Hâtem-i Esamm (k.s.) da şöyle buyurur:
“Muhteşem konaklara, verimli bağ ve bahçelere aldanma. Cennetten daha güzel bir yer yoktur. Fakat Hz. Âdem’in başına ne geldiyse, cennetin o sonsuz güzellikleri içindeyken geldi. Nefsi orada ebedî kalmak istedi. Yasak ağaca yaklaştı. İlâhî hikmet gereği, dünyaya indirilmekle cezalandırıldı.
İbâdet ve kerâmetinin çokluğuna aldanma. Zira sahib olduğu bunca kerâmete rağmen, Allah Teâlâ’nın kendisine ism-i âzamı öğrettiği Bel’am bin Baura’nın başına gelen hazîn âkıbet, ne kadar ibretlidir.
Sen, sen ol; ilim ve amel çokluğuna da aldanma. Çünkü onca ilim ve tâatine rağmen İblîsin başına neler geldi, bilmiyor musun?! Nefs ve şeytanın iğvâsıyla aldananlardan olma!
Âbidlerin, zâhidlerin yanında bulunuyorum diye de kendine güvenme. Zira kuru kuruya bir beraberlik faydasızdır. Sâlebe, Peygamberimiz (s.a.s.)’in sohbetinde duygusuzca bulunduğundan fecî bir âkıbete uğradı.
Bir peygamber çocuğu olmasına rağmen Hz. Nûh’un oğlu, babasının davetine karşı kendisini ihtiyaçsız görmek gibi bir bedbahtlığa sürüklendi. Aralarındaki kan bağı bile ona bir fayda sağlamadı. Netîcede, helâk edilenlerden oldu.
Hz. Lût’un karısı, kâfir ve fâsıklara olan ünsiyet ve muhabbeti sebebiyle yanıbaşındaki hidâyet nûrundan nasipsiz kaldı ve gaflet içerisinde küfrün karanlıklarına daldı.
Hülâsa; ilim, amel, mal, evlat ve dost gibi ne kadar dayanak varsa âhiretteki kurtuluşun için bunlara çok güvenme! Bunlardan nefsine aslâ pay çıkarma.”
Hâsılı her mümin, sık sık nefsiyle iç hesaplaşmaya girerek, onu sîgaya çekmeli; mânevî durumuna ciddî bir şekilde çeki-düzen verip, gidişâtını kontrol altına almalıdır. Buna “nefis muhâsebesi” denir. İnsan, hiç olmazsa başını yastığa koyduğu her yirmi dört saatte bir, o günün muhâsebesini yapmalı ve kendini sîgaya çekmelidir. Bunu alışkanlık hâline getirenlerin hatâda ısrar illetinden kurtulabilmeleri kolaylaşır.