Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

192 syf.
9/10 puan verdi
·
20 günde okudu
“RİMALAR” ve BÉCQUER’DE ŞİİRİN YANSIMALARI
Gustavo Adolfo Bécquer, 1836 yılında İspanya’nın Sevilla şehrinde, adeta sanat camiasının içine doğdu. Babası Jose Domingues Bécquer, abisi Valeriano ve amcası Joaquin Bécquer birer ressamdı. Aslında Flaman asıllı olan aile, 16. Yüzyılın sonlarına doğru Sevilla’ya yerleşmiş ve esasında “Becker” olan soy isimlerini “Bécquer” olarak değiştirmiştir. Gustavo Adolfo Bécquer ise Sevilla’nın önde gelen ailelerinden biri olan bu ailenin sekiz erkek çocuğundan beşincisi olarak dünyaya gelmiştir. Bécquer’in eğitimi ile ilgili elimizde net bilgiler olmamasına karşın, on yaşını doldurduktan sonra dinî eğitim almak üzere Colegio de San Telmo’ya yazdırıldığı bilinmektedir.¹ Bécquer 1841’de, henüz beş yaşındayken, babasını; 1847’de ise annesini kaybeder. Yani on bir yaşında hem öksüz hem de yetim kalır. Hayatının bu noktasından sonra en yakınında hep abisi Valeriano olmuştur. Bécquer, İspanyol edebiyatında romantizmin son temsilcisi kabul edilir. Buna karşın Bécquer, şiir hayatına klasik şiirler yazarak başlamıştır. Hatta onun için Alberto Lista’nın öğrencisi Francisco Rodriguez Zapata’nın neoklasik edebiyatından etkilendiği söylenir. “Rimalar”ında ise, Ayşe Nihal Akbulut’un da dediği gibi, bir çift yönlülük vardır: Rimalar’da bir yandan halk şiirine benzer şekilde yalın bir dil kullanımı görülürken diğer yandan da daha süslü bir anlatımın izlerinin olduğu söylenebilir.² Bu yazıda “şiir” sözcüğünden ziyade “rima” sözcüğünü tercih edeceğimden, önce “rima” kavramını açıklamakta fayda görüyorum: Rima, esasında İspanyol şiirinde kendine yer edinmiş bir ‘gelenek’tir. Rima geleneğinde genellikle 10, 11 veya 12 hecelik dizeler ile 5, 6, 7 veya 8 dizelik kıtalar tercih edilir. Bécquer ise en çok 11 ve 7 heceli rimalar yazmıştır. Bécquer’in rimalarından behsederken onun, çoğunlukla Bécquer’in “ideal kadın portresi”ni oluşturan Julia Cabrera için yazıldığı söylenir.³ Bana göre bunun haklılık payı olmakla birlikte, tam olarak doğru olduğu söylenemez. Bécquer’in Rimalar’ında baskın tema “aşk” olmasına rağmen, tek tema bu değildir. Aşkın yanı sıra Tanrı, ölüm, sözcükler ve sanata dair pek çok şey bulmak mümkün Rimalar’da. Bana kalırsa Rimalar’da aşktan sonra en çok işlenen tema “şiir”; diğer bir deyişle “sanat”. Çünkü “şiir” kavramı Bécquer’e, bize ifade ettiğinden çok daha fazlasını ifade ediyor: asla ulaşamadığı ideal kadını, yaratıcı eylemin her türlüsünü ve düşünceler dünyası ile biçimler dünyası arasındaki köprüyü… Aslında Bécquer’in şiir hakkındaki düşüncelerini en net ifade ettiği yazılar, kitabın Türkçe baskısının en sonunda yer alan “Bir Kadına Yazılmış Yazınsal Mektuplar”dır. Özellikle bu mektupların ilkinde Bécquer, ısrarla “şiir sensin” der mektup yazdığı kadına (yüksek olasılıkla Julia’nın kız kardeşine). Bécquer’e göre kadın, “şiirsel sözün ete kemiğe bürünmüş biçimidir.” (s.146) Bécquer, şiiri hiç durmadan akan pınara benzetir. Bu pınarın kaynağı ise “sevgi”dir. Hatta bu kadarla da