Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Türklerde denizcilik üzerine
Yüzyıllar boyunca at üzerinde bir coğrafyadan diğerine nam salan Türkler Malazgirt zaferinin ardından Akdeniz kıyılarına varabilmişlerdi. Denizcilik Türkler için hiç de alışık olmadıkları bir alan olup, bu konuda hemen hemen hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Farkında değillerdi ancak Orta Asya da başlayan hikâyeleri Akdeniz de yeni bir serüvene dönüşecekti. Malazgirt zaferinin ardından Çaka Bey ki, kendisi tarihte ilk Türk amirali olarak anılmaktadır. Anadolu topraklarında kendi beyliğini kurmuş ve ilk Türk donanmasını oluşturmuştu. Bizanslılarla deniz savaşına girişmeyi göze alması ki Bizanslılar denizlerde Türklerden coğrafi konumları gereği çok daha tecrübeliydiler, Türklerin bu alana ne kadar ilgi duyduğunu bize göstermesi açısından önemlidir. Anadolu Selçuklu devletinin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte Anamur ve Alanya şehirlerinin alınmış ve Türkler Akdeniz’de giderek büyüyen bir güç haline gelmeye başlamıştır. Selçukluların akidenizdeki faaliyetleriyle beraber deniz ticaretinde büyük gelişmeler yaşandığını görmekteyiz. Bu dönemde İtalyan cumhuriyetleri Venedikliler ve Cenevizliler Selçuklunun izni ve idaresi ile Akdeniz de ticaret yapmaya devam ediyorlardı. Bu da Türklerin dışa kapalı olmadıklarını kanıtlıyor. İtalyan şehir devletleri denizcilik alanında tecrübe ve teçhizat açısından Türklerden üstündü, Selçuklu onların bu üstünlüklerini bilerek onların Akdeniz de ticaret yapmasına izin vermekteydi. Buradaki amaç tecrübelerinden faydalanmaktı. Karşılıklı yapılan ticaret sayesinde her iki tarafta büyük kazançlar elde ediyorlardı. Elde edilen bu gelirler sayesinde dünya tarihinde ilk defa sigortacılık faaliyeti Selçuklu devleti tarafından ortaya atıldı. Anadolu Selçuklu devleti karasularında ticaret yapmaya gelecek herkese kapılarını ardına kadar açma sözü vermiş ve başlarına gelecek her türlü zarara karşı kendilerine teminat vermişti. Bu da elbette ortaçağ döneminde Avrupalı birçok tüccarı ak denize çekiyordu. Ancak şu gerçeği kabul etmek gerekir ki, Türkler ak denizde Venedikli, Cenevizli gibi İtalyan şehir devletleriyle yarışabilecek durumda değildiler. Kara topraklarında at üzerinde başarıdan başarıya koşan Türkler, söz konusu deniz olunca yeterli seviyede değildiler bunun sebebi de karşılarında yer alan devletlerin yerleşik konumları gereği sahip oldukları tecrübedir. Denize olan ilgi Osmanlı devletinin 1360 lar da Çanakkale boğazını geçip Edirne’yi başkent ilan etmesiyle yeni bir safhaya taşınır. Denizin iki yakasındaki birliğin sağlanması açısından Gelibolu tarihinde ilk defa önemli bir liman kasabası olur. Elbette Bizans imparatorluğunun başkenti İstanbul’a giden gemilerin kontrolü de bu limandan geçiyordu. 14. Yy sonunda Saruhan, aydın menteşe birliklerinin de Osmanlıya katılmasıyla birlikte ege adalarında İtalyanlarla çatışmalar başlar. Osmanlıda ilk tersaneyi inşa etme girişimi Gelibolu da başlar. ( Selçukluların Alanya limanında tamirat işlemleri yapılması için Tersanesi vardı.) Ancak tersane 1416 yılında Venedikliler tarafından basılıp, bütün gemiler yakılır. Bu durum bize denizlerde henüz tam güvenilir bir yapının oluşmadığını göstermektedir. 