedilmenin acısını ve Clarissa’yı hala unutamamıştır. Hindistan’da evlenmiş ancak âşık olduğunu düşündüğü eşine, zamanla âşık olmadığını anlar. Bu yüzden boşanma kararı almıştır. Londra’ya dönüşünde aklında hep Clarissa vardır. Ona hala âşık olduğunu kabullenmemektedir. Oysa onu gördüğünde kalbi ve elleri titremiştir. Direkt çakısını eline almıştır stresle. Onun Richard’la evlenmesini büyük bir hata olarak görüyordu. Ondan hem nefret ediyor, hem de deliler gibi seviyordur. Sigmund Freud’un ambivalans dediği şeydi bu. İki zıt duyguyu aynı anda barındırmak/yaşamak. Peter karakteri şu şekilde belirtiyor: “Çarpıcı olduğundan değil; hiç güzel değildi; görüntüsünde akılları çelecek bir görüntüsü yoktu.” Bu sözlerle aşkın, sevginin var olması için hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını görüyoruz. Clarissa’yı gençlik yıllarında idealinin bir başbakanla evlenmek ve bir merdivenin tepesinde durmak olduğu gerekçesi ile yargılıyordu. Duygu söz konusu olduğunda, Clarissa Peter'ı seviyordu. Ancak, sonunda onunla evlenmemeyi seçer çünkü evliliklerinin mutlu olmayacağını düşünüyor. Clarissa’ya olan takıntısı ve muhtaçlığı Clarissa'yı boğacaktı, bu yüzden genç bir kadın olarak evlenme teklifini reddetti. Peter ise onunla evlenmeme kararını anlayamıyor ve ona “soğuk, kalpsiz, namuslu” diyor ve hep bunun acısı ile avunuyor. Ve acısını boşa harcıyor; tüm hayatı bir başarısızlıklarla geçiyor. Bunun kendisi de farkında. “Aşk da yok ediyordu bir sürü şeyi. Güzel olanı, doğru olanı yıkıyordu.” Stresli heyecanlı anlarında elindeki çakısı ile oynardı. Hatta çakısını yanından hiç ayırmamıştı. Bunun sebebi anksiyete bozukluğu olabilir. Ancak yeterince kanıt yok bu konuda kitapta. Başkalarına yönelik keskin eleştirilerine rağmen, Peter kendi eksikliklerini açıkça göremiyor. Eleştirici tarzını herkesi yargılamak için kullanıyor. Ve o da insanları pek sevmiyor. İnsanlardansa karnabaharları tercih edeceğini söylüyor. LUCREZİA WARREN SMİTH Septimus’un eşi Rezia eşine âşık ve eşinin iyileşmesini çok isteyen, diğer çiftler gibi normal bir evlilik yaşamak isteyen, çocuk sahibi olmak isteyen, şapka tasarlayan ve eşine sadık bir insandır. Septimus; savaşta yaşadıklarından sonra yerleştirildiği İtalya’da Rezia’yı sevmediği halde, onu etkileyip onunla evlenmiştir. Bu yüzden Rezia, eşini çok seven ama yeterince sevilmeyen bir kadındır. “Masanın başında şapkayla uğraşan Lucrezia Septimus’a baktı, gülümsediğini gördü. Demek mutluydu. Ama onu gülümserken görmek içini parçalıyordu. Evlilik değildi bu, insanın kocası yüzüne yabancı gibi bakar mıydı, böyle durup dururken yerinden sıçrar, güler, saatlerce ses çıkarmadan oturduktan sonra birdenbire koluna yapışıp bir şey yazmasını ister miydi? Septimus bir bakıma yaşayan ölü gibiydi. Ailesinden ve İtalya’da uzakta olan eşinin bu halde olup onu yalnız bırakmasından dolayı ve kocası karşısında çaresiz ve kimseye derdini anlatamayan bir halde olduğundan “Yalnızım! Yalnızım!” diye ağlıyordu. Rezia, Eşinin iyileşmesi için her şeyi deniyordu. Londra’da tedaviler, doktorlar vb. kişiler için bulunuyorlardı. “Yeni şapkasını taktı ama o hiç fark etmedi; Septimus onsuz mutluydu. Hâlbuki onu hiçbir şey Septimus'suz mutlu edemezdi! Hiçbir şey! Septimus bencildi. Erkekler öyledir.” “Haksızlık bu diyordu, yoldan aşağı inerken, neden acı çekiyorum böyle? Septimus, Septimus olmaktan çıkmıştı, şuracıkta sıranın üstüne çökmüş, kendi kendine konuşuyor; bir ölüyle konuşuyor, ağzından hep, kötü, sert, acı sözcükler çıkıyor artık…”
·
709 görüntüleme
Batuhan okurunun profil resmi
Elinize, emeğinize sağlık.
Ayşe Sena okurunun profil resmi
çok teşekkür ederim :))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.