kalmaz Bécquer; ona göre sevgi, evrendeki her şeyin varlık ve oluş sebebidir. O, evrendeki her şeyi mutlak bir “aşk yasasına” indirger: “Usulca inildeyen esinti öpüyor oynaşarak kıvrılan dalgaları; güneş öpüyor batıda bulutları boyayarak güveze, mora ve altın rengine; bir başkasıyla öpüşmek için alazlanıyor yanan kütüğü yalayan yalım, ve üstelik kendi ağırlığınca eğilen söğüt karşılık veriyor onu öpen ırmağa, öpücüğüyle.” (IX. rima, s. 52) Bu rimada da açıkça görüldüğü gibi Bécquer, söğüt ağacının dallarının eğilmesini bile rüzgâr ya da kütle çekimine bağlamak yerine, ırmağın öpücüğüne karşılık vermek istemesine bağlıyor. Bécquer Türkiye’de pek tanınan bir şair değil; buna karşın onu bilenler genellikle “Esmer Kırlangıçlar” diye bilinen LIII. rima ya da “şiir hiç susmayacak” leitmotifinin yer aldığı IV. rima ile bilirler. “Söylemeyin tükendiğini hazinenizin, ağızda söz kalmadığını, sustuğunu lirinizin; ozanların soyu tükenebilir belki; ama şiir hiç susmayacak.” (IV. rima, s.43) Bécquer için “şiir” kavramının neyi ifade ettiğini bilmeyen biri “Ozanların olmadığı yerde şiir nasıl var olabilir?” sorusunu doğal olarak soracaktır. Ancak Bécquer’e göre, “şiir insanda katıksız bir tinsel niteliktir.”(s.146) Şiir, ozandan bağımsız olarak vardır. Ozan yalnızca tinsel olana biçim kazandırmaya çalışır; ne var ki tinsel olan özü itibariyle bir biçime sahip olamayacağından ozanın bu uğraşı hep biraz eksik kalır. “Dev gibi düşüncelerin sözcüğün demirden pençesi üzerine kapanınca nasıl da küçülüverdiğini bilsen, düşlemde koşuşturan altın ışıltılı gazların nice saydam, ne hafif ne ele avuca gelmez olduğunu bilsen, burada, düşlemimde yaratılan gizemli varlıkları nasıl sarıp sarmaladığını, bunların ancak kemiği kalmış bir iskeletini yeniden yaratabildiğimi, bir kaosta yüzüp duran en saçma düşünceleri birbirine bağlayan ışık demetinin ne denli gözle görülmez olduğunu bilsen, bir bilsen...” (İkinci mektup, s.150) Zaten Bécquer’ e göre esas olan ülküsel güzelliktir; biçimsel olan değil. Şiir, her ne kadar şiirsel söyleyişe muhtaç olsa da, asıl güzelliğini ülküsel olandan, yani tinsel tarafından alır. Örneğin müziğin en güzel olduğu durum, “ses gerecinden bağımsızlaştığı”⁴ ve tamamen kişinin tinine hitap ettiği durumdur. Aynı bağlamda Bécquer şiirinde dikkat çeken bir diğer şey ise “ilham- us” ikilemidir. Bécquer her zaman ilhamdan yana taraf tutuyor gibi görünür; çünkü ilham tinsel olandır. İlham, insanı olmadık bir anda sarsıp düşünceleri yerinden oynatır. O; mutluluk tufanları, tinin coşturup söndürdüğü delilik ve yaratıcı ökenin tanrısal esrikliğidir.(s.40) Yani “şiir” in çıkış noktasıdır. “Us” ise düşünceleri kategorize eden, düzene sokan, ilhama “gem vuran” bir unsur olarak karşımıza çıkar. Us, “kaçak notaları porteye kapatır” (s.41) ve ülküsel güzelliğe sanatsal olanı ekler (tabii ki gem vurulmuş ve anlatma gücünden yoksun sözcükler/ notalarla). Her ne kadar ilham Bécquer’ e göre daha yüce olsa da, ilham bir nebze de olsa dışa vurulmak için usa muhtaçtır. Bécquer’in Rimalar’ını okuyan okur çoğu kez Bécquer’in yazma motivasyonunun