Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Memlekette fikir ve vicdan hürriyetine karşı alınmış hükümet tedbirlerinin de, bir nevi yetkilisi ve sorumlusu durumuna düşmüş olan Maarif Nezareti, okul ve eğitim işlerinden çok, kitap sansür etmek, devrin ideolojisine aykırı bulduğu kitapları yurda sokmamak, toplatıp yaktırmak ve genç nesillerin manen uyanmasına, milli ve medeni bir ruhla yetişmesine engel olacak tedbirleri almakla meşguldü. Meşihat da maarif hayatı ve müesseseleri üzerinde müdahalesini gittikçe genişletiyordu. Son yıllarda vazifelendirdiği medrese ulemasından müfettişler, dini inançlara aykırı tedris ve telkinlerin yapılıp yapılmadığını anlamak üzere, Mülkiye'nin sınıflarına, idadilerin fizik, kimya ve tabiat derslerine bile girip çıkmaya başlamışlardı. Tarih dersi ilkokullardan kaldırılmış, öteki okullarda da adeta dondurulmuştu.” İşte Şemsi Efendi, bu şartlar altında ve bu şartlara karşı olarak açtı okulunu. Öteden beri kullanılan ezberci sistemi bırakarak “Usul-i Cedide” denilen yeni sistemle okuma yazma öğretmeye başladı. Eski sistemle hiç arapça bilmeyen öğrenciye, anlamını bilmeden hece hece kelime ezberletilirdi. Öğretimde esas olan, zekaya değil, hafızaya yönelmekti. İsmail Eren, bir makalesinde, eski ve yeni sistemi şöyle karşılaştırmış: “Bir zamanlar ders okumak, anlamadan yüzlerce sahifeleri papağan gibi ezberlemek demekti. Eski zamanlarda pek faydalı olan medreseler gittikçe bozulmuştu. Medreselerde okunan matematik, ilahiyat ve fizik dersleri yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Bütün bunların yerine de, kuru ve usulsüz surette okunan iki ders kalmıştı. Din ilimleri ve Arapça. Üstelik Arapça öğretimi de oldukça ağırdı, bir kelime bilmeyen talebeye ders başlar başlamaz 'nasara, yansuru' diye bir kelime öğretmeye kalkışılırdı. Daha kelimelerin manasını bilmeyen zavallı talebe de bunları duyduğu gibi beller, sanki bununla bir şey öğrenmiş olurdu ve artık bundan sonra bütün arapça diliyle yazılmış kitaplardan okuyup, anlamaksızın, ezberlemekle değerli gençlik harap edilirdi. Hele kendi dilimize kimsenin önem verdiği yoktu. Okutmaya tenezzül etmezlerdi. Türkçe, medreselerde bilinmez, hükümet kalemlerinde öğrenilirdi. Bu yüzden herkes milli dilden yüz çevirmiş, arapçaya bağlanmıştı. Gittikçe okumuşlarla halkın arası açılıyor, bu iki sınıf halk birbirini anlayamaz bir hale geliyordu. Bu acı ve müessif hal, nihayet bir önemli inkilap ile değişti ki, o inkilap da “Yeni Öğretim Usulü'nün vaz-ı olayıdır.' Yeni usul, eski anlamaksızın ezberlemek kaidesinin tamamiyle zıddıdır. Şimdi hemen her mektepte cereyana başlayan bu usulün ruhu, talebeye her şeyin sebebini teferruatiyle anlatmak, hafızaya değil zekaya hitap etmektir. Hiç bir vakit anlaşılmamış bir nokta bırakmamak istenilir. Talebe okuduğunu anlamalı ve ona ruhen kani olmalıdır. Böyle olursa alınan malumat zihinde bir kanaat kuvvetiyle yerleşir ve artık bir daha çıkmaz. Halbuki ezberlenen, fakat anlaşılmayan bir şey zaman geçtikçe unutulur. İşte eski usule nispetle bu kadar üstünlüğe sahip olan yeni usulün Selanik'te ilk kurucusu olan zat, muhterem üstad Şemsi Efendi Hazretleri'dir. Bu muhterem zat, Selanik eğitim hayatının mücessem bir tarihidir. Rüşdiyeyi bitirdiği günden bugüne kadar bütün mesaisini eğitim hizmetine hasretmiştir.”
Sayfa 60 - Düşler Sokağı Reklam Yayın, İstanbul, Kasım 2006Kitabı okudu
·
101 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.