“Neticede olgunluk dediğin, hayatı daha fazla acıyla kabullenebilme yetisi değil midir?”
Alper Canıgüz’e bu kitabıyla -merhaba- dedim. Evet, biliyorum çok klişe olacak ama ben kitabı bir çırpıda okudum. Ne yapaydım kitap çok akışkandı. Farkında mısınız günümüz yazarları eski dönem yazarları gibi betimleme yapmıyorlar. Böylelikle kitabın akışı bozulmuyor ve okuyucunun dikkati hiçbir şekilde dağılmıyor.
Sonuçta “Bir çırpıda okuduk.” klişesi çıkıyor ortaya.
Yazar hikayeyi daha önce benim karşıma çıkmayan bir özgünlükte işlemiş. Bir dejavu sayesinde kahramanın seyri değişiyor. Arkasından dönen dolaplar, bilmeceler ve bir cinayet… Kitabın ilk sayfaları olağan giderken ilk ters köşeyle farklı bir dünyaya geçiyoruz ve kitabın seyri gerçekten değişiyor. Devamında gelen bir kaç ters köşe de okuyucuyu diri tutmayı başarıyor. Bunun üstüne güzelde bir final koyunca ortaya gerçekten başarılı bir iş çıkmış, tebrikler.
Aslına bakarsanız kitap hiç olağandışı değil. Hikayede 5-6 isim geçiyor. Olaylar da sıradan. Fakat güzel fikir, özgün bir tema, akıcı bir anlatım ve okuyucuyu diri tutacak ters köşelerle başarılı bir kitap haline gelebiliyor. İşte bu yüzden tüm oklar yazara çevriliyor çünkü olağan bir olayı bize soluksuz okutabiliyor. Tebrik ederim Alper Canıgüz. Bütün kitaplarını okuyacağım.
Kitapta siyasi diyalogların geçtiği bir kaç bölüm vardı. Ben oraları hiç okumadım, “Sakın bir söz daha söyleme, Neden biliyor musun? çünkü inanırım Eyşan.” dedim ve atladım. Çünkü ben kitabı çok sevmiştim ve o bölümler beni kitaptan soğutabilirdi. Bu yüzden bu riski alamazdım. İnşallah doğru yerlere sallamıştır, amin.
Şakayı bir yana fırlatalım daha önce Ot Dergisini de bu sebepten eleştirmiştim. Bir daha da alıp okuyasım gelmedi. Aynı şekilde Zülfü Livaneli’nin benim için ilk kitabına başlayacak zamanda bir şahıs için “Edebiyatımızın usta kalemi” yorumu yapması, beni kendisinden soğutmuştur. Bunuda buraya not olarak ekleyelim: Unutmadık.