Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

156 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
15 gün sürdü:) Feminizm' e ilgisi olanlara dair.
Okuduğum eser Doç. Dr. Şirin TEKELİ’ nin ve Doç. Dr. Meryem KORAY’ ın 1991 yılında, TÜSES’ in de katkılarıyla, yazmış olduğu Araştırma-İnceleme türündeki “ Devlet- Kadın- Siyaset ” adlı eseridir. Araştırmanın konusu, Avrupa Konseyi ülkelerindeki, (aynı zamanda araştırma evrenini yansıtır) kadın-erkek eşitlik kurumlarının örgütlenme şekilleri ve bu örgütlenmelerin kazanılan haklar açısından önemidir. Şirin TEKELİ’ nin arkadaşları olduğu veyahut bir şekilde aracılar vasıtasıyla Tekeli’ yle tanış oldukları akademisyenlerden, o ülkelerdeki kurum yöneticilerinden elde edilen verilerden yararlanılmıştır. Veri toplama yöntemi yazışma ve mektuplaşmadır. Doç. Dr. Şirin TEKELİ “Evrensel Kadın Hareketi’ nin devletteki karşılığı nedir? Devletleri kadın- erkek eşitliği konusunda taraf olmaya iten şey nedir? Farklı devletlerde farklı kadın örgütlerinin kurulmasının nedeni nedir? Niçin devletler kadınların örgütlenmesine temkinli yaklaşmaktadır? Bazı devletler bakanlık düzeyinde, bazı devletler bakanlığa bağlı, bazılarının yargıya intikal ettirecek kadar güçlü olan ‘kadın- erkek eşitlik kurumları’ nın farklı uygulamalarının siyasal nedenleri nelerdir?” gibi sorulara yanıt arar. Doç. Dr. Meryem KORAY ise ankete dayalı ampirik çalışmasında çalışan kadını; çalışan kadının sendikaya katılımını ve yine çalışan kadının siyasetle olan ilişkisi üzerine, ulaştığı veriler ışığında çözümlemeler yapmıştır. Kadın- Erkek Eşitliği Politikaları ve Devlet (Doç. Dr. Şirin TEKELİ) 18. yy’ da imparatorlukların parçalanmasıyla birlikte 20. yy’ ın üçüncü çeyreğine kadar olan dönemde özellikle Avrupa’ da totoliter rejimlerin zayıflaması, beraberinde sekülerleşen toplum düzenin kendisine nasıl bir kıyafet biçeceği sorunsalıyla karşı karşıya kalmıştır. Kadın, savaş zamanlarında insan gücüne ihtiyaç duyulduğu için cephe gerisinde kullanılmış, bazen ganimet yerine geçmiş, savaş sonrasında ise yeni kurulan “demokratik!” ülkelerde siyasal yaşamdan uzaklaştırılmıştır. Özellikle 20. yy.’ ın üçüncü çeyreğinde Avrupa’ da, özellikle üniversitelerde, başlayan Feminist hareketler kadınların eşitlik davalarına sahip çıkmasıyla birlikte önem kazanmış ve günümüzde demokratikleşmenin ölçütü haline gelmiştir. “Kadın-erkek eşitliği, demokrasilerin olmazsa olmaz kurallarından birisi, belki de onların gerçekte ne kadar demokratikleştiklerini ölçen en önemli mihenk taşlarından biridir” (Tekeli, 1986: 3). Tabi ki en gelişmiş toplumlarda bile kadınların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda seçme-seçilme sorunsalını nispeten aşmalarına rağmen karar almadan eşit ücret hakkına kadar aşılamamış engeller bulunmaktadır. Diğer yandan “demokratikleşen!” toplumda kadınların çocuk bakımı, ev işleri v.b gibi ağır sorumluluğunun yanında iş yaşamı gibi zorlu bir yükü daha peydah olmuştur. Tekeli, devletlerin bu durumu istismar ettiklerine ve bazen de gözden kaçırdıklarına dikkat çekmektedir. “Türkiye’ de çalışan kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz aile yardımcısıdır; ücretli çalışmada kadınlar daha çok vasıfsız işlerde yığıldıklarından ücretleri düşüktür; çalışan kadınların temel bir gereksinimi olan kreş-yuva sistemi yok denecek kadar geri bir düzeydedir; kadınların çok büyük bir çoğunluğu sosyal güvenlik haklarından yararlanmamaktadır. İşe almada, işten çıkarmada kadınlara karşı, başta gebelik ama onun yanı sıra başka gerekçelerle (bekaret kontrolleri) ayrımcılık yapılmaktadır. Kadınlar, iş yerlerinde, kamuya açık yerlerde ve ayrıca evlerinin dört duvar arasında, elle ve sözle yapılan sarkıntılık, cinsel taciz, saldırı ve şiddet olaylarına yoğun biçimde maruz kalmaktadırlar. Eğitim, gerek nicel gerekse nitel yani cinsiyetçi içeriği açısından kadınlara ayırımcılık uygulanan alanların başında gelmektedir. Geleneksel kültürün başlıca taşıyıcısı olan dine ek olarak, basın ve TV gibi modern kültür ve iletişim araçlarında yayınlanan yazılar, programlar ve reklamlar, buraya kadar sayılan ayırımcılıkların temel nedeni olan, kadınların cinsiyete dayalı geleneksel rollerinin, eş ve anne rolünun değişmesini destekleyici yönde mesaj üretmemekte, tersine cinsiyetçi imgeleri pekiştirmekte son derece etkili olmaktadır. Ve nihayet, seçme hakkından yararlanmada erkeklerle neredeyse eşit bir konuma gelmelerine karşın, seçilme hakkından "hemen hemen hiç" denilebilecek bir ölçüde yararlanabilmektedirler” (Tekeli, 1986: 5) Aslında Tekeli Türkiye’ deki kadın sorununun röntgenini çekip problemleri sıralarken diğer yandan da yöntem hakkında bizlere ipucu vermektedir. Araştırmanın içeriğini de oluşturan, yerleşik kadın sorunu konusunu, samimi bir şekilde, devlet politikası haline getirmedikçe çözüm yolunda atılan adımların sembolik kalacağı yönünde çözümlemeleri bulunmaktadır. Türkiye’ de kadının devlet nezdinde ilk kurumsal temsil fikrinin, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’ nin 1986 yılında, 3.Olağanüstü Kurultayında benimsenen programına "Kadın Sorunları" başlığı altında toplanan bir bölüm koymasının Feminst hareket açısından önemli bir etki yarattığı düşünülse de diğer yandan Feminist kadınların, bir kısmının da bu başlığın konulmasının amacının aslında kadının politika malzemesi yapıldığı fikrinde olduğu tezidir. Her ne kadar farklı görüşler olursa olsun eserin yazıldığı tarihe kadar hiçbir parti tarafından “Kadın Sorunları Bakanlığı kurulacaktır” fikri ortaya atılmamıştır. Her ne kadar uygulanamasa da Tekeli bu ortaya atılan fikrin tarihi bir önemi olduğu kanısındadır. Öte yandan araştırma evrenini oluşturan Avrupa Konseyi ülkelerinde kadın-erkek eşitlik kurumlarının yer yer bakanlık, yer yer müsteşarlık, yer yer bakanlığa ya da başbakanlığa bağlı idari birimler şeklinde olsa da bu kurumların pratikte oldukça farklılaştığı yönünde bulguları bulunmaktadır. 