Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Yaşamı ve yaşamayı anlamlı kılan onca şeyi hiçe sayıp, düz renk kıravat takan büyüklerin o çok bilindik ciddiyeti ve açgözlülüğü, sınırlarını çizmeyi hiç bir zaman beceremedikleri rasyonel mantıkları çerçevesinde bunalımlarla dolu bir hayat içindeyiz. Bu tehlikeye karşı çocuklarımızı yetiştirirken; onlara, kalperinin saflığıyla hareket edebilmeyi öğretirsek, gerçek başarıya ancak o zaman ulaşmış oluruz. Çocukluk ruhunu geri kazanmak için hiçbir çaba sarf etmeyen onca insanın içerisinde kendimi gayet tabii yalnız hissediyordum. Günün birinde yine bunca hayattan kopuk insanın arasında kendi kendime çocukluğumdaki ruh halime dönebilmek için –dünyayı anlayabilmek için- uğraşırken, yürüdüğüm yolun sonunda hiç kımıldamayan birinin var olduğunu gördüm. Yaklaştıkça gözlerinin gözlerimde kilitli olduğunu fark ettim. Daha önce hiç karşılaşmadığım bu yabancı, bana hiç de yabancı değildi. Bir tek sorusu ile içime ektiğim çiçek tohumunun-uzun yıllardır bekleyen bir çiçek tohumunun-, toprağı çatlatıp gün yüzüne çıkmasına sebep oldu: “Bana bir koyun çizer misin?” O andan sonra, onu yanımdan hiç ayırmak istemeyeceğimi fark ettim. Çünkü bu soyut dünyada arkadaşlığa verilen değer, görebileceğimiz gerçek zenginliğin kaynağıdır. O, yalnız başıma bir türlü beceremediğim şeyi başarmama yardımcı oldu: çiçeğim artık en saklı yerimde günyüzündeydi. Onun sayesinde hayatım, en başta özelliklerini saydığım insanların birçoğununkinden daha renkli, daha özgür, daha anlamlı oldu. Küçük Prens... Saçları kendi gezegeninde daha kıvırcık. Bizim gezegene geldiği zaman nedense doğal kıvırcıklığını biraz kaybetmiş. Zaten bizim gezegene ne gelirse gelsin, önce tüm doğallığını yitiriyordu. Boynunda rüzgarın hafif dokunuşlarıyla dalgalanmayı bekleyen atkısı, yüzünde herhangi kıravatlı bir insan tarafından anlaşılmak kaygısı gütmeyen, alkışlanma beklemeyen bir ifade ve gözlerinin içindeki o minik parıltılar. Asteroid B-612’den, bizim gezegene gelene kadar birçok farklı olay yaşamış. Oldukça yorgundu. Karşılıklı oturduk, birer oralet söyledik ve başladı Küçük Prens’im anlatmaya... Öncelikli olarak kendisini uzunca süredir meşgul eden baobap tohumlarından konuştuk. Küçük Prens, küçük gezegenini bu tehlikeli baobaplardan korumak için çok çabalamıştı. “Filizlenmeye başladıklarında zararlı bitkileri diğerlerinden ayırmak zordur” dedi. Haklıydı da. Örneğin, bizim gereksiz duygularımız ve isteklerimiz de diğer duygularımızla aynıymış gibi hareket ederek doğru yolda ilerliyormuşuz hissini yaşamamıza sebep olurlar. Ama aşırıya kaçıp zihnimizi bulandırdıkları andan itibaren bize zarar vermeye başlarlar. O da aynı bu düşünce doğrultusu üzerinden, baobapların yaratacağı tehlikeyi ayırt etmenin, ilerde onu daha çok zorlayacağından dolayı onları şimdiden gezegeninden söküp atmak istemişti. Bu işlerle meşgulken günün birinde güneş ile birlikte açan farklı bir çiçeğin varlığını keşfetmiş. Küçük Prens kendi çiçeğinden bahsederken içindeki o güzel heyecanı hissedebiliyordum. Onu yalnız bırakıp geldiği için, huzursuzdu biraz. Ne de olsa çiçeği onun için tekti, biricikti. Fakat aynı zamanda yalnız kendi güzelliğinin etkisinde büyülenen, hiç de alçak gönüllü olmayan çiçek; ne de değişik bir şeydi... Bu çiçekleri anlamak çok zor doğrusu! Hem duygusal, hem mızmız, hem cesur, hem utangaç... Çiçeğinin kaprislerine dayanamayan Küçük Prens, göç yolundaki yabanıl bir kuş sürüsünün yardımı ile başlamış seyahatine. Yaban ördekleri, evcil ördekleri tutsaklıktan kurtarırlar diye okumuştum. Bu sayede