19 yaşında Fatih Sultan Mehmet’in tahta geçmesinden itibaren donanma konusunda ilk gerçek anlayış ortaya çıkıyor. Dönemin Bizanslıları başkentlerini dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bir sur ile güvenceye almışlardı. Bu sur şehrin deniz yolundan girişinde haliçte yer alıyordu. Günümüzde Karaköy ile Eminönü arasındaki yere bu suru çekmişlerdi. Ortaçağ döneminin en önemli özelliklerinden birisi aşılamaz kale surlarıydı. Bu da İstanbul’un fethini zorlaştırıyordu. Bu dönemde kendini korumaya alan şehir devletleri etraflarını surlarla örüyor ve bu şekilde dışardan gelebilecek tehlikelere karşı kendilerini korumaya alıyorlardı. Bu surları aşmak ne kadar zor olsa da kafasına İstanbul’u almayı koyan Fatih mühendislerine büyük yürür kuleler, toplar ve birçok yeni icat bulmaya teşvik etmişti. Bunlardan en büyüğü de gemileri haliçe sokma taktiğidir ki bu işe yaracak ve sabah uykudan yeni kalkan Bizanslıların sabah gördükleri manzara morallerini kıracaktı. Ancak biz önce sürecin ilerleyişine değinelim. İtalya’dan 5 gemi Bizanslılara yardım için gelir, en az 150 gemiden oluşan Türk donanması bu 5 geminin haliçten içeriye girmesine büyük uğraşılara rağmen engel olamaz. Buradaki asıl sorun, Ceneviz gemilerinin çok büyük olmasıdır. Türkler bu gemilere tırmanamazlar. İtalyanlar 22 kayıp verirken Osmanlının 100 kayıp ve 300 yaralı verdiği görülür. İtalyanların yelkenlileri güçlüdür. Ayrıca daha yüksek olan yelken direğine tutunup yukardan Osmanlı gemilerini ateşleyerek başarı elde etmişlerdir. Bu şekilde halici aşarak şehre girdiler. Bunun üzerine 21/22 Nisan 1453 akşam saat 18:00 dan sabaha kadar kimine göre 80 tekne karadan çekilerek haliçe indirilir. Bunun için önce toprak düzeltilip, taş döşemesi yapılıp, üzerine ray gibi kızaklar yerleştirilir. Bunların üzerine de makaralar ve tekerleklerle hareketlendirilebilen tekneler yerleştirilip insanlar ve hayvanlardan çekilerek bugünkü Kasımpaşa da denize indirilirler. Sadece karadan kuşatıldığını düşünen Bizanslılar sabah gemileri haliçte görünce büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar. Bu gemilerin büyüklükleri 18-28 uzunluğundaydı. Bu tekneleri çekenler gibi teknelerdeki mürettebatta Türk ve Müslümandır. Gelibolu’ya ait 1475 yılı kayıt defterine göre 181 Reisin tamamının Türk ismi taşıdığı bilinmektedir. İstanbul’un fethiyle asıl büyük tersaneye şimdi sahip olunur. İlk yaşamlarından beri Akdeniz’le iç içe olan İtalyan şehir devletlerinin denizcilik alanında yeni buluşlar yapmaları, yeni teknolojiler üretmeleri doğaldı. Türkler için onları izlemekten başka yapabilecek bir şey bugüne kadar olmamıştı. O yüzden Selçuklu döneminde olduğu gibi Osmanlıda da Venedikli ve Cenevizli tüccarlara denizlerde tam serbestîye verilmişti. İstanbul’un fethi ile beraber denizlerdeki faaliyet Karadeniz’e yöneldiğini görüyoruz. Kuzey Anadolu sahilleri Rumlardan alınarak Türk şehirleri haline getiriliyor ve kırımında fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline gelmişti. Ancak yine de Venedik ve Cenevizlilere rahatça dolaşmaları konusunda dokunulmaz. Zamanla denizlerde tecrübe kazanılır ve sonunda ak denizde İtalyan devletleriyle çatışmalar yaşanmaya başlar. Özellikle (1463-1479) arası Venediklilerle yapılan savaş sonucunda Osmanlı donanması gemiler şekil değiştirmeye başlar. Uzun yıllar boyunca Venedik, Ceneviz ve İspanyol gemilerini inceleme fırsatı bulan Osmanlı denizcileri, Venedik gemileri tarzında çektiri ve kalyonlar, İspanyol gemileri tarzında gökeler inşa ettiler. Burada önemli olan bu gemileri yapabilmek olduğu kadar bu gemileri yapabilmek için gerekli olan malzemenin de tedarik edilmesiydi. Bu konuda Türkler çok şanslıydı. Türklerde liderin sözü yerine getirilmesi kutsal bir görev olarak algılanması teşkilatlanmayı kolaylaştırıyordu. Bu durumun izlerini günümüzde de yaşamıyor muyuz? Türklerde başkaldırma, sistem değişikliği gibi konular halk arasında pek konuşulmaz. Türk gelenek ve göreneklerinde iktidarı eleştirmek yoktur. O yüzden Türk tarihinde başkaldırma, devrim gibi olaylar pek sık rastlanmaz. Karadeniz bölgesinde köy ve kasabalardan bir kısım gemi inşası için ağaç kesmekle, başkaları çivi yapmakla, başkaları ağaçları düzeltmekle, başkaları yelkenler ve halatlar için yün eğirmekle görevlidir. Halkın bu bağlılığına karşılık bu bölgedeki insanlar vergi ödemezler ve çocuklarını devşirme olarak alınmaz. Böyle bir düzene sahip olduktan sonra Osmanlının ne denli bir güç haline geldiğini görmemek imkânsızdır. 