Fernando Pessoa nun ölüm yıl dönümü imiş....yıllar yıllar önce daha ben varoluş nedir, varoluş sıkıntısı nedir bilmez ve kendimi garip ve bir o kadar da yalnız hissederken; nasıl oldu hatırlayamadığım bir şekilde
Irvin D. Yalom ile de tanıştım... Deli gibi cinai ve polisiye romanlar okuyup kriminal uzmanı olmama ramak kalan bir dönemde, psikolojik ve varoluşsal çözümlemeler içeren yazarlar ve kitaplar daha çok ilgilimi çekmeye başladı. Sıkı bir
Fyodor Dostoyevski okumalarıma da oğlum doğduktan sonra başladım (34yaşında okudum ilk romanını, hiçbir şey için geç değil!)
Şimdilerde anlamaya çalıştığım bir
Carl Gustav Jung fenomeni var benim için...
Tüm bunların da ötesinde ise, Türk Edebiyatını ve özellikle yeni dönem Türk yazarları da es geçmemek gerektiğini fark ettim...İnsanın ana dilinde okuması gibi yok, diğerleri çevirenin yeteneğine ve dehasına kalmış durumda maalesef.
Mesela,
Oruç Aruoba, bir gün, internetten aldığım kitapların içinde sticker şeklinde onun sözlerinin çıkması ile tüm algılarımı tepe taklak etti...(onun yazdıklarına şiir denemez, daha başka bir şey, tanımı yok bende...)
Mesela,
Yaşar Kemal diye ekleyemiyorum, hiç okumadım ama biliyorum ki gelecek vakti...
Daha pek çok kıymetli yazar var tabii ki....
Bugün bana bunları ve benim okuma yolculuğumdaki gelgitleri, değişimleri hatırlatansa
Fernando Pessoa oldu...
Her şey gibi yani değil mi?
Değişmek...
Bazı şeyleri bırakmak, yeni gelenlere yer açmak...
Geçici olduğunu bilmek...
Zevkin de geçici olduğunu bilip bazı kıymetlilerinse zamansız olduğunu, hiç değişmeyeceğini bilmek...Bununla mutlu olmak!
Son olarak şu itirafta bulunmak isterim; eğer bir okuyucu ile en az iki ortak yazarımız/yaramız var ve bunlar özellikle