1. İskandinav Ülkeleri Araştırma evreninin örneklemini İsveç, Norveç, Finlandiya, İzlanda ve Danimarka oluşturmaktadır. Bu ülkelerde Radikal Feminst hareketlerin zararlı etkilerine karşılık bazı devletlerin Nötr tutum sergiledikleri bazı devletlerin ise kadına yönelik pozitif ayrımcılık uygulamalarının olduğunu gözlemlemekteyiz. Söz gelimi kadınların ağırlıkta olduğu iş kollarında erkeklere yönelik politikalar geliştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. İsveç’ i kadın- erkek eşitlik kurumları açısından öncü bir devlet olarak görür Tekeli. Riksgard (Parlamento)’ da kadın temsilci oranı 1988 seçimlerinde %38’ e yükseldiği, 2.3 milyon erkeğe karşılık 2.1 milyon kadın gelir getiren bir işte çalışmaktadır. Fırsat Eşitliği Ombudsmanı adı verilen ve yetkisi geniş bir kurum bulunmaktadır. Kadın hakları ülkede bir devlet geleneği haline gelmiş, muhalefet partilerinin en önemli seçim vaatleri arasında yer almaktadır. Pozitif ayrımcılık uygulayan bir ülkedir. Norveç ise kadınların siyasal yaşama katılmadaki ani sıçrayışı ile diğer ülkelerden ayrılmaktadır. 1965 seçimlerinde Stroting (Parlemento)’ de kadın katılım oranı %8’ den 1985’ te %34’ yükselmiş. Yerel seçimlerde bu oran %40,6’ dır. Hollanda’ da yükselen Sosyalist-Feminist hareketler Norveç’ e sıçramış ve özellikle parti kadın kolları oldukça güçlenmiştir. Pozitif ayrımcılık uygulayan bir ülkedir. Finlandiya, eşit seçme-seçilme hakkını birçok batılı ülkeden önce 1906’ da kazanmış bir toplum. 1987’ de % 31,5, yerel seçimlerde %15,1 çalışma yaşamında %73,9 olan erkek oranına karşılık %64,5 kadın vardır. 1972’ de Parlamento Eşitlik Konseyi (TANE) adı altında bir eşitlik konseyi kurulur. Nötr tutumu benimseyen bir ülkedir. Eşitlik Ombudsman’ ı tazminat gerektiren durumları mahkemeye intikal ettirme yetkisi bulunmaktadır. Küçük bir ada devleti olan İzlanda kadın eylemleriyle ünlüdür. Eşitlik Kurumlarını adeta söke söke almış bu devlet tarihte ilk defa 1980 seçimlerinde ilk kadın başbakanını (Vigdis Finnbogatti) çıkarmayı başarmıştır. 60 kişiden oluşan Althing (Parlamento)’ de 1933’ de ilk kadın temsilcinin seçilmesinden 1976’ ya kadar kadınların oranı %5’ in üzerinde çıkamamışken, 1983’ te % 15’ e yükselmiştir. Kadına yönelik pozitif ayrımcılık uygulayan bir ülkedir. 1975’ te İzlanda kadınlarının %90’ ının katılımıyla 1 günlük iş bırakma eylemleri başlamış ve Parlamento Kadın- Erkek Eşitlik Yasasını çıkarmak ve Eşit Davranış Dairesi’ ni kurmak zorunda kalmıştır. Kadına yönelik pozitif ayrımcılık uygulayan bir ülkedir. Danimarka, Avrupa Topluluğu’ nun da üyesidir. Uluslararası etkileşimlerden gelen kurumsallaşma baskılarına direnen bir ülkedir. Büyük ve yeni bir eşitlik kurumları kurmak yerine mevcut bulunan kurumlarının derinleştirilmesinin daha doğru olacağına inanılıyor. Bu ülkede Radikal Feministler (Kırmızı Çoraplılar) oldukça güçlüdür ve bu radikaller devlete karşı yaptırım güçleri oldukça fazladır. Bu yüzdendir ki kadın- erkek eşitliği konusunda Nötr tutum sergileyen bir devlettir. 