Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

190 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
‘’Gerçeği bilebilir miyiz?’’ Sorusu ile yola çıkan Wittgenstein, Tractatus adlı eserinde mantık, dil ve dünya ilişkisini inceler. Bu gerçeğe ulaşmak için matematiksel bir dil kullanır çünkü kendisi aslında 2 yıllık aldığı mühendislik eğitimini terk ederek felsefeye geçmiş matematik kökenli bir filozoftur. İşin magazinsel boyutlarına değinmişken Wittgenstein’ın döneminin en zengin ailelerinden birinde doğduğundan ve kaliteli eğitimlerden geçtiğinden de söz etmeden geçmeyeceğim. Önsözünde kitabın felsefe problemlerini ele aldığını belirtir ancak felsefeyi öldüren bir filozof olarak Wittgenstein, felsefenin problemlerinin saçmalıktan ibaret olduğunu söyleyecektir ilerleyen kısımlarda. O yüzden ele aldığı şey aslında felsefenin problemleri değil, felsefenin problemlerinin neden anlamsız olduğu ve bu anlamsızlığı bir kenara bırakıp aslında felsefenin ne yapması gerektiğidir. Anladığım kadarıyla geçmiş filozofların yaptığı gibi ‘güzel nedir, iyi nedir, tanrı var mıdır?’ diye kafa patlatmak gerçekliğin anlamlılığından uzak ve bu yüzden konuşunca elimize bir şey geçirmeyen, düşünüldüğünde sınırsızlıklara kapı aralamasından ötürü anlamlı sonuçlara bizleri ulaştıramayan saçmalıklardan başka bir şey değil. Bu yönüyle gerçekten 20. Yy’a dil felsefesiyle damgasını vurmuş iddialı bir abimiz. Dilin yansıttıklarına göre biz felsefe problemlerini öne süreriz ama dil sınırlılıklar içerir ve felsefe problemleri o sınırın ötesini konuştuğu için anlamsızdır. Dilin ötesi hakkında konuşmayı hedefleyen felsefi dil, dilin kötü ve yanlış kullanımını sergiler. Sonucunda dilin yanlış kullanımları ortaya çıkar. Dolayısıyla bu kitabın amacı da felsefi dili takılıp kaldığı bu yanlışlıktan kurtarmak, felsefenin ne yapması gerektiğini ortaya koymaktır. 7 temel önermeyle kendi mantığının temelini oluşturur; 1) Dünya, olduğu gibi olan her şeydir. 2) Olduğu gibi olan, yani olgu, olgu bağlamlarının öyle var olmasıdır. 3)Olguların mantıksal tasarımı, düşüncedir. 4) Düşünce, anlamlı tümcedir. 5) Tümce, temel tümcelerin doğruluk işlevidir. 6) Doğruluk işlevinin genel biçimi şudur: [p, §, O, §] 7) Üzerinde konuşulmayan konusunda susulmalı. Dünya, bilebileceğimiz şeylerin toplamıdır Wittgenstein’a göre, şeylerin değil. Diyebiliriz ki abimiz aynı zamanda Kantçı da biri. Kant’a göre bir şeyi duyusallığın formları ve anlama yetisinin kategorileri ile düşünerek bilebilirim. Şeyin kendi içinde ne olduğunu ise bilemem, yalnızca varsayabilirim. Wittgenstein da aynı Kant’taki gibi dünyanın tözünün şeyler ya da nesneler tarafından oluşturulduğunu iddia eder. Bu şeyleri oluşturan olguları da ancak kendi düşüncelerimizin sınırları içerisinde bilebileceğimizi ortaya koyar. Tüm bu 7 temel önerme işte bunun içindir. -Bundan sonrası biraz kafa yakabilir, boğulup boğulup duvara atılmadan önce derin bir diyafram nefesi almanızı öneririm- Tractatus, dilin resim kuramı olarak anılır. Bu Wittgenstein'ın ilk dönem düşüncesidir. Kuramıyla düşüncelerin dile getirilişine yani dile sınır çizmeyi hedeflemektedir. Çünkü doğruluk da, bir önermenin doğru olup olmaması da onun nesnesine bağlı olup olmamasına bağlı haldedir. Buna da dilin resim kuramı denir. Biz gerçekliği olguları tasarımlayarak biliyoruz, bunun gerçekliği temsil etmesi için onun bununla özdeş olması yani karşılaması lazım ki bu da mantıki biçimdir. Ad yalın bir im, tümce ise bileşik bir imdir. Ad nesneyi temsil eder ve nesnenin tümcedeki yerini alır. Tümceler bir şeyin ne olduğunu değil nasıl olduğunu söyler. Bunu söyleyenler de zaten doğa bilimleridir ve o yüzden anlamlıdırlar. Adın anlamı yoktur. Olgu, bağlamını doğru ifade ediyorsa anlamlıdır ama yanlış ifade etmesi de anlamsız olduğu anlamına gelmez. Olgunun bağlamını yanlış ifade edebilmesi de yine anlamlıdır fakat bu yanlış bir tümcedir. Tümceler anlamlı ya da anlamsız olabilir. Bu noktada kafamızın yanmasını Aristoteles mantığı üzerinden düşünerek biraz hafifletebiliriz. P de P’nin değili de anlamlı olabilir fakat birisi doğru diğeri yanlıştır. Eğer olmayan olgudan bahsediyorsak işte o noktada tümcemiz anlamsız bir tümcedir. Tümce gerçekliğin tasarımıysa ancak doğru ya da yanlıştır. P ya da değil p ise mesela. Yanlışsa da anlamlı. Bir de gerçekliği ifade edemeyen şeyler vardır ki onlar yanlış bile değil saçma, anlamsızdır. Biz düşüncemizi dille ifade edebiliyoruz o yüzden dil düşünceyi örter der Wittgenstein. Dünya konusunda anlamlı ve biçimsel olarak dile getirebileceğimiz şey, mantık açısından standartlaşmış bir dilin sınırları içinde kalmak zorundadır. Dünya içerisinde yani ‘’söylenebilir olanın’’ alanında muamma yoktur. Bir sorunun sorulması mümkünse yanıtlanması da mümkündür. Diğer bütün şeyler dünyaya ait değildir ve bu nedenle de söylenemez. Düşüncemizi belirtirken yanlış da olsa yine olgu bağlamı var ama saçmada yok ve felsefi problemler de işte bundan ötürü saçmadır. Felsefe bir etkinliktir ve tarihinin hepsi de çöptür. Felsefenin görevi anlamlı ve doğru tümceleri çözümlemek açık hale getirmektir. Felsefe doğru kullanımı çözümleme yapmalıdır ki bu da mantığa özdeştir. Felsefedeki önerme ya da sorunların çoğu ise dilimizin mantığını anlayamamamızdır. Nihayetinde son cümlesiyle noktayı koymuştur; üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı.
Tractatus Logico-Philosophicus
Tractatus Logico-PhilosophicusLudwig Wittgenstein · Metis Yayınları · 2011504 okunma
·
529 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.