Gönderi

134 syf.
·
Puan vermedi
Ben Kimim?
Kimlikler.. Üzerinde yaşadığımiz dünyaya bizim tercihlerimiz doğrultusunda farklı farklı kimliklerle geliriz. Doğarsiniz ya hemen size Müslüman kimliği Yahudi kimliği ya da Türk Kürt kimliği ya da siyah beyaz.. Nitekim olay kıtalara dahi gidebilmekte ve Asyali Avrupali dahi denilmektedir. Üstelik sizin haberiniz olmadan.. Bir bakıma doğru bir tespit aslında lakin elimizde olmadığı için sıkıntılar başgosterebiliyor. Niye mi? Hristiyan bir ailede doğan bir kişi pek ala ilerleyen yıllarda Hindu dinini benimseyebilir ve bu durum Hristiyan aile tarafından kabul edilmeyebilir. Hele ki aile Hristiyanluga çok bağlıysa.. İşte tam olarak mesele bu. Kazanılmış kimlikler zamanla edinilmiş kimlikleri golgelemeye başladığı anda çatışma çıkıyor. Kazanılmış kimlikler kişinin daha çok ait hissettiği kimlik durumuna geliyor bu arada.. Foucault hapishanenin doğuşu adlı eserinde iktidarın insanları taksonomiye alma şekline benzetebiliriz bu kimlikleri. İktidar nasıl ki bir gurubu hastaneye bir gurubu hapishaneye ya da postaneye endeksleyip siniflandiriyorsa ve bu şekilde yönetim kolaylığı sağlıyorsa belki de kimlikler de bu amaca hizmet ediyordur.. Sonuç itibariyle hepimiz Doğu Afrikalıyiz.. Homo sapiens ordan çıkmış ya. Hoş başka bir tür çıktı bu aralar ismini unuttum. Neyse. Kimliklerimize bağlılığımiz niye bu kadar üst seviye ki? Üstelik bazen zarar verdiğini bilmemize rağmen. Aklıma Tesla nin sahibi Elon Musk geldi. Çocuğuna xyz23 (farazi) diye bir isim vermişti ya. Bunu yapamaz mıyız. Farklılıkları ortadan kaldırmak için. Hepimizin bir kodu olsun yeter. Peki içimiz el verir mi? Kimliklerin dış denetimler sonucu bazen tabiri caizse raydan çıktığını ve bu yüzden savaşların meydana geldiğini dile getirir. Yazarımız bunu gerekli kılacak bir şeyin olmadığıni ve olmaması gerektiğini beyan ediyor aynı zamanda. Buna istinaden soruyor. Bize soruyor. Buna biz yani hepimiz neden olmuyor muyuz göz yummuyor muyuz? İçimizdeki cevaplarla vicdanları baş başa bırakiyoruz... Kimligin üst seviyeden fanatize edilmesi yazara göre zamanla bunalıma itmistir insanlığı. Yeri geldiği zaman ise kimliklerin çekilen açılardan dolayı reddedildigini dile getirir ya da geri plana atıldığını söyler. Uzun süren çatışma hali ve savaşlar bunun esas nedenidir diye düşünür yazar. Bundan dolayı toplumsal konsensüsler oluşmakta kadınlar erkeklere eşittir söylemi dile getirilmekte melezlik kavramı can bulmaktadir der. Yıllar önce bu durum benim de dikkatimi çekmişti ve çok ütopik bir düşünceye kapılmıștım. Genel bir sperm bankası :) bu banka BM bünyesinde olup tek merkezde olmalıydı. Çocuk isteyen çiftler çocuğu kendileri yapacaklarina bu bankaya başvurmaları gerekirdi ve bu bir zorunluluk olmali ve insanlar buna uymaliydi. Çok değil bi kaç nesil sonra 'genel melez' bir ırk ortaya çıkmış olup en azından köken üzerinden yapılan kimlikler son bulacaktı. Belki de sıra diğerlerine gelecekti. Ha bu arada konuşulacak dil ise Elf'çe olmalıydı.. Ütopya işte :) Bazı sorunların nedenlerini doktrinlere bağlamanin pek faydası olmadığı kanısında yazar. İster dini doktrinler olsun ister ekonomik ya da siyasi.. Islam ve Hristiyanlik dinini ele alıp bu dinlerin özlerinde sevgiyi barındırdığıni dile getirir lakin bu dine mensup olan bazı fanatik kişilerin