2. Kuzey ve Orta Avrupa Ülkeleri Kuzey ve Orta Avrupa Ülkelerinin ortak özellikleri İsviçre hariç kuruldukları günden beri Avrupa Topluluğu’ na üye olmalarıdır. Bu durum da eşitlik kurumları açısından türdeş olmaları yönünde bir etkisi vardır. Hollanda 1960’ lara kadar cinsiyet rollerini, kadının çalışma hayatındaki yerini, kadının sosyal ve kültürel haklarını en az tartışan ve annelik kavramının “kutsallığı” konusunda oldukça tutucu bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Fakat 1970’ lere gelindiğinde, Sol Radikal öğrencilerin yönelmesiyle Radikal-Feminsit Dolle Mina (Özgür Kadın) hareketi ülkede adeta bir devrim gerçekleştirmiştir. Sadece 10 yıl gibi kısa bir sürede kadınların yalnız yaşaması, çiftlerin evlenmeden birlikte yaşaması, eşcinsel çiftler, tek ebeveyn, geleneksel evliliğe alternatif arayışlar gibi hızlı bir liberalleşme süreci geçirmesiyle diğer ülkelerden ayrılan yönleri vardır. Parlamentoda 1975’ te %9,3 kadın temsilci bulunurken 1986’ da %20’ e çıkmıştır. 1974’ te Ulusal Emansipasyon (bağımsızlaşma) Danışma Komisyonu’ nun kurulmasıyla cinsiyet eşitliği konusunda ilk adımı atmış oldular. Belçika Hollanda, Almanya ve Fransa arasına sıkışmış bir ülke konumunda olduğu için Feminst hareketlerden etkilenmiştir. Fakat diğer ülkelerde kürtaj hakkı gibi bir şekilde kabul ettirilmiş önemli kararları aldıramamış olsa da eşitlik kurumlarını devletin en küçük alanlarında dahi kurabilmiş ve onları yaşatabilmiştir. Kadın Çalışması Komisyonu (1974), Eğitimde Kız ve Erkek Çocuklarının Fırsat Eşitliği Komisyonu (1970-1980), Kamu Yönetiminde Kadın ve Erkeklere Eşit Muamele Komisyonu (1984), Aile İçi Çalışma Komisyonu (1985), Emansipasyon Komisyonu (1985), Emansipasyon Komisyonu Bakanlığı (1986). Fakat eşitlik kurumları her alanda yer almasına karşın bu haklar sadece hukuki düzlemde kalmıştır. Kadının temsil ve çalışma hayatına katılımı oldukça sınırlı kalmıştır. Siyasal temsil oranı 1975’ de %6,6’ dan 1987’ de %8,5’ e; çalışma hayatında ise %49’ u gelir getiren bir işte çalışmakla birlikte, bu çalışan kadınların % 34’ ü işsiz kalmaktansa yarı zamanlı bir işlerle uğraşmayı tercih etmektedir. Tekeli diğer ülkelere göre farklı görünen bu durumun nedenini kadın hareketinde devlet kurumlarının güçlü fakat kadınlar arasında güçlü bir birliğin olmamasına bağlamaktadır. (!) “Fransa buraya kadar örneklerini gördüğümüz, bir ölçüde Fransa'dan etkilenen Belçika dışında (orada da bir devlet bakanlığı vardır), kadınların toplumdaki eşitsiz konumlarını değiştirecek esas ajanı kadınlar, kadın hareketi olarak gören ve ayrılarak devletin daha çok onlara destek olmak üzere devreye girdiği modelden bu rolü doğrudan doğruya devletin kendisine veren ilk ülke örneğidir. .Dünya'da ilk bağımsız kadın bakanlığı burada kurulmuş ve kadın erkek eşitliğini sağlamak üzere tek sorumlu, tek misyon sahibi kurum olarak, o güne kadar idare içerisinde oluşturulan bütün diğer eşitlik kurumlarını da bünyesinde merkezileştirme eğilimi taşımıştır” (Tekeli, 1986: 36). Ne var ki devletin tek sorumlu olduğu bu durumda, tıpkı Belçika gibi kadınların bu kurumlara sahip çıktığı ya da kitlesel eylemlere dönüşmüş bir kadın hareketi 1968’ lere kadar bulunmamaktadır. 1968 yılında öğrenci hareketlerinin yansımasıyla Radikal Feministler Etoile’ deki zafer takına çelenk koymaları ve “ben kürtaj oldum” manifestosuyla ülkede görülen davalar büyük yankı uyandırmıştır. Diğer yandan kadının Parlamentodaki temsili oldukça sınırlıdır. 