evcil ördeklerin asıl benliklerine geri dönmelerine yardımcı olurlar. Peşine takıldığı bu sürü de, Küçük Prens’imin birçok şeyi keşfetmesine olanak sağlamıştı. Yolculuğu boyunca 6 farklı gezegen gezmiş durmuş kendisine bir dost bulabilmek için. İlk gezegeninde yaşayan tek kişi Kralmış. Küçük Prens bu deneyimi hakkında şöyle bir tespitte bulundu: “Haklı olan tek güç; olanaksız olanı isteyenleri ölüme mahkum etmek yerine, herkesi yapabileceği şeylerle yargılayan güçtür.” İkinci gezegeninde kendini beğenmiş bir adam varmış. “Varlığı yalnızca başka insanların gözünde anlamlı olan kişiler bence gerçekten çok gülünç durumdalar” dedi. Sözlerinin arasında sık sık şu büyükler çok tuhaf doğrusu tabirini kullanıyordu. Üçüncü gezegeninde bir ayyaş vardı. Küçük Prens ona: “Ne yapıyorsun?” dediğinde, “İçiyorum!” demiş. Ardından “Niye içiyorsun?” diye bir soru sorulduğunda, “Unutmak için!” demiş. “Neyi unutmak için?” diye üstelemiş bizimkisi. “Utandığımı unutmak için.” demiş. “Neyden utanıyorsun peki?” “İçtiğimden!” Hatalarımızdan, hayata ve insanlara karşı yabancılaşmamızdan her zaman kendimiz sorumluyuz. Bunun bizde yarattığı utançtan kurtulup bir şeyler bulma yoluna girersek de, yalnız kendimizi buluruz. Dördüncü gezegeninde bir iş adamı varmış. “Rakamlardan başka hiçbir şeyle meşgul olmayan şu büyükler.” Dedi bu sefer sadece. Beşinci gezegenindeki fenerci, Küçük Prens’imin kendine en yakın hissettiği kişiymiş. Ama anlattıklarından sonra ikimiz de şunu düşündük: ona verilen bilgilendirmenin üzerine birçok değişim ve yenilik gelmesine rağmen, o verilen ilk bilgilendirmeye körü körüne bağlı bir insandı. Ona nasıl yardım edilebilirdi ki? Altıncı gezegende bir coğrafyacı vardı. Bunun da sahte entellektüel bir insan olduğu konusunda hem fikirdik. Koca gezegeninden ve bürosundan hiç çıkmayan birinin bilgileri sadece kulaktan dolma şeyler olmalıydı. Küçük Prens’im en sonunda hakkında iyi şeyler söylenildiği düşüncesine uyarak dünyaya gelmiş. İyi ki de gelmiş. Şimdi karşımda. Gözlerinin gözlerimde bulduğu her ne varsa, umarım hiç vazgeçmez takılı kalmaktan. Çünkü o yanımdayken; içimdeki çocuğu keşfediyorum. Her gün biraz daha, ve her gün biraz daha. İnsanlığı korkutan o derin yalnızlık duygusundan sıyrılıyorum. O yanımdayken boa yılanı ve fil resmini kavrayabiliyorum. Herkesin hayatta bir gezegeni vardır. Bu gezegenlerden büyüklere bahsedecek olursak mutlaka bizlerden bir kalıp çerçevesinde belirli şartların karşılanmasını beklerler. Yani onlar için bu tarz şeyler sosyal kalıplara uymalıdır. Çünkü büyükler sadece rakamları önemserler. Benim bu hayattaki gezegenim: Küçük Prens’im. Sevmeye, anlamaya, tanımaya vakit ayıramayan o çok meşgul kalabalığın arasında gözlerini gözlerime öylesine kilitleyen Küçük Prens’im. Varoluşumu anlamlandıran, bana sıcacık sarılmasıyla bir saniyelik B-612 ‘ye gidip gelmeme sebep olan, beni saatlerce dinleyen, ruhuma dokunan ve hayatımı değiştiren Küçük Prens’im... Hayatıma adımını attığı günden beri her şey çok değişti. Koyun çiçeği yedi mi yemedi mi bilmiyorum. Size söyleyeceğim tek şey, yolda umarsızca yürürken size takılı kalmış bir çift göz görürseniz, durup ona tek bir soru yöneltin: “Bana bir koyun çizer misin? Z.Betül Demirses
Küçük Prens
Küçük PrensAntoine de Saint-Exupéry · Can Çocuk Yayınları · 2015236,4bin okunma
·
25 görüntüleme
Emre Can okurunun profil resmi
Tebrik ederim. bu kitabı ben de okudum ve ben de yorumladım ama sizin yorumunuz çok etkileyici olmuş. kocaman görebilen bir kalbiniz var. Elinize yüreğinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.