"Benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim? Bilmiyorum ve korkuyorum. Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım."
Hayatı boyunca binlerce kez bunları düşünen ve "Bu kadar fazla düşünmeseydim çok daha mutlu olurdum," diyen güzeller güzeli Sylvia... Çocuk yaşta babasını kaybeden, annesiyle arasına duvarlar ören, anlaşılmayı beklerken anlamayı reddeden, çok zeki bir kadın Sylvia...
Herkesin imrendiği okullarda burslu olarak okuyan, beyaz atlı prensini bulana kadar fırtınalı bir hayat yaşayan, hep baba sevgisinin yokluğunu hisseden, "Yazmazsam, yazamazsam Sylvia olamam" diye kendini büyük bir kısırdöngünün içine hapseden bir kadın Sylvia...
Deliler gibi aşık olarak evlendiği eşi Ted Hughes'un büyük kısmını sansürleyerek ilk kez yayımlattığı Günlükler, Slyvia Plath'ı anlatmış bir nebze de olsa bizlere. Bazen yazdıklarıyla, bazen yazamadıklarıyla, bazen de sustuklarıyla...
Otuz yıllık yaşamına unutulmaz eserler sığdıran müthiş bir kalem, muazzam zekâsıyla kendine hayran bıraktıran çok özel bir kadın Sylvia...
Çok dokunaklı, hüzünlü bir okumaydı, yer yer boğazınıza oturan yumruyla başbaşa kalınan bir okuma... Önyargıyla değil empati yapılarak okunmayı hakeden bir eserdi kesinlikle.
Herkesin tek bir hayatı var yaşaması gereken acısıyla, tatlısıyla, hüznü, mutluluğuyla... Ne şekilde yaşamak ise kişinin tasarrufunda olan bir süreç. Yargılamak, eleştirmek kimsenin haddi değil. Bu dünyadan bir Sylvia Plath geçmiş, kâh ağlamış, kâh gülmüş ve bir yerde artık ne düşünmek istemiş, ne ağlamak, ne gülmek, sadece susmak istemiş, susmak ve susmak......
Sevgiyle Sylvia...