iz bırakma isteğinden kaynaklandığını hisseder. Gerçekten de Bécquer çok defa umutsuzca bahseder ölülerin unutulacağından. LXI. rimanın son iki kıtasında bu umutsuzluğu şöyle dile getirir Bécquer: “Kim gözyaşı dökmeye gelir cansız bedenim üstüne atılınca topraklar unutulmuş çukurun başında? Kim anımsar sonunda bu dünyadan geçtiğimi güneş yeniden çıkıp da parlamaya başladığında?” (s.112) Bécquer’in tüm bu sorularının cevabı elbette “hiç kimse” olacaktır. Bizden yüz yıl önce yaşamış pek önemli insanların (örneğin kaymakamların, başarılı iş adamlarının) adlarını bizim bilmediğimiz ve önemsemediğimiz gibi, biz de öldükten sonra yeryüzündeki diğer insanlar tarafından unutulup gideceğiz. Belki de bu unutulma endişesini bastırma isteği Bécquer’i sanata itmiştir. Kitabı okurken Bécquer’in inançsal pozisyonu hakkında kararsız kaldığımı itiraf etmeliyim. Birinci rimada Bécquer, “dev gibi büyük ve akıl almaz bir ilahi” den bahseder ve bahsi geçen bu ilahinin ezgilerinin elimizde tuttuğumuz bu kitabın sayfaları olduğunu söyler. “Dev gibi büyük ve akıl almaz bir ilahi biliyorum muştuluyor gönlün gecesine bir gündoğumunu, ve işte bu sayfalardır bu ilahinin ezgileri, durguları dalga dalga gölgelere dağılan. (…) Ama boşuna savaşmak; bilmem hangi imlerle kuşatıp aktarılabilir bu ezgi ve ah güzel sevgili, ancak belki ellerime alıp ellerini, baş başayken fısıldayabilsem kulağına bu şarkıyı.” (I.rima, s.37) Bana kalırsa bu dizelerde geçen “ilahi” sözcüğü dikkate değerdir. TDK bu sözcüğü şu şekilde tanımlar: “Tanrı’yı övmek, ona dua etmek için yazılıp makamla okunan nazım.” Bu dizelerde ise “ilahi” sözcüğünün aşkla bağlantılı olarak kullanıldığını görürüz. Sanki Bécquer’in sevdiği kadına karşı hissettiklerinin anlatma çabasına karşılık gelir bu ilahi; tanrısallaştırılmış sevgili için söylenen “dinî bir ezgi”dir bu. Tanrısı sevgili olan bu din ise “aşk”tır. Bécquer, dördüncü mektubunda, tüm bu çıkarımları destekleyecek şekilde şunları söyler: “Sevda şiirdir; din sevdadır.” (s.157) Sonra da, tıpkı Öklid’in yüzyıllar önce söylediği, “Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine de eşittir.” (
Öklid'in Elemanları
Öklid'in Elemanları
, s.3) cümlesi gibi oldukça matematiksel bir cümle ekler Bécquer: “Üçüncü bir şeye benzeyen iki şey birbiriyle eşlenir.” (s.157) Buradan yola çıkarak yukarıda savunduğum düşünceyi şu şekilde özetleyebilirim: sevda = din = şiir. Bécquer, Katolik İspanya’da böylesi dindarca olmayan düşüncelerle tam olarak 34 yıl boyunca yaşamış, üstüne bir de bakanlıkta çalışmıştır. Bana göre bu şaşılacak bir durumdur. Son olarak, sanat gibi tinsel bir uğraşın bir kadavra gibi kesilip biçilerek (s.144) anlaşılmaya çalışılmasını doğru bulmayacak olan Bécquer’den, onun eserini bu şekilde incelemeye çalıştığım için özür dileyerek incelememi noktalamak istiyorum. EK: ¹ Ayşe Nihal Akbulut, Sunuş, s.11 ²age, s.21 ³age, s.13 ⁴Becquer’in Şiir Bilinci, Armando Lopez Castro, s.168
Rimalar
RimalarGustavo Adolfo Becquer · Ayrıntı Yayınları · 202014 okunma
··
1.871 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.