1480 de Osmanlı donanmasının İtalyan yarımadasının güney doğu bölgesine asker çıkarması, otranto nun fethi, Hristiyanlığın başkenti romanın da fetih edileceği düşüncesi Avrupa da yayılmaya başlamıştı. Hatta Korsan Kemal reisin ispanyadaki Müslümanlara zulüm ediliyor diyerek ispanya kıyılarına kadar gitmesi artık Türklerin denizlerde bende varım demesi anlamına geliyordu. 1490 ila 1517 arası Amerika kıtası ve Hint okyanusu yolunun keşfi Avrupa’nın dikkatini yeni gemilerin yapımına çekmişti. Yavuz sultan selimin bir deniz kenti olan Trabzon sancağına gönderilmesi onun denize ilgi duymasına sebep olur. Tahta oturup ıranı yendikten sonra ilk iş olarak, haliçteki mezarlıkları kaldırtıp yerine Fatihin kurmuş olduğu tersaneyi 160 göz büyütmesi olmuştur. Bu da bize Yavuz sultan selimin ne denli büyük bir vizyona sahip olduğunu gösterir. Artık Osmanlı bahriyesinin merkezi haliç tir. Osmanlı devleti suriye ve mısırı fetih edince hilafetin de koruyucusu konumuna gelmiş, Karadeniz ve ak denizde ticaret ve hac seferlerinin koruyucusu olmuştur. Nitekim büyük başarılar elde edilse de rakip devletler karşında okyanusta başarılı olunamamış o yüzden Akdeniz asıl ilgi alanı olarak kalmaya devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının Avrupalı hükümdarlara gönderdikleri namelerinde ‘’iki Kıtanın hakanlığına iki Denizin hakanlığını’’ eklemeye başlamalarının kökeninde, çağının Akdeniz denizciliğinde en ileri uzmanı olan Barbaros hayrettin paşanın Cezayir’deki beyliğini bir Osmanlı örgütüne dönüştürmesi yatıyor. 1534 yılında İstanbul’a gelir gelmez ilk iş tersanenin düzenlenmesi oldu. Barbaros hayrettin paşa usta bir denizci olmasının yanı sıra, yıllar süren deniz kariyerinde gemi inşa ve tamir işlerinde de ustalaşmıştı. Akdeniz kıyılarını ve iklimini çok iyi bildiği için kadırgaları tercih ediyordu. Orta ak denizde durgun havalar günlerce sürerdi ve yelkenli gemiler küçük limanlarda kullanışlı olmamakla birlikte seri hareket edemiyorlardı. Buna karşılık kadırgalar daha esnek hareket edebiliyor ve daha sığ sularda yüzebiliyordu. Preveze deniz zaferinin kazanılmasında Barbaros’un taktik zekâsının etkisi büyük olmuştur. Akdeniz’de en çok Venedik ve onu izleyen Rodos ve malta şövalyeleri gibi güçlerle karşılaşıldığı için Barbaros’un ve Türk denizcilerin onlara tedbir olarak kadrolarını oluşturmaları normaldi. Venedik ve İspanyolların kullandığı büyük kalyon gemileri Osmanlı da başlıca nakliyat amacıyla kullanılırdı. Barbaros hayrettin paşanın donanmanın başında olması bile Akdeniz de lider olmaya yetmiyordu. Rodos alınmış, Trablusgarp fetih edilmiş ancak Malta, Kıbrıs ve Girit adalarına yerleşmiş malta şövalyelerinin eylemleri devlete büyük zarar vermeye devam ediyordu. Malta’yı ele geçirme girişimi Turgut reisin şehadeti ile sonuçlanmıştı. Akdeniz’de devam eden problemler Osmanlıyı ilgisini sürekli buraya vermesine ve okyanuslara açılmasına engel oluyordu. 17. Yy ortasına gelindiğinde Avrupalılar Akdeniz ile uğraşmaktan vazgeçmiş kuzey ve güney Amerika ile güney Afrika’yı, Hindistan ve Endonezya’yı paylaşma yarışına girişmişlerdi. Artık güç savaşı karadan ziyade denizlerde yaşanıyor ve bu yüzden teknolojilerini ona göre modernize ediyorlardı. Venedik bu dönemde çökerken Avrupa buharlı gemi yapımına çoktan başlamıştı.
·
266 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.