Gönderi

SENCİL SEVGİ Sevgi, aşk, tutku üzerine nice fıkra, masal, öykü binlerce yıldan beri kuşaktan kuşağa, dilden dile aktarılmıştır; ama, hiç biri Elzübeyr’ inkine benzemez. Elzübeyr, arap illerinde acemistan’ a doğru uzanan çöllerde yaşayan bir bedeviydi. Her gün çölde Allahın güneşi doğar, şeytanın alacası her akşam çadırların üstüne iner, gece ve gündüz birbiri ardı sıra gökte nöbet tutardı. Elzübeyr’in gözü Şebdiz adlı kısrağından gayrı hiç kimseyi görmüyordu. Şebdiz kır bir Arap kısrağıydı; yelesinin ve kuyruğunun tüyleri Çin ipeklisi gibi ince ve parlaktı, ayak bilekleri bir gazalınkinden daha narindi; toynakları sedeften parlaktı; gözleri Hintli bir güzelinki kadar siyah ve süzgündü; rüzgarla yarışırdı. Mağrıptan maşrıka kadar ünü yayılmıştı . Şebdiz’in, geçilemez bir kısrak olduğunu dost düşman teslim etmişti. Elzübeyr’in yaşamdaki tek mutluluğuydu. Bedevi, kıl çadırını Saray, kendisini sultan, şebdiz’i de gökten inmiş armağan sayardı. Öteki hayvanlarından ayırırdı kısrağını; başka atları da vardı, ama Elzübeyr, Şebdiz’ e gözü gibi bakardı, onunla sayrılanır, onunla yer, onunla içerdi. Şebdiz’in sırtında Elzübeyr bambaşka bir adam olurdu. Çevrede Şebdiz ‘e göz dikenler elbette az değildi. Ne yapıp edip bu eşsiz kısrağa sahip olmak isteyen nice zengin, şeyh, aşiret reisi, Elzübeyr’e avuç dolusu altın vermişler, ancak bedevi atını satmaya yanaşmamıştı. Gün geçtikçe bir yandan Şebdiz’in ünü, öte yandan kıskanç gözlerde hırs büyüyordu. Bir gece, epey şarap içen Elzübeyr, derin uykuya dalmışken kişneme sesiyle uyandı. Çadırından kendisini dışarı attığında, bir hırsızın şebdiz’i kaçırdığını hayal meyal görebildi. Hemen bir başka hayvana atlayarak kaçanın ardına düştü. O güne kadar Şebdiz’e hiçbir at yetişememişti; hiç geçilmemişti kısrak; ama hırsız kötü bir binicydi, Elzübeyr ise tam bir ustaydı. Biniciler arasındaki eşitsizlik bir zaman sonra etkisini gösterdi; ayışığının aydınlattığı çölde hırsıza yaklaşmaya başladı. Ancak yüreğinde bir ikilem çatallaşıyordu: Eğer hırsıza yetişirse Şebdiz’ e kavuşacak, ne var ki kısrağın adı iki paralık olacaktı. Sabahla birlikte bütün çöl olayı duyacak; olan bitenleri öğrenenler, gözü gibi sevdiği şebdiz’i azımsayacaklardı. Kim bilir neler söylenecek, ne alaylar edilecek, ne yergiler türetilecekti. Birden kararını verdi Elzübeyr ve hırsıza bağırdı: – Hayvanın boynuna sarıl ve sol kulağını ısır! Hırsız kısrağın sahibinin dediğini yaptı; Elzübeyr, Şebdiz’i tanıyordu. Ok gibi fırladı Şebdiz… Karanlıkta kayboldu. Elzübeyr mutlu muydu? Belki hüzünlü bir mutluluktu bu; Şebdiz onurunu korumuştu, geçilememişti. Ama Elzübeyr, Şebdiz’ i yitirmişti. Ardından yetişse, yine yitirmeyecek miydi? Üstüne gölge düşecekti kısrağın; bu ayıp bedeviye bir ömür yeter de artardı. Şebdiz için avuç dolusu altın öneren nice şeyhi geri çevirmişti de gözbebeğini kendi elleriyle bir uğursuza armağan etmişti. Sevgi ille de sahip olmak duygusundan kaynaklanmaz.
Sayfa 108 - ÇağdaşKitabı okudu
·
329 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.