davranışlarıyla dinleri yok ettiğini ya da olumsuz gösterdiğini söyler. Burda ince bir nüans vermekten de alıkoymamistir kendisini. Sizler de biliyorsunuz ki fanatizm kokan bazı davranışlar karşısında bazılarımız 'ama bu bizim özümüzde yok' deriz. Yazar bu 'bazılarımizi' da eleştiriyor gibi. Çünkü fanatik guruplar belki de sessiz kalan, tepki vermeyen 'bazılarımız' yüzünden böyle yapıyorlardir... Karşılaştırmali tarih anlayışına yönelen yazar İslam ve Hristiyanlik dinlerinin dününü ve bugününu gözler önünde seriyor. Bazı oluşumların hayat bulması için zeminin uygun olması lazım gelir. İslam dininin ortaya çıkışını Roma imparatorluğunun yıkılmasına bağlar. Siyasal otorite boşluğunu dolduran kendini gerçeklestiren kehanet gibi. Tabi İslam dininin yayılmasını sadece Roma imparatorlugunun yıkılışına bağlamaz. Ayni zamanda yazara göre dönemin en ileri paradigmasiydi belki de. Bir zamanlar İslam dininin içeriğinin çok güzel şeylerle dolu olduğunu ve bu sayede ispanyadan hindistana kadar olan yerlere sirayet ettiğini dile getirir. Günümüz İslam anlayışıyla eskiyi karşılaştıran yazar günümüzdeki anlayış karşısında derin üzüntü duyduğunu dile getirmektedir. Kendisine yöneltilen - ama şimdi bakın ne kadar da kötüler - gibi söylemlere ise anlam yukleyemedigini söyler. Muhtemelen tarihsel yorumlama biçiminden olsa gerek. O zamani ayrı bu zamanı ayrı tutan bir anlayış. İslam dini ile Hristiyanlik dinini de karsilastirmistir yazar. Daha doğrusunu söylemek gerekirse ikisinin yorumlanma biçimlerini karsilastirmistir. Ona göre İslam dini Hristiyanlik dinine göre (yorumlanma biçimine göre) daha insancıl ve özgürlükçü. Örnekler verir bu konuda. Hala Arap topraklarında (Müslüman topraklarda) Müslüman olmayan nice nice kavimler söyler. Kendisi de Lübnanli bir Hristiyan olmasından dolayı bence güzel bir tespitte bulunmuştur. Oysaki Avrupa (hristiyan) topraklarinda Müslüman kavimlerin olmadıgini söyler. İspanyada yaşayan Müslümanların öldürüldugunu ve bazılarınin cebren hristiyanlastirildigini söyler. İnsana verilen değerin dini yorumlamalar karşısındaki durumunu böyle tespit eder. Yanlış hatırlamiyorsam böyle bir tespiti Nietzsche de bir kitabında dile getirmisti. Modernizmin insan yaşamını kolaylaştırdigini ve insanı en azından maddi anlamda ileriye taşıdığı konusunda sanırım çoğumuz hemfikir oluruz. Bir dönem İslam dünyasının modernizmi göğüsledigini söylerken sonraları Hristiyan dünyasının ipi göğüsledigini dile getirir. Antik yunun felsefesinin İslam toplumlarınca yorumlanmasıni ve geliştirilmesini İslam'ın modernizmi sayar yazar. Bunu file getiriken dinin modernizmi getirdiğini savunmuyor. Tarihteki mevcut insan anlayışının modernizmi getirdigini söyler. Hatta yer yer din kurumunun modernizme karşı olduğunu savunur. Örnek verip Avrupa modernizmini klisiye rağmen hayat bulduğunu söyler. Aslına bakacak olursak çok haklı bir tespit daha. Din aynı din ama Abbasiler ile Emeviler arasında belirgin fark var. Keza yine din aynı din ama Ortaçağ klise anlayışı ile Rönesans Reform dönemleri arasında yine belirgin farklar var. Mesele bir şeyi nasıl ele aldığınız meselesi aslında.. Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ, taş olur gibi bisey. Tuhaf bisey oldu. Okuduğum bir önceki kitapta da Modernizmin tek tiplestirici durumuna atıfta bulunmuştu sevgili Russell. Amin Maalouf da Modernizmin renkliligi yok ettiğini dile getiriyor. Gittikce Batınin kültürü egemen oluyor. Ve kim olursa olsun bu kültüre uyduğu zaman kendinden biseyler kaybettiğini dile getiriyor. Neredeyse teknik gelişmenin olduğu her yerde Batılılasmanin söz konusunu olduğunu dile getirir. Bizi biz olarak hatırlatan şeyler ise sanırım zamanında yapmış olduğumuz yapıtlar. Taş yani. Sayın sevgili okurlar bir nebze coğrafya okuduğum için sizlere şunu dile getirmekten kendimi de alıkoyamayacam. "Var olan en iyi en büyük şahitler taşlardir." Emin olabilirsiniz. O yüzden litoloji hakkında az biraz bilginiz olsa bence hiç fena olmaz. Kendinizi hiç tanımladiniz mi. Daha da doğrusu kimliğinizi hiç tanitladiniz mi daha önce ? İnsan birçok kimlikle sarmalanmis durumda aslında. Bunlardan biri ise baskın kimlik durumudur. Gunumuzde baskın kimlik yazarın anlattığına göre İslam a dahil olmaktır yani Müslüman olarak kişinin kendisini tanıtmasidir. Elbette ki bizim coğrafyalarda. Peki ne oldu da İslam zaman içinde baskın kimlik oldu? Yazara göre bi enjekte edilmiş bir durumdur. Bazı şeyler karsitlariyla hayat bulur mantalitesiyle baskın kimliğin Müslüman olmasını komünizme bağlar. Komünizmin Batı tarafından engellenebilmesi adına İslam kimliği baskın kimlik haline geldi. Tarihi kayıtlara baktığımızda bunun somut örneklerine ulaşabiliriz. ABD nin yapmış olduğu Truman doktrini Marshall planı ve Afganistan'daki salt I ve salt II anlaşmaları belki en iyi örnekleri oluşturur. Diğer yandan küreselleşmenin getirdiği ani değişikler. Gerçekten de insan psikolojik olarak ani değişimleri kolay kolay hazmedemeyebilir. Günümüzde bile bircok kimse yanlizlik depresyon gibi ruhi 'hastaliklarla' mucade ediyor. Hal böyle olunca yazara göre kişi aidiyet hissine ihtiyaç duyuyor. İnsan kendisini bir yere ait hissedemiyorsa, yalnız kalmışsa, söyledikleri onemsenmiyorsa illa ki problem doğurur bu durum diye dusunuyourm ve yazara da katılıyorum. Ekonomik gücünüz yok bu yüzden birçok ortama giremiyor ya da dislaniyorsunuzdur. Bilimsel bir gelişme kaydedemiyor dolayısıyla yeniliğe kapalı oluyor ve yerinde sayıyorsunuz. Tüm bunlardan dolayı kişi kendisini eskiye entegre etmeye çalışıyor ya da eskiyi yüceltme girişiminde bulunuyor. Ortadoğudaki gerici ve yoz durumun nedenlerini az biraz bu şekilde ele almış yazar. Söyle bir düşününce hak vermemek elde değil. Pek tabi sanuca hak vermemek elde değil. Ama böyle mi olması gerekir diye soracak olsaydık elbette ki kesinlikle ve kesinlikle böyle olması gerekmezdi.. Laiklik düşüncesi yazarda da hakim sanırım. Kilisenin devletten ayrılması gerektiğine inanıyor. Hatta ve hatta klisinenin bir kimlik olmaktan çıkması gerektiğini ifade ediyor. Yazara göre kimlikler din üzerinden sekillenmemeli. Bunun yerine zamana uygun farklı kimlikler oluşum göstermeli. Dinler arası sentez, komünizm ve kapital sistemin gün geçtikçe birbirine yaklaşması be komünizmin sosyalizmi doğurması gibi durumlar esas itibariyle yeni ortak bir kimlik oluşturma yolundaki taşlar olarak addeder. Aslında gerek yok tüm bunlara. Sevgili uzaylı kardeşlerimizden bir saldırı gelse hepimiz dünyalı oluruz. Evet işte o zaman belki de 'dünyalı' olduğumuzu ve hepimizin dünyada yaşadığını farkederiz. Kahrolsun uzaylilar yaşasın dunyalilar...Gezegenler