Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Boşluk hissi
Bazen bunun nedenin evrimsel olduğunu düşünürüm. Normalde avlanmamız gereken saatlerde biz, beton sokaklarda dizili beton evlerde veya ofislerde boş boş oturarak günümüzü tamamlarız. Fosil yakıtlarla çalışan ve metal yığınlarından oluşan araçlarla evimize gider, doğal gazla ısınan sıcacık banyolarda duş alır, sıcacık evlerde vakit geçirir ve önceden fabrikalarda hazırlanmış hazır gıdaları yine hazır enerjiyle pişirir ve yeriz. Elektrik enerjisiyle çalışan makinelerde çamaşır ve bulaşıklarımızı yıkar, yine elektrikle ortamımızı aydınlatırız. Hiçbir hayati endişeye ve korkuya gerek kalmadan yumuşacık yataklarımızda yatar, önceden ayarlanan alarmlarla uyanır ve tekrar aynı metal yığınlarından oluşan araçlarla işimize gider ve aynı şeyleri tekrar ve tekrar en baştan yaşamaya devam ederiz. İnsan gücüne gerek kalmamıştır artık. Makineleşen dünyada biz de makineleşmişizdir artık. İnsan dediğimiz şey yüz bin yıl önce tıpkı bizlere benzeyen canlılar mıydı, yoksa yüz bin yıl sonrakine evrilen bu son halimiz midir? Buz gibi sularda balık avlayan, buz gibi mağaralarda her an kendilerinden daha vahşi bir avcı tarafından avlanacak olmanın tehdidiyle diken üstünde yatan, alarm yerine günün ilk ışıklarını, yatmak için ise günün son ışıklarını bekleyen kadim hayatlarımızda, şimdilerde bu endişelere neredeyse hiç gerek kalmamıştır artık. Günün sonunda hayatta kalmak asıl amaç iken şimdilerde ne zaman akşam olacak sıkıntısı içerisine girmişizdir. Her gün ölümle burun buruna gelen çelik bedenlerimiz şimdilerde kimin kendisi hakkında ne konuştuğu endişesine düşen narin bedenlere dönüşmüştür. Değişmeyen bir şey varsa o da hâlâ güçlünün zayıfı ezdiğidir. Binlerce yıl önce vahşi yaşantıları nedeniyle alay ettiğimiz eski bizler ile yeni bizler arasında düşünce itibariyle pek bir şey değişmemiş gözüküyor. Değişen tek şey konfor alanlarımız olmuş gibi. O halde insan dediğimiz şey sadece bizim kendimize taktığımız bir tür lakap mıdır? İnsan dışında insana, insan diyen bir canlı var mıdır? Tüm maymunlar şuan kendilerini insan diye tabir ederse buna kim karşı çıkabilir? Yoksa o zaman biz de bir tür hayvan mıyız, kendisine insan diyen? Yüz binlerce yıl boyunca alıştığımız şeyleri sadece birkaç bin yılda bırakmak kolay olmamalı. Yani şöyle bir düşününce ortalama yetmiş yıllık ömrümüzün sadece on yıllık bir döneminde içtiğimiz bir sigara alışkanlığından kurtulmak bile aylarca sürüyor, ki bıraksak bile hiçbir zaman unutamıyoruz; sadece içmemeye alıştırıyoruz kendimizi. Yani alışkanlıklar bütününden oluşan şu kısacık hayatlarımızda, işin sonunda hep başka bir alışkanlığın eskisinin yerine geçmesiyle sürüp gidiyor. Bir sonraki ise bir öncekinin yerini hiçbir zaman tam anlamıyla tutamıyor. Bu da içimizde giderek büyüyen boşluk hissinin nedenine dair ipuçlarını veriyor. Sanırım biz henüz konforlu alanlarımıza tam alışamadık. Sanki nerede olmasak orada daha mutlu olacakmışız gibi hissediyoruz. Her yaptığımız şeyde daha iyisini düşünerek o anki durumdan güzel bir şey çıkarmayı beceremiyoruz. Evet, eski biz, yeni bize özlem çektirmeyi hâlâ başarabiliyor, biz farkında olmasak bile. En sosyalist, en devrimci bir insan bile aslında bir taraftan da gizli bir muhafazakardır. Çoğunluğumuz hâlâ vahşi hayatın özlemi içerisindeyizdir: günün sonunda sahip olduğumuz her şeyi kendi bilek gücümüzle kazanma özlemi, birkaç kısa an dışında neşemizi sürekli kaçırmayı başarıyor. Ne kadar da ironik değil mi? Hayatını kaybetme pahasına savaştığımız şeyler, şimdilerde önümüze altın tepside sunulmasına rağmen biz yine de içimizde tatmin olunamaz boşluk hissinin sıkıntısından muzdarip bir şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Hep bir eksiklik hissi, daha iyisi olabilir düşüncesi, iyiyi de götürüyor. Hayatta kalmak için ihtiyacımız olan şeyler değişmedi aslında, sadece bunlara ulaşmamız gereken zaman ve enerji azaldı. Biz bu arta kalan enerji ve zamanla ne yapacağımızı tam çözemedik işte. Bir hobi edinmek, ormanda uzun bir yürüyüş yapmak, güzel bir diziye başlamak, bir kafede arkadaşlarla hoş bir sohbet geçirmek, en sevdiğin kişiyle güzel bir akşam yemeği yemek ve en önemlisi çok değer verdiğin birisine aşık olmak... boşluk hissini minimuma indiren şeyler gibi gözükse de işin sonunda yine hep yalnızızdır. Terkedilen bir sevgili, ekilen bir arkadaş, en sevdiği dizinin son bölümünü izleyen bir izleyici, işinden kovulan bir işçi ya da halihazırda bunların hiçbirini yapamayacak kadar kötü bir ekonomide yaşayan bir insan en sonunda içinde doldurulmaz boşluğuyla başbaşadır yine. Eskilerin bize en büyük mirası işte bu tatmin olunamaz boşluk hissidir. Peki biz yenilere ne miras bırakacağız? İçimizdeki bitmek bilmeyen bu boşluk hissini mi, yoksa yerine bu boşlukları dolduracak ve hiç gitmeyecek daha kalıcı şeyler mi bırakacağız? Ya da en kötüsü, hepsinin yerine içi boşaltılan ve içinde artık yaşanılamayacak kadar kötü ve bomboş bir dünyayı mı? Hangisi?..
·
98 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.