Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

266 syf.
·
Puan vermedi
Spoiler
Öncelikle bu incelemenin oldukça uzun olduğunu ve spoiler içerdiğini belirtmek isterim.     “O wonder! How many goodly creatures are there here! How beauteous mankind is! O brave new world, That has such people in’t!”                                                       ( Shakespeare, 1623)     Aldous Huxley 1894 yılında İngiltere'de doğdu. Anne, şair Matthew Arnold’un yeğeni, baba Cornhill dergisinin sahibi, kardeşi ve büyükbabası ünlü birer biyologdu. Bilim ve edebiyatı birleştiren bu entelektüel miras Huxley’in dünyaya bakışının temelini oluşturmuştur. On altı yaşında, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bir yıl kör kalması, iç dünyasını keşfetmesine imkân vermiş ve bu keşifler kendisini şiire ve öykü yazmaya yöneltmiştir. Hayatı boyunca kalemiyle, gelişmekte olan vahşi kapitalizmi sorgulamış ve toplumun huzuru ve refahı için sistemin kendi içinde dönüşümünün kendince altın anahtarlarını üretmeye çalışmıştır.       Kast sistemi üzerine oturtulmuş bir dünya. Kimi buna kötü niyetli bir hümanizm , kimi de iyi niyetli bir totaliterizm diyebilir. Ancak her ne olursa olsun bana derin çelişkili duygu ve düşünceler yarattı bu cesur ,yeni dünya. Acaba her şeyin farkında olmak insanca yaşayıp en sonunda intihara giden yolda tükenmek mi vahşi gibi, yoksa somanı alıp alıp derin bir zihinsel tatil-uyuşukluk- ve uyku durumunda bir ömür geçirip en sonunda duyusal filmler izleyip güzel kokular içinde aseptik bir ortamda ölmek mi ? Kitabın temel tartıştığı soru bence bu. Tabii ki çok kapsamlı ve ehli bir perspektiften kurgulanmış bu kitap daha farklı bir çok felsefi soruyu da akla getiriyor.     Halk , Huxley'in etkilenerek bu kitabı yazmaya soyunduğu ve kitapta da kendisi Dünya Ülkesi'nin kutsal kurucusu kabul edilen Henry Ford'un ilk defa seri bantta üretilebilen bir araba olan Model T'yi üretmesi gibi, bir üretim bandında çeşitli teknoloji ve mekanizmalar kullanılarak şişelerde üretiliyor.  Önce bir yumurtalıktan Podsnap Tekniği ile 2 yıl içinde 150'ye yakın olgun yumurta elde ediliyor daha sonra bu yumurtalar aynı erkeğin gametleri kullanılarak döllendiriliyor. Döllenmiş yumurtalar ise Bokanovski denilen teknikle tomurcuklanıyor ve ortalama her bir yumurtadan 72'şer tane tıpatıp aynı zigot elde ediliyor. Bu tıpatıp aynı gruplara Bokanovski grubu deniyor ve KŞM(Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi) Müdürü'nün de dediği gibi "Bokanovski İşlemi, toplumsal istikrarın en  önemli araçlarından biri"'ni oluşturuyor. Peki neden istikrar için önemli bu gruplar ? Bunun cevabı da kitapta bahsi geçen Kıbrıs Deneyi'nde yatmakta. Kitapta bahsi geçen bu deneye göre Kıbrıs boşaltılıp içine 20 bin kadar Alfa yerleştirilmiş. Tabii ki bazı alfalar lider konumundayken bazı alfalara da vasıfsız meslekler düşmüş. Alttaki alfalar türlü entrikalarla üste çıkmaya çalışırken üstteki alfalar da türlü oyunlarla mevkisini korumaya çalışmış. En sonunda büyük bir iç savaş çıkmış ve 17 bin kadar vatandaş ölmüş. Kalan alfalar ise Dünya Devleti'nden yönetimi ele alması için yardım istemiş. Bu örnek her ne kadar kurgu da olsa önemli bir bakış açısı sunuyor. Kendisini zihinsel, mental olarak geliştirmiş sosyal ilişkilerine önem vererek belli bir network yakalamış, özsaygısı ve öz-disiplini yüksek bireyleri vasıf gerektirmeyen işler örneğin otopark bekçiliği mutlu tabi ki de etmez. Bundan çok daha iyisini yapabileceğine inanır, bunun için fedakarlıklar yapmıştır. Öte yandan keyfi için yaşayan, bugünden başkası umrunda olmayan bir kişi de emek isteyen, kendisini geliştirmesi gereken işlerde mutlu ve başarılı olamaz. O her gün yeni makaleleri