Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İSTEMEK KİPLİĞİ ÜZERİNE
“İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...” der Ömür Hanımla Güz Konuşmaları şiirinde şair Şükrü Erbaş. İstemek; yaşamın sonucu, ne haklı ne de haksız bir eylem… Her insan ister, istemek, hırs insanın bir damarıdır. Ancak insan yalnızca bu damarı ölçüsünce, onun hakimiyetinde yaşarsa mutluluğu, bir iç huzurunu yakalayamaz. Bu yanlış bir yoldur. Sonuçta mutlu bir fani olur. Bir fani ne kadar mutlu olabilir? Bu tamlama kendi içinde bir tezadı barındırır, bizi eserin üçüncü bölümü olan Düş Kırıklıkları’na götürür. Fani olan hırsla, istemek kipliğinin edimleri çerçevesinde mutlaka bir düş kırıklığını yaşayacak sonunda hüsrana uğrayacaktır. “Yaratılmışların hepsi görünürde muhtasar, aslında ise mecbur ve çaresizdir.” (Uçan, 2021: 51) Bizler ihtiyaçlar sınırsızdır, gibi bir ön kabulle hareket edemeyiz çünkü “İhtiyaçların sınırsızlığını kabul etmek, istekleri sınırsız duruma getirmek, kavgaya kapı aralamaktır” (Uçan, 2021: 55). Bu kavga neticesinde oluşacak kaos ortamında insanca yaşamak zorlaşacak, çok daha müşkül bir hâl alacaktır; günümüzdeki gibi. Bir özne önce ister, sonra sahip olmak için gücü yeter veya gücü yetmez, mecbur olur, üstlenir, bağlanır, katılır… sonuçta mutlu olur veya mutsuz olur. İnsanın ‘iç’inde ya da toplumda çatışmaların temelinde istemek ve sahip olmak kiplikleri vardır. Çatışma, bu iki kiplik arasındadır. İsteklerin sınırlanmadığı bir yerde, mutluluk da elde edilemez. (Uçan, 2021: 48) Günümüzde insanlar istemek kipliğine sahip değillerdir, istemek kipliği onlara sahiptir artık. Onlar istemenin kölesi haline gelmiş/getirilmiş zavallılar halinde reklam ışıklarının yöneltildiği metalara doğru biliçsizce -ancak büyük bir hırsla, sahip olma güdüsüyle, istemek kipliğiyle- yönelmektedirler. Sevgili okur; “ORJİ BİTTİ, ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?” Çağdaş dünya determinist bir bakışla her şeyi nedene ve maddi bir kesinliğe indirgerken şimdi ise kesin hiçbir şeyi kalmamış postmodern bir döneme girmiştir. “Kesin bilgi peşinde olan insanlık, bugün geldiği noktada, kesinlikten uzak durmayı entelektüel bir zevk haline getirdi, kesin olan hiçbir şey bırakmadı.” (Uçan, 2021: 41). Maddi bir kesinlikle her şey açıklanmaya çalışılırken kendi düşünsel dünyalarında kesin olan hiçbir şey bırakmamışlar ve bir hiçliğin, hiçbir şeyin kesin olmadığı bir belirsizliğin, bir kaos ortamının içerisinde benliklerini tamamen kaybetmişler heva rüzgarının savurduğu yapraklar haline gelmişlerdir. Her şeyi akılla açıklamaya çalışmışlar ancak bunda yanılmışlardır “Buyurucu iradenin kaba ve şaşkın hizmetkârı olan akıl, her zaman acınası yanlış bilinçtir, dünyayı tam da olduğu gibi yansıttığı saçmalığına inanır ama arzunun bir yanılsamasıdır yalnızca” (Eagleton, 2010: 203 aktaran Uçan, 2021: 70). Aklı kutsamak, öncelemek, olgucu anlayışın bir tezahürüdür. Sanayi devrimi ile ekonomik yönden kalkınan Batı toplumları aklı kutsamışlardır. Akıl -ve bunun sonucu olarak- çıkar, hırs, bencillik, hedonizm lokomotif güç halini almıştır. “Arzu insanlık tiyatrosunun başrol oyuncusu, insanların kendileri ise onun itaatkâr taşıyıcıları veya köleleri hâline gelmiştir” (Eagleton, 2010: 209 aktaran Uçan, 2021: 75). Olgucu akıl bireyi ve onun hazlarını önceler. Birey çıkarı için sömürür, çalar, kandırır, taviz verir… Hedonist birey için aslolan hazdır, isteklerini karşılamaktır. İsteklerini karşılamak için her şeyi mübah görür. Ünlü romancı Dostoyevski, “Tanrı yoksa her şey mübahtır.” der. Tanrı, bir hesap, sorgu bilinci yoksa insan çığrından çıkacak her arzusunu tatmine yönelecektir ki Tanrıyı aklın mahkemesine çıkaran ve yaşamından kovan Batı’nın yaptığı da budur. Olgucu, varlığı yalnızca determinizme, maddeye indirgeyen bu görüş metafiziği reddetmiştir. Metafizik; matematik, fizik formülleriyle, laboratuvarda incelenemez, açıklanamaz. O maddeyi aşan aşkın bir kavramdır. Öze, varoluşa, inanca aittir. Birçok düşünür, doğanın belli bir kurala bağlanamayacağını, doğal olayların akılla açıklanacak bir yanı olsa da her olayın akıl ve mantıkla açıklanamayacağını, doğadaki iç düzenin yapısının akılla kavranmasının, açıklanmasının mümkün olmadığını dile getirir. Öyle düşünceler vardır ki duyumsanabilir, ama ispatlanamaz. ‘Bilimsel’ olan ‘gerçek’ olabilir, ama hakikat olmayabilir; ya da bugün gerçek denilen bir olgu, yarın gerçek olmaktan çıkabilir. Hakikat ise değişmez; hakikat, eşyanın özüdür.” (Uçan, 2021: 33-34). Çağımızda bilime, bilimsel verilere dayandırılarak doğrular üretilir. Akla dayanmayan her şey kötüdür, reddedilir. Peki ya akıl, aklı kim inceleyecektir? Kusurları olan bir insanın aklıyla üretilen bir bilgi ya gerçekse de hakikat değilse ve hakikat bambaşkaysa? Aslolan hazzı, çıkarı değil hakikati aramaktır ve hakikat yalnızca akılla kavranamaz o varlığın metafizik boyutuna, bir inanca, kabule dayalıdır. Formüle edilemez, sıralanamaz veya gözle görülüp elle dokunulamaz ancak bu onun yok olduğu anlamına gelmez. Vardır. Hem de hakikatte var olan da odur. Hakikat, eşyanın özü, insanın varoluşsal yönü, hazların ve çıkarların egemenliğinin sona erip de mutlak bir ‘Hakîm’e teslim olunan yer...
··
270 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.