Gönderi

Yalnızlığı nasıl tanımlarsın deseler: yalnızlık, virgüller gibi hareket eden insanların olduğu bir toplumda nokta gibi davranıp hareketsizleşerek nefes almaktır. İnsanın nefesini tutup ânı durdurarak düşünce nöbeti beklemek için iç dünyasına çekilişidir. Ama bir noktada şuna da inanmıyor değilim: Yalnızlık üzerine yüzlerce kitap yazılıp içerisinde on binlerce kez yalnızlık kelimesini kullanabiliriz ama ne yazarsak yazalım yalnızlığı doğru tarif edemeyiz. Modern dünya yalnızlığımızı bozdu. Muhatap olduklarımızın üzerimizde bıraktığı izler, silinemez bir hâl aldı ve bizleri nefessiz bıraktı. Yalnız kalmayı isteyen, yalnız kalmayı bilen biri şahsiyetini korumak için ilk ve en önemli mühimmatı elde etmiş demektir. Yalnız kalamayan insan, sürekli meşgul çalan bir telefon gibidir ama farkında değildir. Kendini aramak aklına bile gelmez. Rehberinde koca bir dünya vardır, ama kendisi yoktur. Kendini bulmasın, görmesin ve hissetmesin diye; belleği bünyesini tarumar eder, hafızası oyun oynar. Kendinle başbaşa kalamadığı her anda mutlu görünmek zorunda hisseder. Oysa mutsuzsan, mutsuzsundur. Nedir bu mükemmel görünme telaşı? Hiçbir ihtiyaçları olmadığını, her şeye sahip olduğunu, aşkların en güzeline ve pahaların en biçilmezine sahipmiş gibi yaşamanın bir bedeli olmayacak mı? Çok ağır bir bedeli var oysa: Nedir bu mükemmel görünme telaşı? Hiçbir ihtiyaçları olmadığını, her şeye sahip olduğunu, aşkların en güzeline ve pahaların en biçilmezine sahipmiş gibi yaşamanın bir bedeli olmayacak mı? Çok ağır bir bedeli var oysa: “Sen kendine dost değilsin.” İnsan, üzüntü yaşamadan sevinci tadamaz. Yalanla karşılaşmadan doğruyu bilemez. Çirkini görmeden güzeli keşfedemez. Sahteyle temas kurmadan hakikati hissedemez. İşte tam da böyle, yalnız kalmadan da kendiyle dost olamaz insan. Dost olmanın temel hassasiyeti nedir? Anlamak, dinlemek, tamir etmek, yara sarmak. Neden tüm bu eylemler bizden ‘öteki’ne doğru yapılan şeyler gibi anlatılır? İnsanın hiç mi kendini anlamaya, dinlemeye, tamir etmeye ve kendi yaralarını sarmaya ihtiyacı olmaz? Olur, hem de sık sık olur. Nasıl ki şefkat, merhamet, gönülden bir muhabbet ve nihayet sevgi gibi yüce davranışlar bir insandan başka bir insana akabildiği gibi, kişinin kendisine doğru da akabilir. Bunun için her şeyden önce, üzerine basa basa, yalnız kalmak gerekir. Hani kitap okurken, gözlerin kelimelerin üzerinden süratle geçerken ansızın durur ve eline kalemi alıp çizersin ya, işte o çizdiklerine bir daha bak. Onlar sensin. Söylemek istediklerinin hepsi orada. Gölgelediğin, maskelediğin şeyler saklı o seslerde. O sesleri hep gizledin oysa. İnsan bir kitabı kendi için okumaz mı evvela? Bir cümlenin altını çizerken “Tam da beni anlatıyor” demez mi? Hep birileri sana, seni anlattı. Sen ne zaman kendini, kendine anlatacaksın? Hani geçen gün dinlediğin o şarkı, evet şu seni yıllar öncesine götüren melodiler, gönlünün hangi köşesinde sinmiş kalmış olanları bulup çıkarttı da gözlerin yaşardı? “Gerçekten mutsuz olabilir mi insan? Ah, mutlu olmaya gücüm varsa, hüzün ve felaketin ne anlamı olabilir? Biliyor musunuz, bir ağacın yanından geçeceksiniz, onu göreceksiniz ve mutlu olmayacaksınız ha, işte bunu aklım almaz! Sevdiğiniz bir insanla konuşacaksınız ve mutlu olmayacaksınız! Ah, anlatamıyorum… Kötü durumdaki bir insanın bile adım başı göreceği bu kadar çok güzel şey varken mi mutlu olamayacaksınız? Bir çocuğa bakın, güneşin doğuşuna bakın, bir otun boy atışına bakın, sizi seven insanların gözlerinizin içine bakışına bakın!” (Budala)
192 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.