Gönderi

375 syf.
·
Not rated
Acının Coğrafyası ve “Sessizliğin Sesi”
Paradoksların, vicdani muhakemelerin, acının, hüznün, sevincin, çığlığın ve en önemli meziyeti de sessizliğin dili olan bir kitabı ele aldığımız gerçeğiyle ile analizime girizgâh yapmak istiyorum. Bulunduğu coğrafya dolayısıyla Emperyalist güçlerin her daim “sözde” özgürlük taşıdığı medeniyetin beşiği, Ortadoğu topraklarından; Afganistan’dan selamlar herkese... Birçok okurun aksine, yazar ile ilk olarak “Bin Muhteşem Güneş” adlı eseriyle tanışmıştım. Konusunun yoğun duygulara yelken açması, bunu yaparken de dilinin yalın ve akıcı oluşu; takdir edersiniz ki her okuyucu gibi beni de tahakkümü altına aldı. Tek nefeste ve pür dikkat konsantre olduğum ilk okumamda, henüz elimdeki kitabı bitirmeye kalmadan yazara ait diğer kitaplara "Ve Dağlar Yankılandı, Uçurtma Avcısı" gözüm kapalı güvenebileceğime canı gönülden inandım. (Hosseini, benim nezdimde bu hissiyatı yaşatan ender yazarlardan.) Ve o çok beklenen an, aylık okuma yaptığımız kitap grubum vesilesiyle kapımı çaldı… Güvenimin boşa çıkmayacağından emin olmamdan mıdır bilinmez ama Hosseini’nin dünyasını ikinci kez keşfetmenin mutluluğuyla bu okumamı da tamamlamış bulundum. Yanılmadığımın yaratmış olduğu o tatlı özgüven duygusuyla aldığım anekdotları, gelin hep birlikte irdeleyelim: Hadi bakalım, ilk sorumuzu kaleme alalım o zaman… Bu kitapta ben dahil tüm okurların ilgisini çeken ortak parametre neydi? Öyle tahmin ediyorum ki, kendimize dahi itiraf edemediğimiz ya da süslü sözcükler ile örtbas ettiğimiz ne kadar gerçek varsa, mevzubahis kitap -Uçurtma Avcısı- aracılığıyla yüzümüze tokat gibi indi. Değil mi? O çok bilmiş edalarla, kendimizden taviz vermediğimiz, -ya da veremediğimiz mi demeliydim, bilemiyorum…- ona buna satarken büyük haz duyduğumuz, -sen boş ver şimdi lamı cimi de; dediğimi yap, yaptığımı yapma!- konulu nutuklarımız nasıl da düğümlendi değil mi boğazımızda? Hemen her bölümünde yok artık dediğimiz o “Karma” örneklerine ne demeli peki? Neden mi bahsediyorum? Bu konuya mercek tutalım isterseniz… Bir tarafta, Assef ve avenelerine karşı; küçük yaşına, çelimsiz ve sıska vücuduna aldırış etmeden, onurlu duruş sergileyen, “Senin için bin tane olsa getirim!” diyen, (onlara zafer getiren, kestikleri son uçurtmanın peşinden koşarken) adeta adanmışlığın ve inancın sembolü olan Hazara Hasan, diğer tarafta ise; köşe başında durmuş, neredeyse varlığından haberleri olmasın diye tek nefes dahi almayan, -tam da sahih bir dost edasıyla(!)- gırtlağına bıçak dayanmış kurbanlık koyunu izler gibi Hazara Hasan’ı izleyen, Peştun Emir… Emir’in, 20 sene sonra cereyan edecek olan akıbetinde bu anı istemsizce hatırlamasını ilahi adaletten başka bir olgu açıklayabilir miydi? Ya da Sohrab’ı almak için yeni vatanından çıkagelip, Assef’le düelloya oturması ve akabinde arta kalan patlamış dudağının, tedavi eden doktorca bir tavşan dudağına benzetilmesi; “karma” örneği değil miydi sizce de? “Eveeeeet!” dediğinizi