Gönderi

72 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 saatte okudu
SPOİLER VARDIR! Eser, adından da anlaşılacağı üzere dünyayı kasıp kavuran bir "veba" salgınını konu ediniyor. Fakat bu veba, bizim bildiğimiz ve "Kara Veba" adıyla anılan salgın hastalık değil. Bu, Jack London'un tamamen kendisinin kurguladığı ve adına "Kızıl Veba" dediği, hastalığa yakalanan kişilerin bir anda baştan aşağı kızıla bürünmesi ve ölüp gitmesiyle ortaya çıkan bir hastalık olarak tarif ediliyor. Şöyle ki; "Bir insanın yüzü kızıla dönmüşse, ölüm ona damgasını vurmuş demekti." Garip olan Jack London'un yaşamı boyunca herhangi bir büyük bir salgına şahit olmamasına rağmen 20. yüzyılın başlarında ve 21. yüzyılda (2013) baş gösterecek şekilde kurguladığı bu hastalığı bir salgının dünyayı, insanları, değerleri ve ahlâk sistemini nasıl etkileyebileceğini kusursuz bir şekilde gözler önüne sererek tasavvur etmesidir. Öyle ki günümüzde bizleri etkisi altına alan ve neredeyse dünyayı yaşanmaz bir yer haline getiren covid-19 salgınının etkilerine benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz bu kitapta; tek fark ise covid-19'un kızıl veba'ya göre daha az ölümcül ve yıkıcı olması... Jack London bu salgının insanların geliştirmiş olduğu bütün uygarlığı yıktığına dikkat çekmek için eserinde şimdiki zamanı (salgından yaklaşık 60 yıl sonrası olarak aktarılıyor) insanların en ilkel haline döndüğü yıllar olarak gösteriyor. Yani veba gelmeden önce (2000'lerin başında) insanlar çok gelişmiş bir uygarlığa sahiptiler, veba gelince bu uygarlığı yıktı ve insanlık şimdi tekrar ilkel haline geri döndü: "Ölüm'ün gelmesiyle birlikte dünya mutlak ve geri dönüşsüz olarak dağıldı, paramparça oldu. On bin yıllık kültür ve uygarlık, göz açıp kapayıncaya kadar yok oldu, 'köpükler gibi uçup gitti'." Jack London, eserde Granser adını verdiği ve hikayenin baş kahramanı olan, aynı zamanda bu hastalıktan sağ kurtulmayı başarabilmiş nadir insanlardan olan bir profesörün ağzından bu hastalığın belirti ve etkilerini şöyle tarif ediyor: "Bizi endişelendiren şey, bu mikrobun insanları inanılmayacak kadar kısa bir sürede öldürmesi ve vücuduna girdiği kimsenin sağ kurtulamamasıydı. Hastalığa yakalanan kimse iyileşememişti. Asya'dan başlayan daha önceki kolera hastalığında, akşam beraber gayet güzel yemek yediğiniz sağlıklı kişinin, sabah iyice erken kalkarsanız, cenazesini sedyeyle çıkardıklarını pencerenizden görebilirdiniz. Bu yeni salgın o hastalıktan bile beterdi; çok daha hızlıydı, çok ... Bu hastalığın ilk belirtilerini gösteren bir kişi, bir saat içinde ölmüş olurdu. Bazı durumlarda ölüm, birkaç saat sürerdi. Çoğu kişi ilk belirtilerin ortaya çıkmasından on-on beş dakika sonra ölüp gitti. İnsanın kalbi daha hızlı atmaya, ateşi yükselmeye başlardı. Sonra da kontrol edilemeyen yangınlar gibi insanın yüzünü ve vücudunu kızıl bir renk sarardı. Hastalığa yakalananların çoğu ateşinin yükseldiğini, kalp atışının hızlandığını hiç anlamadılar, fark ettikleri ilk şey renklerinin kızıla döndüğüydü. Genellikle bu kızarma sırasında vücutlarında kasılmalar olurdu. Ama bu kasılmalar uzun sürmez, çok da şiddetli olmazdı. Kasılmaları atlatan kişi büyük bir sakinlik yaşar, sonra