Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

O akşam, yatağına girerken Adrian, o zamana kadar özgürlük aşkından sonra en sevdiği şey olan tanrısal yazıdan, o güzelim basılı yazıdan, yüreği ürperten, zihni kamaştıran, aşk ve doğrulukla dolu veciz cümleden; Soylu Tanrıça edebiyattan şüphe etmeye başladı! Tam o sıralarda Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza"sını okuyordu. Kitap elinde, hayatının şiirini koparmak istermiş gibi en sevdiği yazarın imzasına gözleriyle sarıldı ve sordu: - Acaba Dostoyevski'nin de o felsefe profesörü gibi taştan bir yüreği mi vardı? Ertesi gün, anasının gidişinden hemen sonra gidip Balçesku Lisesi etrafında dolanmaya başladı, okula giden öğrencileri merakla süzüyordu. İlkokuldan en iyi arkadaşı olan birini durdurdu, eski sıra komşusuna damdan düşercesine sordu: - Dostoyevski'nin hayatını anlatan bir kitap biliyor musun? Çocuk: Hayır, bilmiyorum, diye cevap verdi. Adrian o zaman şaşkınlıkla sordu: - Ya ne öğreniyorsun bu lisede? - Dostum, burada eğlenceyle vakit geçirdiğimizi sanıyorsan aldanıyorsun? - Büyük adamların hayatlarını öğrenmek sence "eğlence" midir? - Saçma şeyler bunlar! Burada insan en çok hayatta kendine kolayca yol açmayı öğrenir. Ama istiyorsan, o sorduğun zırıltıyı lisenin kütüphanesinde arar, öğleyin sana getiririm. - Çok teşekkür ederim. Almak için burada bekleyeceğim. Gevşek bir el sıkışından sonra, şimdiden "kolay bir hayat"ı düşünen delikanlı, binaya girerek gözden kayboldu. Bu hale üzülen Adrian, çocuğun sözlerini içinden tekrarlayarak Kuza Bulvarı boyunca yürümeye başladı. "Zırıltı"... "saçma şeyler". Al sana barba Spiro gibi felsefe profesörü olacak biri daha. Babası bataklıkta domuzlara çobanlık etmeye gönderir diye korkuyor. "Kolay hayat" fabrikasının tatil saatinde her sınıftan öğrenciler karmakarışık bir halde çıkarlarken, Adrian altıncı sınıftan bir çocukla birlikte merdivenlerden inen arkadaşını gördü. Yanındaki kibar ve zayıf yüzlü, uzun boylu genç, mesleğini evliyalık haline getiren dürüst bir papazın oğluydu. Sınıf arkadaşı, uzaktan, Adrian'ı yanındakine göstererek, - İşte büyük adamların hayatlarıyla ilgilenen arkadaş! dedi. Anası çamaşırcı, kendisi uşaktır, ama aklı fikri büyük adamların hayatında! Romen Atasözünün dediği gibi, "kel başa şimşir tarak!" Papazın oğlu, hele Adrian'ın gözlerinin akına kadar kızardığını da görünce, bu kaba sözlere canı sıkıldı. Onun için arkadaşının alayını Adrian'ın hoşuna giden şu sözlerle düzeltti: - Yanlış düşünüyorsun, Aleksandr; büyük dolandırıcıların hayatlarıyla meşgul olmaktansa büyük adamların hayatlarına ilgi göstermek yeğdir. Sonra kitabı elde ettiğine sevinen Adrian'a döndü: - Hep o türlü eserler mi okursunuz, dostum? - Evet, efendim. - Pek iyi ediyorsunuz. Devam edin. Kitap "Ölü Bir Evden Hatıralar"dı, başında Dostoyevski'nin hayatına ait bir yazı vardı: Georges Grandes imzalı yirmi sayfa: Gerçek bir ziyafet. Evine dönerken, elindeki nefis bir çerezmiş gibi sabırsızlanarak, kitaba başladı, yolda gözleriyle yer gibi okudu, biçare yazarın feci hayatına dair korkunç şeyler öğrendi, samimiliğinden şüphe etmiş olduğu için ağlayarak ondan af diledi ve bütün felsefe profesörlerine lanet etti. Kitabı elinde, Kir Nikola'nın dükkânına koştu. - Bana bak, dedi, mat olacaksın. Senin o Spiro Dayın yanlış mesleğe girmiş, yazar değil pastırmacı olacakmış. İşte sana bir yazarın hayatı! Ve nefes nefese, sesi muzaffer bir heyecanla kısılmış, acı sayfaları belirtmeye çalışarak, poğaçacıya o anlamlı hayatı okudu. Adamcağız sesini çıkarmadan sonuna kadar dinledi, ama pek de bir şey anlamadı ve düşüncesini değiştirmedi. Daima böyle olur: En sevdiğimiz kimseler tutkularımızı anlamazlar.
·
85 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.