arası turler arası mahkemesi dunyalilari dışlıyor gibi söylemler artık dilimize pelesenk olacak belki de... Dünyalılașma... Maalouf dünyalılasma ile günümüzdeki ve gelecekte olması muhtemel bazı problemlerin önüne geçilebilecegini savunur. Peki dünyalılasma nedir ki acaba? Dünyaya entegre olmak demek istiyor sanırım. Politik, kültürel, ekonomik ve sosyolojik açıdan dünyayla entegre olma ve aradaki bariz farkların azami ölçüde azalmasi. Bunu güzel dile getirmesine rağmen modernizme atıfta bulunurken aynı zamanda Russell gibi aynılașmadan da dem vuruyor ve eleştiriyor. Madolyonun iki tarafını aynı anda kullanmak gibi gelebilir bize fakat Maalouf burda da ince bir nüans sunuyor bizlere. Ona göre dünyalılasma kapsayıcı olması gerek. Her kültürden biraz biraz. Sadece ve sadece ABD ve Batı medeniyeti ile dünyalılasma olacak olursa Doğu medeniyeti bunu hazmetmekte sıkıntı yaşayacağı gibi bu durum problemlerin önünü de kesmez. O yüzden dünyalılasma derken sadece batı endeksli değil de komple dünya endeksli bir dünyalılasmadan bahseder. Diyalektigin olmazsa olmaz, olması gereken söylemi olan 'herseyde herseyden biraz vardır' mottosunu hatırlatti. Ne az ne çok ne sağ ne sol ne aşağı ne yukarı! Hepsi. Tüm sebzeleri ve meyveleri toplayıp kazana atın kısık ateşte pişirin. İşte bunun adı da 'Dünyalılașma çorbası' olsun. Kültürel çeşitliliğin zenginlik kaynağı olduğunu dile getirir Maalouf. Bizler nasıl ki bitki ve hayvan çeşitliliğinin korunmasında mücadele veriyorsak kültürlerin korunmasında da mücadeleci olmalıyız der. Bu konuda özelde dil üzerine eğilmiştir. Dillerin korunması ve yaşatılması amaclanmalidir der. Din ve dil ayrımına giden Maalouf dilin dinden daha önemli olduğunu dile getirir hatta. Bir kişi pek ala dinini değiştirebilir. Ama dilini değiştiremez. Öte yandan din değişikliğine gittiği zaman yine sadece bir dine mensup olur ve eski mensup olduğu din anlayışı geride kalmış olur ona göre. Halbuki edinilen ikinci dil ise artı kazanç olarak bize yansımaktadır. Bazı kaynaklarda dünya üzerinde 5 bin dil olduğu dile getirilir bazı kaynaklara göre ise 3 bin ya da 4 bin vs vs. Bunların 700 kadarı ise Hindistan coğrafyasında mesela.. Sentinel isminde bir kabile var dünyanın bilmem neresinde (hatırlamiyourm) bu kabile dış dünyaya karşı tamamen izole bir hayat tarzı sürmekte hala. Bildiğiniz ok mızrak kullanıyorlar hala. Ve muhtemelen hala avcılık ve toplayicilik çağındalar. Sizce bu dünyanın zenginliği değil midir. Çok ama cooook uzaklara gitmeye gerek yok. Ülkemizde, Van şehrinde bir adam var ve Urartuca biliyor :) kitabeler üzerindeki yazıları hala okuyabiliyor. Ve bu dili bilen onlarca kişiden biri. Pür dikkat lütfen çünkü onlarca kişiden biri diyorum. Onlarca ne demek biliyor musunuz sayın pek sevgili okurlar. Bir dilin onlarca kişi tarafından konuşulması çok ekstrem bir durum olmakla birlikte aynı zamanda bir trajedidir. Ve bu dilin kurtarılmasi lazım.. Derhal tıp bilginleri ölümsüzlük formülünü bulup bu adamı yasatmali :) çünkü bu dili bilen onlarca kişiden biri bizim ülkede yaşıyor ya. Lütfen ama lütfen şu dediğimi idrak etmenizi istiyourm. Onlarca kişiden biri..!
Ölümcül Kimlikler
Ölümcül KimliklerAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 20197,8bin okunma
··
1.300 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.