Gönderi

216 syf.
8/10 puan verdi
·
12 günde okudu
“Varoluş özden önce gelir.” “Kendinde-varlık.” “Kendi için varlık.” “Biz gerçekte varolmuş olmamızla suçluyuzdur; ne var ki tek onurumuz da varolmaya çalışmaktır.” . . . "Yaşamak denilen ve bir de varolmak denilen bir şey vardır: ben varolmayı seçtim." Varoluşçuluk. Sanattan edebiyata, edebiyattan filme kadar bir zamanlar her şeyi etkisi altına almış bir felsefe akımı. Bir felsefe akımının düşünceleri kadar o akımın doğduğu ortamda önemlidir. Çünkü biz istesek de istemesek de toplum bizi etkiler. Öznellik, varoluşçular için belki de en önemli kavramlardan biridir. Öznel olmayan, nesneye yaklaşan herkes kendi varoluşunu kaybetmekle karşı karşıya gelirmiş. Nerede doğdu bu varoluşçuluk? Bu mesele Sokrates’e kadar uzansa da bizim aşina olduğumuz varoluşçuluk 19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyıl başlarında kendini tam anlamıyla göstermeye başladı. Her felsefe akımının bir kurucusu olduğu gibi burada da bir kurucu vardır. Genel kanı, varoluşçuluğu Kierkegaard’ın başlattığı yönündedir. Fakat kendisi bu terimi hiç kullanmamıştır. Kierkegaard, hayata bir anlam, bir tutku yüklemenin sorumluluğunun topluma veya dine ait değil de tamamen insanın kendisine ait olduğunu düşünüyordu. Kierkegaard’ın yaşadığı zamanlarda varoluşçuluk bu kadar popüler değildi. Varoluşçuluk asıl yükselişine 2.Dünya Savaşı’ndan sonra geçti. 2.Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, insanların birbirine canice kıyması, ekonomik çöküşler insanları karamsarlığa sürükledi. Sanki her şey bitmiş gibiydi. Her şeyin bittiği noktada insanlar kendi içlerine bakmaya çalıştı. Neden varım? Varoluşumun amacı nedir? Varoluş nedir ki? diye sorular sordular kendilerine. Haksızda değillerdi. Yiyecek ekmek bile bulamayan, her şeyin küle döndüğü, eskiden yattığınız odanın duvarlarının bile sizden zayıf olduğu bir yerde ne düşünebilirdiniz ki? “Ben neden buradayım?” sorusundan başka insanın aklına ne gelirdi ki? Şu an yaşadığımız ülkeyi düşünelim. Türkiye’yi. Ekonomik zorluklar, alım gücünün düşmesi, gelecek kaygısı, ekmek alacak parası yok diye intihar eden insanları… Düşünelim. Belki 2.Dünya Savaşı değil fakat bu toprakların insanları her zaman olduğu gibi bu sorunları yine yaşıyor. Geleceğe karamsar bakan gençler ne düşünüyor sizce? Ben bir genç olarak tıpkı 20.yüzyıl Avrupası gibi varoluşumu düşünüyorum. Neden varım? Neden buradayım? Heidegger gibi fırlatışlığımı (geworfenheit) düşünüyorum. Çoğu genç gibi.. Göz yaşlarımızı, dalgın bakışlarımızı unutup kitaba dönelim. Çok güzel bir giriş yazısı karşılıyor bizi, bu giriş yazısı çevirmenimiz Serdar Rıfat Kırkoğlu’na ait. Bir giriş bu kadar bilgi verebilir mi diye düşündüm okurken. Hem varoluşçuluğu, hem varoluşçuluğun karşıtı yapısalcılığı hem de varoluşçuluğa yapılan eleştirileri okuyoruz. Aynı zamanda varoluşçuluğa atıf olabilecek edebiyat türlerini (Bunaltı Edebiyatı) tanıyoruz. Bu kitapta en sevdiğim yerlerden biri giriş kısmı diyebilirim. Nedenini açıklayacağım. Giriş kısımlardan sonra yazarın asıl amacına ulaşıyoruz. Varoluşçuluğa giriş. “Yüzyılın son saçmalığı varoluşçuluk modası olmalı.” Sözüyle karşılanıyoruz. Yazarımız tam konuya girmeden önce 4-5 sayfa boyunca varoluşçuluk eleştirisi yapıyor. “Bakın arkadaşlar benim safım belli ama siz yine öğrenin diye yazıyorum.” Der gibi oldu. Tamam bir şey olmaz deyip okumaya devam ediyoruz. Bundan sonra artık tamamen varoluşçuluğun önemli kavramlarını ve temalarını açıklamaya çalışıyor. Kitap tam bir giriş kitabı niteliğinde değil de eleştiri-giriş şeklinde yazıldığı için anlamak bir zordu. Bu nedenle size tavsiyem not alarak okuyun ve anlamadığınız kavramlara mutlaka bakın. Bazı temaları gerçekten çok iyi anlatsa da çoğu temada kafa karışıklığı yaşadım. Sartre şunu demiş dedikten sonra söyledikleri Sartre’nin kendi dedikleri mi yoksa yazarın kendi sözleri mi karışıyor. Kitabın eleştirel olması her şeyi daha da zorlaştırıyor. Bir de bana göre felsefe okumanın en büyük zorluklarından biri dil. İnsanlar bir şey aktarmak değil de sanki laf cambazlığı yapmak için yazıyorlar gibi hissediyorum. Varoluşçuluğu anlamak zaten zor kardeşim, bir de siz zorlaştırmayın. Yukarıda yazdığım küçücük sorunlar haricinde kitabın işleyişi gayet güzeldi ve giriş kısmını güzelce okuyup anladıktan sonra belirli bir temele sahip oluyorsunuz. En azından konu hakkında bir fikriniz oluyor. Zorlanıp, yok ya bırakacağım diyorsunuz sonradan yok ya biraz daha okuyayım diyorsunuz ve bu kitap bitene kadar devam ediyor. Galiba zor olması kendisine çekiyor. Kitabımız biraz nazlı bu yüzden üstüne düşmeniz gerekiyor. Okuyup anlamadınız mı? Tekrar okuyun. Altını çizin ve notlar alın. Yazıya döktüğünüzde aklınızda daha iyi kalıyor. Kavramların ne olduklarına bakın. Varsa felsefe sözlüğünüz onu yanınızda taşıyın yoksa zaten internet var. Kitabın sonunda sözlük gibi bir şey vermiş fakat kesinlikle yeterli değil. Odaklanın, gerçekten odaklanmadan okuduğunuz takdirde bir şey anlamayacağınızın garantisini veriyorum. Kitabı bitirdikten sonra varoluşçuluğa devam etmek isteyeceksiniz. Kierkegaard okumak, Sartre okumak, Camus okumak. En güzeli bilerek ve farkında olarak okumak. Belki bir gün kendi varoluşunuzu sorgulayacaksınız. Belki de bir kitabın katabileceği en güzel şey sorguyu hayatımıza dahil etmesidir. Varoluşum ne ki? . . . open.spotify.com/track/3y6GGIZ2K... Varoluşçuluk ile bağlantılı bir film : Yazgı
Varoluş Felsefelerine Giriş
Varoluş Felsefelerine GirişEmmanuel Mounier · Fol Kitap · 201918 okunma
··
294 görüntüleme
gülesintisigibi okurunun profil resmi
🥲💖
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.