takip etmekten kısa sürede bıkar usanır. Eğer 1. kişi 2. kişinin işinde , 2. kişi 1. kişinin işinde çalışırsa da bu ikisi için de çatışma demektir. İkisi de mutsuz olur, işini  düzgün yapamaz. Bunu daha genele vurursak toplum genelinde mutsuz insanlar ve her yerde aksak ilerleyen işler görürüz. Bu istikrarsızlık demektir. Günümüz Türkiye'sinde devlet dairelerine bakmak bunun için yeterli bir örnek oluşturacaktır. Bunun standart çözümü liyakattir, hakkın hak edene verilmesidir, emeğin korunmasıdır. Huxley ise farklı bir çözüm getirmiştir. Köleye köleliğini sevdirmek. Köleyi önceden belirlenen işe göre yaratıp ona o iş için yaratıldığını , onun en mutlu o işte olacağını inandırarak. KŞM müdürüne öğrenci sorar :"Fakat niye embriyonun geri kalmasını istiyorsunuz ." KŞM müdürü yanıtlar :" Eşek . Bir epsilon embriyosuna Epsilon kalıtımı kadar Epsilon ortamının da sağlanması gerektiği hiç mi aklına gelmedi ? Ne kadar alt sınıfa aitse o kadar az oksijen verilir. " Ve bu şekilde iş için mükemmel uyumlu insan üretilir. Sıra onu bu işte ne kadar mutlu olacağına inandırmaktadır. Bu da hipnopedya denen yöntemle yapılır. Yani uyksunda bireye eğitim verilir veya başka bir deyişle devletin beklentilerine göre "şartlandırılır"(günümüz toplumunda da önemli ölçüde bireylerin gerek filmler gerek reklamlar gerek sosyal medya ile şartlandırılması aslında Huxley'in ne kadar tutarlı bir fütüristik tahminde bulunduğunu gözler önüne serer.Mustafa Mond'un da dediği gibi Ben şartlandırmalardan muafım. Kuralları ben koyduğum için istediğim gibi çiğneyebilirim de.Küçük insanlar olarak çoğunluk fark etmiyor ancak çok az kişi çok büyük bir kitleyi durmadan şartlandırıyor). Bu şartlandırma sayesinde fikri ve fiziki olarak tek tip bireyler üretilir. Bir Bokovski grubunun tamamı aynı fabrikada aynı tek tip makinaları kullanması için istihdam edildiğindeyse hiçbir epsilon bunu sorgulamaz. Derler ki ben zaten bu göreve çok uygunum. Bir alfa gibi kitaplarla boğuşup stresler yaşayacağıma kendime benzeyen herkesin yaptığı gibi(çünkü farklı olanlar dışlanır ve yalnızlığa mahkumdur) burada işlerimi halledip akşam eve gideyim. Bu sayede kişi (bu insanlara kişi ne kadar denebilirse) asla bulunduğu yeri sorgulamaz. Sorgulamayan birey de hayatının anlamını feda ederek mutlu olma hakkını kazanabilir nihayet. Ancak bu mutluluk gerçek bir mutluluktan ziyade sentetik ve kimyasal bir mutluluktur. Aslında insanca mutluluk, erdemli mutluluk bambaşkadır. Othello'nun da söylediği gibi" böyle bir huzur gelecekse her fırtınanın ardından, essin rüzgarlar ta ki ölümü uyandırana dek."     Dünya Devleti'nin vadettiği ekonomik sistem ise radikalleşmiş bir tür kapitalizmdir. Öyle bir kapitalizm ki kitap okurken tüketim sağlanamadığı için devlet tarafından haince kabul edilip yasaklanmakta doğayı izleyen insanlar o sırada tüketime katkıda bulunmadığı için halk düşmanı ilan edilmektedir. Her ne kadar şu anki hayatımızda bize sağlanan refah ekonomik büyüme dolayısıyla da kapitalizm sayesinde olsa da bu sistemin idealize edilmesi ve radikal bir şekilde köküne kadar uygulanmasının sakıncaları vardır. Öncelikle doğal kaynakların bu kadar hızlı bir şekilde tüketilmesi dünyadaki doğal yaşam açısından çok büyük felaketlere gebedir. İkincil olarak da böyle bir aksiyon muhtemelen yüksek refahla yüksek mutluluğu eş anlamlı kabul etmekten gelir ki bu tamamen yanlış bir varsayımdır. Öyle ki DSÖ'ye göre 2015 yılı intihar verilerine bakarsak oransal olarak intihar etme yüzdelerinde Finlandiya 35. sırada yer alırken Pakistan 177. sıradadır.     "Baştan çıkaran ihtiraslar ve yalnız pişmanlıklar, salgın hastalıklar ve sonsuz yalnızlaştıran acılar, belirsizlikler ve yoksulluk; işte bütün bunlar onları- modernlik öncesi insanları- güçlü hislere zorluyordu. Böyle güçlü hislerle(güçlü ama tek başına ; umutsuz, bireysel bir yalnızlık içinde) nasıl istikrarlı olabilirlerdi ?" Bu pasaj kitaptaki ideoloji hakkında çok temel bir fikir sunuyor. İstikrar nasıl sağlanırdı başka türlü diyor. Bu devlet istikrarı her şeyin önüne koyuyor. Birincil hedef olarak görüyor. Her yerde haykırıyor :"CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR" diye. Peki istikrar bu kadar önemli mi? Bu bize şu soruyu sorduruyor ? İstikrar ne için önemli ? İstikrar tabii ki her türlü sosyal düzenin işleyebilmesi için vazgeçilmez bir kavram. Bir sosyal düzen , içindekileri istikrara kavuşturamazsa yok olmaya mahkumdur.  Ancak burada olması gereken maksimum liberallikle birlikte maksimum istikrarı sağlamaktır. İstikrar devlet içindir ama devlet ne içindir ? Devlet farklı insanların bir arada istikrarlı bir şekilde yaşaması için devletin içinde bulunan herkes tarafından kabul edilen bir sözleşmedir. Ancak burada önemli olan farklı insanlardır. Devlet farklı insanları yontarak tek tipleştirdiği vakit tarafların kabul ettiği bir sözleşme olmaktan çıkar, bir alışkanlık sonucu veya güçlü olanın güçsüz olanı ezmesi prensibiyle insanları sindirir.  Sözleşme bir anda insanlarla başka bir sözleşme yapar, bu bir ültimatomdur. Devlete boyun eğmezsen boynun gider !     Ancak Dünya Devleti'nin haklı olduğu bir konu var. "Baskılanan dürtü taşar ve taşan sel duygu selidir, ihtiras selidir ve bu sel  deliliğe dahi dönüşür; akıntının gücü ,setin yüksekliğine  ve karşı koyma gücüne bağlıdır. Önüne set çekilmeyen akıntı sakin ve keyifli bir varoluşa akar." Bu sebeple kişilerin dürtüleri baskılanmamalı. Baskılanan cinsellik tecavüzle ve sapıklıkla, baskılanan maddi arzular savurganlık ,sonradan görmüşlük ve israfla(eğer yeterince para varsa),baskılanan açlık çok yemekle sonuçlanır. Ancak bunun yöntemi de liberalizm olmalıdır. Kitaptaki totaliter rejim kişilerin arzularını karşılamakla kalmıyor, onlara bu arzuları karşılamalarını dayatıyor. Bu da aslında bir yerde bu sistemin temel problemi. İnsanları zorla mutlu etmeye çalışıyor. Bunu aslında bir noktada başarıyor ancak bunu baskıcı bir şekilde yapıyor ve kişilerin iradesini hiçe sayıyor.     Bu devlet vatandaşlarının yalnız kalmasını olabildiğine önlüyor. Çünkü yalnız kalan birey düşünür, sorgular. İnsanları hep bir arada boş aktivitelerle meşgul tutarak-kalitesiz kurgulu duyusal filmler, spor müsabakaları vs.- düşünmekten alıkoyuyor. Eğer yalnız kalırsa veya şanssızlık bu ya bir şekilde üzülmelerine sebep olacak bir durum başa gelirse diye halka soma denen uyuşturuculardan veriyor. Huxley şu pasajında hem somayı özetlemiş hem de dini çok ince ve anlamlı bir şekilde hicvetmiştir: "Gevşeticiydi, uyuşturucuydu ve keyifli halisünasyonlar sağlıyordu. Hıristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahipti ama yan etkilerini taşımıyordu."     Kitaptaki Bernard karakterine de özellikle değinmek istiyorum. Psikolojik çalkantıları olan zayıf karakterli bu betaya. Bir üretim hatasından dolayı beta olmasına rağmen kısa boylu ve çirkindir. Bu sebeple çevresine yabancı hisseder ve yalnızlaşır. Gamalara kendisinin onlardan üstün olduğunu ispat etmek istercesine bağırarak emirler verir. Hemholtz'u , Vahşi'yi ve onların arkadaşlıklarını dahi kıskanır. Hemholtz'a kadınların berbat olduğunu söylerken bir yandan da onun kadar kızla birlikte olabilmenin hayalini kurar. En ufak şeyle hava atmaya çalışır. Bu da aslında zayıflıktır. Güçlü insan güçlü yanıyla hava atmaz ancak düşük ve kompleksli biri hava atarak kendisini başkalarıyla eşitlemek ister. Bernard ayin yapılırken herkes Ford'un geldiğini