Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

504 syf.
9/10 puan verdi
·
12 günde okudu
Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum Millet nedir? Kime, niye denir? Her topluluk bir millet oluşturabilir mi yoksa belirli kaideleri mi vardır millet olmanın? Tarih boyunca bu konuyu birçok filozof gündemine almış,kavrama ilişkin muhtelif açıklamalar getirmişlerdir. Bugüne gelindiğinde ise milletin ne olduğuna dair iki temel anlayıştan bahsederiz. İlki daha eski yıllara dayanan objektif millet anlayışıdır. Bu anlayışa göre; millet, belirli bir ırka mensup, belli bir dili konuşan veya aynı dine mensup insanların oluşturduğu topluluktur. Tanımdan da anlaşılacağı üzere bu anlayış millet olmayı bazı objektif şartlara bağlamıştır. Din, dil veya ırk birliği sağlanmadıkça bir topluluk millet sayılmayacaktır. İkinci anlayışı ise sübjektif millet anlayışıdır. Bu anlayış bir toplumun millet vasfını kazanması için bazı objektif unsurların sağlanması görüşünü reddeder. Millet olma şartlarını manevi ve soyut nitelikli sübjektif unsurlarla açıklar. Subjektif millet anlayışı ilk defa Ernest Renan tarafından ortaya konmuştur. 1882 yılında yayınlanan Millet Nedir isimli kitabında milleti şu şekilde tanımlamıştır:“İnsan, ne ırkının, ne dilinin, ne de dininin, ne de nehirlerin izlediği yolun, ne de sıradağların yönünün eseridir. Sağlam duygulu ve sıcak kalpli insanların bir araya gelmesi manevî bir şuur yaratır ki, buna millet denir”. Açıkça anlaşıldığı üzere Ernest Renan millet kavramını tüm maddi unsurlardan bağımsız değerlendirmiştir. Ona göre millet olmak iki manevi prensip sağlandığı takdirde mümkün olacaktır. Bir ilkelerden ilki ‘zengin bir hatıra mirasına’ sahip olmaktır. Bu ilke ile anlatılmak istenen bir topluluğun aynı acıları, üzüntüleri, mücadeleleri birlikte karşılamaları ve tüm bu sevinç, keder, zafer veya yenilgilerin toplumu birbirine bağlamış olmasıdır. Bir arada mücadele vermeyen ve paylaşımda bulunmayan hiçbir toplum manevi bir bağ kuramaz ve bir millet olamaz. Ernest’in ortaya koyduğu ikinci ilke ise, ‘birlikte yaşama ve ortak bir gelecek yaratma’ isteğidir. Bu istek toplumu bir arada hareket etmeye yöneltecek ve aralarında bir bağ kurulmasını sağlayacaktır. O zaman diyebiliriz ki; bir insan topluluğu ancak bir ülkü birliği kurdukları ve beraber ortak bir gelecek yaratmak istedikleri takdirde millet vasfını kazanabilir. Bu iki ilke birleştiği zaman ortak bir maziye sahip ve bir arada yaşamak isteyen insan topluluğunun millet olduğu konusunda herhangi bir şüpheye yer kalmayacaktır. İşte MitkaGrıbçeva tarafından kaleme alınan bu kitap bu iki anlayışın getirdiği farklılıkları somut bir şekilde ortaya koyuyor. MitkaGrıbçeva bir kadın, işçi ve partizan olarak yaşadıklarını anlatırken bizler arka planda bu iki anlayışın çatışmasına şahit oluyoruz. Mitka, fakir bir ailede doğmuş erken yaşta çok zor şartlarda çalışmak zorunda kalmıştır. Ama Mitka bu konuda yalnız değildir. O zamanlarda Bulgaristan’da çalışan hiçbir işçi emeğinin karşılığını alamıyor, oldukça sağlıksız ortamlarda çalıştırılıyorlardır. Şartların iyileştirilmesi ve bu düzenin değiştirilmesi için işçiler örgütlenmeye başlar. Mitka’nın işçi örgütüne katıldığı günden Ognyana’nın bir partizan olarak Büyük Zafer’i karşıladığı güne kadar olan direnişini anlatır Grıbçeva kitabında. Patronlara karşı başlatılan bu mücadele zaman içerisinde faşist Almanya’ya karşı verilen bir savaşa dönüşecektir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla etkisini arttıran faşizmin bir milleti nasıl acılara mahkum ettiği kendini her satırda hissettirir. İllegalliğe geçenMitka direniş örgütü olan Vatan Cephesi safhında yer alır ve Ognyana olarak savaş takımına katılır. Müfrezelerdeki geçen anılarının anlatıldığı kısımlarda sadece Mitka’nın değil onlarca insanın bu uğurda neler feda ettiklerini ve dahası için gözlerini bile kırpmayacaklarını görürüz. Onlarca savaşçının hikayesine ortak eder Mitka bizi ve aynen Mitka gibi biz de o kahramanlara, mücadelelerine hayran kalırız. Tüm bu direniş hareketi süresince partizanlar, yataklar, işçiler ve faşizme karşı koyan her köylü ortak acılardan geçiyor ama hiçbiri de mücadelesinden vazgeçmiyordu. Umutsuzluğa düşmek yasaktı, tek dilekleri Büyük Zafer’i görebilmekti. Ortak bir gelecek inşa etmek istiyordu bu insanlar, daha yaşanılası bir gelecek. Kitap boyunca birçok acıya şahit oluyorsunuz. Ama içlerinden biri var ki asla akıllardan çıkmayacak Brusen Savaşı… Violeta,Stanil,Miko, Guco, Vasilev ve daha nice savaşçı. ‘Tüm Slav ırkını Tanrı’nın seçtiği Alman ırkına gübre olarak ilan eden Hitlerci efendilerine yaranmak için her şeyi yapan faşist iktidar diye bahsediyor Mitka o zamanki Bulgaristan yönetiminden. Ve Brusen Savaşı bölümünü okurken işte bu faşist yanlısı yönetim anlayışının sebep olduğu katliamın şahidi oluyorsunuz. Mitka ve diğer cesur partizanların, bir milletin, direniş öyküsü Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum. Okunması ve okutulması gereken bir otobiyografi. İyi Okumalar.
Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum
Seni Halk Adına Ölüme Mahkum EdiyorumMitka Grıbçeva · Yar Yayınları · 2018372 okunma
·
308 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.