1988 seçimlerinde sandalye sayısı %5,7 ile sınırlıdır. 1981’ de Sosyalist Mitterand’ ın başa gelmesi ve seçim öncesinde cinsiyet ayrımcılığına son verecek söylemlerde bulunması Fransız politikacıların dikkatlerini kadınlar üzerinde yoğunlaştırmasına neden olmuştur. Çünkü Fransız kadını, gelenekselleşmiş olan sağ merkezli oylarını seslerini duyan sol partilere kaydırmıştı. Bu dönemden sonra devlet bütçelerinde ciddi iyileştirmeler yapılmış ve sosyal, kültürel, hukuki düzlemde iyileştirmeler yapılmasına rağmen araştırmanın yapıldığı 1991’ e kadar Parlamento’ da temsil gücü ve karar alma mekanizması oldukça zayıf kalmıştır. Federal Almanya Avrupa Konseyi’ nden gelen baskılara rağmen eşitlik kurumlarını kurma konusunda oldukça geri kalmış bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Federatif bir devlet yapısından dolayı oldukça farklı eşitlik kurumları pratikleri mevcut bulunuyor. 1985’ te 25-45 yaşları arasında gelir getiren bir işte çalışma oranı %63’ ü geçememektedir (1970’ te bu oran % 48’ dir.) Siyasi katılım oranı 1975’ te %5,6 iken 1987’ de % 15,4’ e çıkmıştır. Bu artışın nedeni ise muhalefet partisinin Yeşil Hareket ile % 50 kadın kota uygulamalarının bir yansıması olarak görülür. Nitekim Sosyal Demokrat Parti 1988’ de, kadınlara %40 kota uygulaması getirir ve kadınlar Yeşil Hareket’ e ciddi destek verdiği görülür. Tekeli tam da burada kadınlara neden kendi içlerinde bir kadın örgütü kurmadıklarının, başka bir partinin alt birimi etrafında toplandıklarını ya da dolaylı olarak onlara destek verdiklerinin çözümlemesini, önce 1. Dünya Savaşı, sonra Nazizim’ in yükselişi, sonra 2. Dünya Savaşı ve ardından devletin ikiye bölünmesinin kadınları depolitize ettiğiyle yapar. İsviçre Türkiye’ nin de kabul ettiği dünyanın en gelişmiş Medeni Kanunu’ na sahip olması yönüyle çağdaş hukuk sisteminin öncülerinden kabul edilir. Hiçbir uluslararası kuruluşa bağlı olmayan bu ülke Birleşmiş Milletler ve Avrupa konseyinde politik olmayan, gözlemci ülke statüsünde olmasına rağmen sadece kadın eşitlik kurumları yönüyle dünyadaki gelişmeleri takip etmemektedir. 23 farklı Kanton’ dan oluşan Federatif yapısında 1971’ de kadına seçme- seçilme hakkı tanımıştır. Bu araştırmanın yayınlandığı 1991 yılına kadar 2 kanton hala kadına seçme- seçilme hakkı tanımamıştır. 1980’ lere kadar gelir getiren işlerde çalışma oranı %34 ile Avrupa’ nın en geri kalmış ülkelerden biridir. Kota çalışmalarıyla temsil sayısı 1975 seçimlerinde %7,5’ lerdeyken 1987 seçimlerinde ancak %14,5’ e yükseltilmiştir. 3. Güney Avrupa Ülkeleri Üç farklı ülke olan Yunanistan, İspanya ve Portekiz’ in gerek ekonomik yapıları gerekse siyasal yapıları birbirine oldukça benzerdir. 1970’ lere kadar süren otoriter rejimlerin gelişimi önleyen politik tavırları, demokratikleşme hareketlerini yavaşlatmıştır. 