iddia ederek odaya kendilerinden geçer. Bernard da görmediğinin farkında olmasına rağmen farklı olduğunun anlaşılmasından korkarak gördüğünü iddia eder. Bu ayinden sonra Fifi Bernard'a bakar."Fifi coşkulu bir ifadeyle Bernard'a baktı. Ancak bu coşkuda tahrik olmuşluk ya da heyecandan eser yoktu çünkü heyecan duymak demek henüz tatmin olmamışlık demektir. Fifi'nin coşkusu yerine getirilmiş görevden duyulan sakin coşkuydu; huzurlu, sırf boş bir tatmin ve hiçlikten değil, dengeli yaşamdan ,durağan ve dengelenmiş enerjiden kaynaklanıyordu. Doygun ve yaşayan bir huzur..." Huxley aslında burada mutluluğun çok güzel bir tanımını yapmıştır. Dünya Ülkesi'nde de bu pasajdan anladığımız üzere her şeye rağmen gerçek mutluluğu da zaman zaman yaşayabilen insanlar olabildiğini görüyoruz.     Din hakkında hicivlerden birine de(dolayısıyla da bunu inanan insanoğluna, insanın doğasına) şu pasajda denk geliyoruz : John Linda'ya kimyasal bir maddenin ne olduğunu sorar. Linda ise tam bilmemekle beraber dili döndüğünce anlatmaya çalışır ancak bu açıklamalar John'u tatmin etmez." Köyün ihtiyarlarının yanıtları daha kesindi. İnsanların ve tüm yaratılanların tohumu; güneşin, yeryüzünün ve gökyüzünün tohumları; Awonawilona, bunların hepsini Bereket Sisi'nden yarattı. Şimdi dünyanın dört rahmi var ve Awonawilona tohumları en alttaki rahme yerleştirdi. Ve tohumlar giderek büyümeye başladılar..." Din insanları aslında bir noktada bilmedikleri şeyler hakkında çok kesin yorumlar yaptıkları için kitleleri inandırabilmiştir. Bu aslında bir ikna tekniği olarak da her alanda kullanılabilir.     Huxley'in felsefesini yansıtan bir başka pasaj, hayatın amacına dair " ...asıl amacın daha derinlerde bir yerlerde, fiziksel insanın ötesinde bulunduğuna inanmaya yönlendirebilirdi. Yaşamın amacının, mutluluğun sürekli kılınması değil,bilincin yoğunlaştırılması ve arınması, bilginin zenginleştirilmesi olduğunu düşünmeye itebilirdi insanları. Ki denetçi de bunun büyük olasılıkla doğru olduğunu düşünüyordu." Ki daha ileriki pasajlarda denetçi bu fikrini pekiştirir. "Istırap karşılığında kazanılan şeylerle karşılaştırıldığında şu andaki mutluluk çok sefil kalır... Mutluluğun yüce bir yanı yoktur."     Peki en yüce amaç mutlu olmak mı? Eğer zihnimizde mutlu olmamızı üzgün olmamızı daha doğrusu herhangi bir duygu hissetmemizi sağlayacak nörosinaptik devreler olmasa ve sadece yaşasak nasıl olurdu. "İnsan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu!" diyor Denetçi.     Ve bu incelemeyi Mustafa Mond ve Vahşi arasında geçen şu diyalogla noktalamak istiyorum; "Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, iyilik istiyorum, günah istiyorum." "Aslında ," dedi Mustafa Mond,"siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz." "Öyle olsun," dedi vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum." "Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz ; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını ,sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını ,tifoya yakalanma hakkını ve her türden alınmaz işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz."     Uzun bir sessizlik oldu.     Sonunda Vahşi "Hepsini istiyorum," dedi.     Mustafa Mond omuzlarını silkti. "Hepsi sizin olsun ,"dedi. En güzel dinlencen uykudur ve pek düşkünsün uykuya; fakat ödün kopar ölümden, ki gelmez bir daha. Uykudan başka bir şey değil uykudan. Belki dalarsın rüyaya...     Peki anlamadan mutlu olmak mı yoksa farkında olup bütün acıları çekmek mi ? Vahşi gibi yaşamak mı "modern" insan gibi yaşamak mı?
Cesur Yeni Dünya
Cesur Yeni DünyaAldous Huxley · İthaki Yayınları · 202160,6bin okunma
·
744 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.