Gönderi

361 syf.
10/10 puan verdi
TÜRKİYE- İSVEÇ İLİŞKİLERİNE DAİR
Türkiye ve İsveç ilişkilerinin 1914-1938 dönemini anlatan bu eseri, farklı bir şeyler okumak adına alıp okumuştum ama kitabı alırken bu kadar kaliteli bilgiler öğreneceğim beklentisi yoktu. O yüzden beklentimin de üzerinde çıkması eserden daha fazla keyif almamı sağladı. Türkiye ve İsveç ne alaka, ne çıkabilir ki diye düşünmeyin. Hiç aklınıza bile gelmeyecek güzel bilgileri bu ilişkilerde öğrenebilirsiniz. Eser, giriş kısmında Osmanlı ile ilişkilerin olduğu dönemlerden bahsedip okurları dönemi daha iyi analiz edebilmeleri için güzel yönlendiriyor. Kitabın bu kısmı asıl alan olmadığı için okuru sıkmadan, kısa anlatıyor. Sonrasında ise asıl konusu olan döneme geliyor. Asıl dönemi ise o kadar ilgi çekici ve akıcı ki hem konunun güzel olması hem de yazarın dili durumu daha da güzelleştiriyor. Dönemin başlangıcı 1. Dünya Savaşı kısmı, ama bu kitap size savaşın anlatılan doğasından çok, arka planını anlatıyor. Yani, genelde bir savaş tarihi anlatırken tarafların durumu, cepheler ve çatışmalar gibi konuları anlatırken, bu eser sizi savaşın içine daha fazla sokup, esir düşenlerin başına neler geldiğini de gösteriyor. Kafkas cephesinde Rusya ile savaşıldığı bilinir fakat orada esir alınan kişilere ne olduğunu çoğu kişi bilmez, bu eser sayesinde esirlerin, esir olduklarından sonra yaşadıklarını da gösteriyor. Hangi şartlarda yaşadıklarını daha iyi anlayabiliyorsunuz. Türkiye ile İsveç’in çıkar çatışmaları veya aralarında nefret oluşturabilecek bir gelişme olmadığı için olaylar ağırlıklı olarak sosyal alanlar kısmında gelişmiştir. Eseri okurken karşılaşacağımı düşünmediğim bir alana da yazar çok iyi değinmiş. Türkiye- İsveç ilişkileri okuyan biri Ermeni Tehcirini karşısında görmesini beklemez. Ama o dönemde ülkemizde bulunan İsveç vatandaşı bazı kişilerin bu olayları aktarması ile olaylar hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyoruz. Hatta soykırım yapıldı iddiaları bir İsveçlinin kulaktan duyup aktardığı, görmediği bir olay üzerine yayıldığı iddia edilir. Olay sırasında o bölgeye yakın başka bir İsveçlinin de böyle bir şeyin olmadığını söylemesi dünya kamuoyunda ciddiye alınmamış hatta bizim ülkedekilerin bile bildiklerine şüphe ettiğim bir detaydır. Olayı sözlü şekilde aktarılma durumları olayların inandırıcılığını yüksek oranda etkileyen bir faktördür çünkü bilgiler sadece söz yayılırken değişime çok açıktır. Aktaran kişi olayı daha abartabilir veya bambaşka bir forma bile sokabilir. Tehcirin olduğu bölgede yaşamış ve günlük tutmuş kişinin söylediklerine de, soykırım olmuştur diyenin söylediklerine de bu kitapta ulaşabilirsiniz. 1.Dünya Savaşı’nda İsviçre tarafsız kalmış ve Kızıl Haç Vakfı ile sağlık hizmetleri yardımında bulunmuştur. Bu sebeple Rusya’ya gittiği vakit oradaki esirlerin durumlarını da görmüş ve bazı Türk esirlerinin daha iyi şartlara ulaşmasını sağlamış hatta esirlikten kurtulmalarına vesile olmuştur. Bu alan belki de kitaptaki en dikkat çekici bölüm olabilir. Bazı esirlerin Sibirya’ya kadar sürülmeleri sonucu yaşanan dramlar, yolda Orta Asya’da bazı soydaşlarından destek gördükleri ufak anlar, ölenler, kalanlar… Bu dönemi daha iyi anlayabilmek için bile okunması elzem bir eserdir. Kurtuluş Savaşı döneminde, İsveç elçisi İstanbul’da bulunuyor ve İstanbul aşığı bir kişi olduğundan savaş bittiğinde de başkentin İstanbul olacağını düşünmesi ve işlerin öyle gelişmemesi sonucunda Ankara’ya gitmek istememesi, bu alanda diretmesi de eserde görülen başka bir detaydır. O elçi emekli olana kadar, İsveç Ankara’da daimi elçilik bulunduramamıştır. Çünkü elçi sürekli bu kısa süreli bir şeydir, İstanbul’u tekrar başkent yaparlar düşüncesini sürdürüyordu. Aslında bu düşüncede olan tek kişi de bu zat değildir. Çünkü Avrupa’daki çoğu ülke temsilcileri bu düşünceye sahipti. Ankara gelişmemiş bir taşraydı, oradan nasıl başkent olabilirdi ki! Eninde sonunda bu kararın değişeceğini düşünüyorlardı ama baktılar olacak gibi değil yavaş yavaş Ankara’ya gelmeye başladılar. O zamana kadar, İstanbul’da kalıp, Ankara’ya trenle gidip geliyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam İsveç elçiliği 1934 yılında Ankara'ya taşımıştır. 1930’lardan sonra ilişkiler daha da ilerledi, hatta bir ziyaret sırasında bir balo düzenlendi. Atatürk’ün saf Türkçe sevdasına fazla düştüğü bir dönem olduğu için bir konuşma hazırlamıştır ama anlaşılması çok güç. O konuşmada bu eser de mevcuttur. Atatürk, sonra bu işin böyle yapılamayacağını anladığı için o sevdadan daha sonra vazgeçmiştir. Dilin sadeleştirilmesini istemesi güzel tabi ki ama hazırladığı metin gibi konuşmak da istemezdim açıkçası. Atatürk’ün farkı da burada ortaya çıkmaktadır, yaptığının yanlış olduğunu anladığında hemen o karardan vazgeçebilirdi. Türkiye ile İsveç’in o dönem çok da büyük olmayan bir ticari ilişkileri vardı. Eser, bu alandan da bahsetmiştir. Çok büyük hacimli bir ilişki olmadığı için üzerinde durmaya bile pek gerek olmadığını düşünüyorum. Bu eser, böyle genel anlatılan tarihin dışına çıkıp farklı bilgiler öğrenmek isteyen tarih meraklısı okurların ilgisini çekebilecek bir eserdir. Tabi cumhuriyet tarihine ilginiz var ise. Yazarın dili sade ve akıcıdır. Böyle bir okur olduğunu düşünen kişilere tavsiye edilir.
Türkiye-İsveç İlişkileri (1914-1938)
Türkiye-İsveç İlişkileri (1914-1938)Evren Küçük · Türk Tarih Kurumu Yayınları · 20173 okunma
··
277 views
Büş okurunun profil resmi
Ermeni soykırımını iddiaları için okuyabilirsin demiştin ama genel olarak da güzel konulara değinen bir kitaba benziyor.
Thoth okurunun profil resmi
Kitap yormadan güzel konulara değiniyor. Beğendiğim kitaplardan, inceleme hoşuna gittiyse kitap daha çok gidebilir.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.