1970’ te demokratikleşme hareketlerinden sonra Avrupa Konseyi’ nden gelen baskılar üzerine eşitlik kurumları kurulmuş ve tabandan da gelen talepler doğrultusunda 1980’ lere doğru eşitlik kurumlarını kurmuş ve değişime giden yolda öncü devletler haline gelmiştir. İspanya’ da Franko’ nun ölmesinden 2 hafta sonra Madrid’ de toplanan “kadınların kurtuluşu” toplantısı; Yunanistan’ da 1974’ te askeri cuntanın ardından 1981’ de Sosyalist Papandreu hükümetinin (PASOK) iş başına gelmesiyle kadınlar üzerine hızlandırılmış politik stratejileriyle; Avrupa’ nın ekonomik anlamda en az gelişmiş ülkesi olan Portekiz’ de diktatör António de Oliveira Salazar’ ölümünden sonra (27 Temmuz 1970) 1977’ de kurulan eşitlik kurumu olan Kadınların Statüsü Komisyonu, bu üç ülkenin kadın- erkek eşitliği konusunda nasıl bir gelişim gösterdiği konusunda ipucu verecektir. Görüyoruz ki totoliter hükümetlerin hemen ardından çağdaşlaşma yolunda atılan ilk adımlar kadın hakları üzerinden yürütülmüştür. Her ne kadar istenen seviyelere gelmese de sosyo-kültürel gelişimin eskiye göre ciddi bir sıçrama gösterdiği savunulabilir. Ve yine bu üç ülkede görüyoruz ki Avrupa Konseyi’ nin baskılarıyla eşitlik kurumları kurulmuş, kurumların ardından gerek meclislerinde sandalye sayısı açısından gerek iş yaşamına katılım açısından gerekse hukuki düzlemde kadınların açmış olduğu dava sayısı açısından nispeten önemli bir seviyede artış gözlemlenmektedir. Çözümlemeler Tekeli bu bölümde, ülkelerdeki eşitlik kurumlarının röntgenini çekmiştir. Bu eşitlik kurumlarını devletlerin kendi eliyle mi, tabandan gelen kadın hareketlerinin bir sonucu olarak mı, Avrupa Konseyi’ nin baskılarıyla mı kurulduklarını irdelemiş ve betimsel bir yaklaşımla çözümlemeye çalışmıştır. Diğer yandan değişen hükümetlerin eski eşitlik kurumlarını; bazen başbakanlığa bağlı bir kurum olarak, bazen bakanlığa bağlı bir alt birim olarak, bazen parti düzeyinde güçlü bir kadın hareketi kalmasını önemseyen bir strateji olarak, bazen de eşitlik kurumlarını meclise karşı sorumlu bir birim olarak değiştirdiklerini gözlemlemiş ve bu durumu, neticesi ne olursa olsun gerekli bir girişim olduğu sonucuna ulaşmıştır. Tekeli, bu çeşitli eşitlik kurumlarının gücü tek elde topladıklarında, bütçeyi hangi durumlarda kullanabilecekleri gibi birçok yönelim problemleri olduğunu, başka birim olarak çeşitlendiğinde üstlendikleri sorumlulukları eyleme dönüştürme açısından yükü de paylaştıkları için daha verimli oldukları çıkarımında bulunmuştır. 1988 yılında Avrupa Konseyi’ nin deneyim ve görüş alışverişinde bulunmak için üye ülkelerini ilk defa topladığı Haziran toplantısında Hollanda’ nın temsilcisi olan Ms. Swiebel’ in yaptığı bir konuşmayı haklı bulur Tekeli. Konuşma şöyledir. “Swiebel, demokratik toplumlarda kadın erkek eşitliğini sağlamak amacıyla kurulmuş bütün dernek ve örgülerin meşru olduklarından yola çıkarak, bunlar arasında devletten destek gören ve görmeyen ayırımı yapılmasının yanlış ve sakıncalı olduğunu belirtmiştir. Buna göre ulusal mekanizmaya yalnızca hükümetler katında kurulan siyasal kurumlarla, yine devlet kurumu olan idare ve yargı kurumları dahil edilebilecek; sivil toplum kurumları ise, devlet kurumlarından gördükleri desteğe