duyar gibiyim… Esere dair çıkarımlarım bununla da kalmıyor tabii ki… Kitabımızda bir de, bugün bir benzerine muhatap kaldığımız soyut kast sisteminin yanında, Peştun-Hazara ayrımına sebebiyet veren “Raşizm” meselesi var… Görüyoruz ki; ötekileştirme coğrafya tanımıyor. Cehaletin bu topraklarda elini kolunu sallayarak gezmesi, birinin kanının diğerinden kırmızı akmasına ziyadesiyle yetiyor… Cehalet menşeili bir tespitim de var elbette: Emir’in babasından bahsederken 3.tekil şahıs olarak “BABA” diye nitelemesi, “BABAM” gibi iyelik eki almış bir kelime ile sahiplenememesi de -eğer bir editör tercihiyse bir şey diyemem- cahil toplumların bizlere saygı diye empoze ettiği, “baba sever ama belli etmez” metaforundan beslendiğinin en büyük kanıtıydı… Hal böyle olunca, sevgisiz ve “sessiz” büyüyen bir nesilden ve dolayısıyla; kaosa, anarşiye hibe edilmiş bir toplumdan bahsetmek, işten bile değildi… Bu olayın en kötüsü meyvesi de, travmalarından kaçmaya çalışan çocuklarımızın, sessizliği bir kurtuluş olarak görmesiyle birlikte, toplumun uçuruma sürüklenmesidir zannımca. Konuşma ve neticesinde anlaşma gibi bir olgudan uzak yetişen nesil, felaketlerimize sırtına kadar açılmış kapılar aralamış ve aralamaya devam edecektir. Bahsettiğim bu olaya ait alıntıyı aşağıya bırakıyorum: “Çocukların dehşetle baş etme yöntemi budur: uyuyakalmak.” Sayfa 345 Dağılan bir toplumun resminin, iki dost arasındaki ilişki ile kadraja alındığı bu eserde; sadakat, bağlılık, teslimiyet gibi birçok iyi meziyetin yanında küçük de bir ironi yapılmıştır. -Yani inşallah ironidir ((: - Peki nedir bu ironi? Amerika gibi kolonici ve Emperyalist bir güçten, kurtarıcı olarak bahsetmesi elbette… Daha yazacağım bi’ dolu anekdot olmasına rağmen sıkılmamanız adına son paragraf ile analizimi neticelendireyim… Uzun lafın kısası… Sürekli olarak trajedi örneği addettiğimiz ve şikâyette sınır tanımadığımız şu ömrümüzün; kimileri için nimet sayıldığını, nedenler ve nasıllar silsilesi ile sorgulatmasından dolayı bu eseri, başucu kitaplarımdan biri ilan ediyorum. Seven sevdiğine “Uçurtma Avcısı” alsın, bıraksın derdi kederi de sevinci onda hep özel kalsın…
Uçurtma Avcısı
Uçurtma AvcısıKhaled Hosseini · Everest Yayınları · 2021165.2k okunma
··
1,352 views
Aysun Baysan okurunun profil resmi
Kaleminize, yüreğinize sağlık, babasından benimseyici ifade olan babam diye bahsetmemesi kültürle alakalı olmalı. Biz daha düne kadar babamıza sarılamıyorduk. Afganlarda keşke bizler gibi kurtuluş savaşlarını yapabilselerdi. Tabi ki bir Atatürk herkese nasip olmuyor maalesef.
2 previous answer
Umut okurunun profil resmi
Aysun Baysan
Aysun Baysan
İncelememi okuma nezaketi gösterdiğiniz için teşekkür ederim 🍀
1 next answer
Serçe okurunun profil resmi
İnceleme yazacağdım mende bu kitaba, daha bu incelemeden sonra vazgeçmek isteyirem 🥲
Umut okurunun profil resmi
O kadar kötü yazmışım yani hocam 😅😅😅🤭🤭
9 next answer
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.