Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

LÜTFÜ ŞEHSUVAROĞLU ve TAVIR...
- " (...) 1986-1987’de çıkan İBDA-C’ı dergilerden TAVIR’da, Lütfü Şehsuvaroğlu’nun sorulan suallere verdiği cevab: İsim, TAVIR... Yol belli ve kol Büyük Doğu ve onun doğurduğu İBDA hamlesi olursa, sorunun içinde cevabın saklı olması da elbet kaçınılmaz olur; sorunuzda olduğu gibi… Ben, iki sorunuzu şu iki başlıkta topluyorum: Büyük Doğu-İbda... Büyük Doğu nedir? Her şeyden önce Büyük Doğu, Üstad’ın çıkardığı bir dergi. İslâmı çirkin gösteren ham ve kaba softaya kapılarını kapamış, “Şeriat bütününden zerre feda etmeyen” büyük mütefekkirlerin doğuşunu hazırlayıcı, asır yenileyiciliğine namzet bir fikir ordusu kurma gayretinde bir dergi. Onu bir hareket yapmanın yolu ise, gençlikte “Köprübaşı” bir genci arayışlarında saklı... BÜYÜK DOĞU, bugün adeta bir mezheb kurar gibi büyük iddialarla oturduğu yerden yola koyulan ham ve kaba kimselerin kazandırmayıp kaybettirici tavırlarından uzak, İslâma bir geçit açma gayretinin ifâdesidir. Bu gayret, elbette sadece bir dergi ve etrafını doğurmaz; başkaca şekillenme ve oluşumları da hazırlar. Büyük Doğu, atıl kapasite olarak cemiyet içinde durup-duran potansiyeli de harekete geçirmiştir. “20. asırda müsbet ilimler ikliminin yepyeni bir imân hassasiyeti cevheri beklediğini ve onun önünde eskinin pörsüdüğünü sezen bazı istidatlar tesellisini, orada ve burada, ya makineye kölelik etmek, makinede fani olmak, yahut büsbütün karanlık, muvazenesizlik ve temelsizliğe sapmak şeklinde arayışlar içinde bulunan ve hiçbir çıkar yolu bulamayan” aydınlarımıza(!) da bir çıkış yolu gösteren veya çıkış yolu bulmalarının müteharrik gücünü veren bir latemovite; gecikmiş motivasyon... ÜSTAD’a gelince: Umumun “Üstad saf değiştirdi, MSP’de idi MHP’ye geçti” gibi mülâhazaların yaygınlaştığı bir zamandı, şöyle diyordu: (Erenköy’deki evde, antika masanın arkasından) -“Onlar beni kendi zaviyelerinden değerlendiriyorlar. O taraftan bakanlar beni bu tarafta, bu taraftan bakanlar beni o tarafta görüyorlar. Oysa, ben topu ateşlemişim. Mermi, dosdoğru olarak menziline gitmektedir!”... İşte Büyük Doğu Mimarı ile ilgili bu hatıra, onun fikir çerçevesini, ideolocyasını, birkaç cümle ile ortaya koyuyor. Bugün bilhassa, Büyük Doğu gibi “fikirden aksiyona geçebilme”nin sancılarını çeken İBDA hamlesine korkunç ihtiyaç var. Yahut bu hamleye omuz vermek gerek. O kadar ki, ruhunun açlığını günümüzün kof, pörsük siyasî atmosferlerinde gideremeyen gençlik, adeta böyle bir harekete hasrettir. Bunun belki idrakinde de değildir; ama tek tek ruhuna, fikriyatına neşter vurduğumuzda, bir de bakıyorsunuz bir yara var! Yönünü bu tarafa çevirmiş bütün gençlik için bu böyle... Siyasî hareketler, gruplar vesaire arenasında Büyük Doğu ve Üstad’ın yeri mevzuunu, ben Necib Fazıl’ın komutan olarak ortaya çıkmayıp, hep Kurmay Başkan olarak kalmasına bağlıyorum çoğu zaman. Bu biraz da sanatçı kişiliğine, şair hassasiyetine, ilim sahiplerinde bulunan tevazuuna bağlı. (Burada “tevazu” kelimesine çoğu kimse takılarak, “Necib Fazıl için hüküm yanlış” diyecekler; ama onda hep ulemanın Padişah’a karşı takındığı tavrı hissettim.) Gençlikte “Köprübaşı bir genç” arayışının ardındaki gerçek de, bu hususiyetinden... Gerçekten Üstad, bir Kurmay Başkan gibi hareket etmiştir. Cumhuriyetimizin bütün teferruatı ile baş meselelerini, gerek şiirlerinde, gerek nesirlerinde, nakış nakış işlemiş; toplumculuktan tasavvufun derunî iklimlerine bizi götüren bir ruh ve akıl terkibi ile, insanın en zor taraflarını da çarpıcı şekilde önümüze koymuştur. Ancak, ben onun niye “yalnızca” bir Kurmay Başkan olarak kalışına, tarihe içerler gibi içerlemiş ve kendimce üzülmüşümdür. O, esasen “Başkumandan” olmalıydı ki, Büyük Doğu ordusu da bir ülke kursun, korusun... Gönlümde yatan aslanı uyandırdığı için derginize ve bütün gönüldaşlara şükran duygularımı sunarım. Ama “hayata indirip yürümek” yolunda bizi yeise iten çok şey oldu. Diyeceksiniz ki, yeis veya boş ümit, gururun bizde yeri yok elbette! Ama hep kendi CEBHEMİZ’de yapılan yanlışlıklar, “Çocukluk hastalıkları” sebebiyle, her ayağa kalktığımızda tekrar tekrar düşürüldük… Korkarım sohbet, çok uzayacak... Mevzuumuz çok. Birçoğunu ileri bir tarihe havale ederek, sözlerimi Mirzabeyoğlu’nun “anlayan anladı” şeklinde son cümle eklemesiyle kitabına aldığı “Temel ölçü-Şehidlik şuuru” bölümünden, “Büyük İrşad Kutbu”nun şu satırlarıyla bitirmek istiyorum: “Dinî işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. Bunlardan biri de cihad ve gazada gevşeklik ve tembelliktir. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alâmeti olmaya kadar gider. Şehidlik, İslâm’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin ferd bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resûl ve Nebiler’in birçoğu, Sahabîlerin ekserisi ve Peygamber evlâdının hepsi, şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir!”... Eğer yeni bir “Pörsümez Yeni” zuhurun hamlesine girişilecekse, evvelemirde şehidliğe mutlak hazır olunmalı; şeksiz-şübhesiz imânla. Kavga görevini başkalarına vermek, canını kurtarmak için kendini ulemadan sayma gayretinde bulunmakla fitneyi önlemek ve İslâma yol açmak mümkün değildir..." (Salih Mirzabeyoğlu-Ölüm Odası B/Yedi: Kaptan (Müslüman Eyalat Yayı)-Baran Dergisi, 517. sayı)
··
296 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.