bakılmaksızın "destek kurumları" olarak kabul edilmesi gerekecektir.” (Sweibel, 1988: 67-78) Devletlerin eşitlik kurumları için ideal bir model oluşturmanın imkansıza yakın bir durum olduğu yönünde genel bir anlayış vardır. Çünkü bırakın ülkeden ülkeye aynı modeli uygulamayı, Federal devletlerde (Almanya, İsviçre) bile bölgeden bölgeye farklı uygulamalar söz konusudur. Nötr Tutum ile kadınlara yönelik Pozitif Ayrımcılık açısından iki farklı tutum içinden Pozitif Ayrımcılığın pratikte daha uygun olduğu kanaatindedir Tekeli. Zira Nötr Tutum’ un çarpıtılmaya müsait olduğunu düşünmektedir. (Benim kendi görüşüm ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre farklı tutumlar uygulanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde Pozitif Ayrımcılık Tutumu, gelişmiş ülkelerde de Nötr Tutumun uygulanması daha uygun olabilir. Tabi ki gelişmişliğin ölçütü konusunda kriterlerin ne olacağı tartışmalarını da beraberinde getirecektir bu durum.) Joni Lovenduski’ nin Kadınlar ve Avrupa Politika adlı kitabında yaptığı tanımlamaya göre bir ülkede kadın hareketi ne denli güçlüyse, kazanılan haklar ve bu hakların özgüllüğü o denli güçlü oluyor. Lovenduski’ ye göre Avrupa’ daki en güçlü Feminist hareketler Hollanda, Finlandiya, Danimarka, Norveç, İtalya; en güçsüz Feminist hareketler Almanya, Fransa, İsveç, Belçika’ da görülür. Tekeli’ ye göre bu çok ilginç bir saptamadır. Çünkü Feminist hareketlerin güçlü olduğu ülkelerden yalnızca Hollanda’ da bir devlet bakanlığı kurulmuş, güçsüz ülkelerin üçünde çözüm, devlet katının en üst hiyerarşisinde bir bakanlık kurularak aranmaya çalışılmıştır (Almanya, Belçika, Fransa.) Sonuç Kıvılcımı Avrupa’ da başlayan ve etkisi tüm dünyaya yayılmış kadın hareketinin varlığı yadsınamaz. Tekeli’ ye göre demokrasinin yerleşmesi açısından da bu treni kaçırmış iki ülkeden biri olan Türkiye (diğeri San Marino’ dur), Yunanistan gibi acil önlemler almalıdır. Hollanda modeliyle güçlü bir bakanlık kurulmalı, ayrı bütçesi olmalı ve Kadın-Erkek Eşitlik yasasıyla bu bakanlık desteklenmelidir. Tek bir çatı altında değil, partilerin kadın kolları güçlendirilmeli; mecliste kadın konseyi gibi yapılarla desteklenmeli, kadın çalışmaları üzerine araştırma komisyonları oluşturulmalı; daha önce Ombud deneyimi olmayan Türkiye’ de Ombudsman gibi arabulucu Müsteşarlarla denetim mekanizması oluşturulmalı; basında cinsiyetçi söylemlere karşı devlet katında bir denetim mekanizması oluşturulmalı; Pozitif Ayrımcılık tutumu uygulanmalı; Türk kadınının 1920 ve 1930’ lerden bu yana tepeden inme reformlarla değil, kadınların kendi aralarında güçlenerek “her şeyi devletten beklemeden”, biz biliciyle ve rahat hareket edebilecekleri özgürlükçü bir ortamda tümevarılmasıl bir anlayışla hareket etmelerini salık verir Tekeli. Bu adımların kısa mesafede koşulan bir yol değil, uzun ve meşakkatli bir yolda atılacağının inancındadır.
Devlet-Kadın-Siyaset
Devlet-Kadın-SiyasetMeryem Koray · TÜSES (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı) · 19911 okunma
·
1.023 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.