da ayaklarından başlayarak hızla bütün vücuduna yayılan bir uyuşukluk hissederdi. Topuklardan başlayarak sırayla ayakları, bacakları kalçaları hissizleşir, bu hal kalbe geldiğinde ölürdü. Hezeyanlar yaşamaz, uykuya dalmazdı. Kalbi hissizleşip durana kadar zihni son derece sakin olur, aklı mükemmelen çalışırdı. Bir başka ilginç şey de ölenin vücudunun büyük bir hızla dağılmasıydı. Öldüğü andan itibaren vücudu parçalanıp dağılmaya, gözlerinizin önünde erimeye başlardı. Zaten salgının bu kadar hızlı yayılmasının nedenlerinden biri de buydu. Cesetteki milyarlarca mikrop böylece hemen serbest kalıyordu." Profesör, salgının zuhur ettiği anlarda hastalıktan korunmak için 400 kişinin birlikte barınacağı Kimya fakültesine gidiyor... Bu 400 kişi, mikropların insan vücuduna yer etmesinin ve tamamen etkisi altına almasının günler sürebileceğinden habersiz, 2 gün içinde hastalığın belirtilerini taşımadıklarını görünce hastalıktan kurtulduklarını sanıp sevinirken aralarından kurbanlar vermeye başlıyorlar. Profesör, bu kurbanların gözlerinin önünde yok olmasının ve hiçbir şey yapamamanın verdiği acıyı şöyle tarif ediyor: "Zaafa, duygusallığa yer yoktu böyle bir zamanda. Belki de hastalığa sadece o yakalanmıştır diye kızı binadan atıp oradan uzaklaşmasını söyledik. Ellerini ovuşturarak ve son derece acınaklı bir halde ağlayarak yavaşça kampüsün öbür yanına doğru yürümeye koyuldu. Kendimizi canavar gibi hissediyorduk ama başka ne yapabilirdik ki? Dört yüz kişi için bireyler feda edilmek zorundaydı." Profesörün hastalıktan sağ kurtulan nadir insanlardan olduğunu belirtmiştim. Verilen kurbanların sayısı gittikçe artıyor, kimisi hastalığa kimisi hastalığı fırsat bilen ve çıkarcı ve  kötü insanların saldırısına uğruyarak ölüyor derken bu 400 kişi arasında tek sağ kalan profesör oluyor. Olayın kahramanı bu akıl almaz olay hakkında şunu söylüyor: "Neden böyle olduğunun herhangi bir açıklaması yok. Veba bana bulaşmadı, o kadar. Hastalığa karşı bağışıklığım varmış demek ki ... Milyonda bir şans bana vurmuş. Tıpkı hastalıktan kurtulan herkese milyonda bir, hatta birkaç milyonda bir şans vurduğu gibi, çünkü oran, en fazla bu kadardı." Hastalığa yakalanmamış olan profesör, daha önce kendilerine yardım etmesi için yanlarına aldıkları bir midilliyle beraber yola çıkıyor ve salgının çevreye verdiği zararı gözlemleyedurarak ıssız bir yerde yaşamaya başlıyor. Zaman geçtikçe yalnızlığı dayanılmaz bir hal alınca kendi türünden birilerini bulabilmek ümidiyle keşfe çıkıyor. Daha sonra bu ümidinden olumlu bir sonuç alarak yeni insanlarla tanışıyor (bu insanlarla yaşamaya başlaması sonucu yeni yeni insanlar da ürüyor ve Gransen'in torunları oluyor. Bu torunlar eserin başından beri yardımcı kahraman olarak Gransen'den "Kızıl Ölüm"ü anlatmasını isteyen, uygarlıktan, gelişmişlikten, kültürden ve ahlakî değerlerden bihaber ilkel çocuklar olarak karşımıza çıkıyor) yeni bir uygarlık kurma yolunda birlikte yaşamaya başlıyorlar; tabii yeni bir salgın, kuracakları bu yeni uygarlığı bir "köpük" gibi uçurup götürmeyecekse...
Kızıl Veba
Kızıl VebaJack London · Türkiye İş Bankası kültür Yayınları · 202032,9bin okunma
·
97 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.