Gönderi

Tarihin en karanlık derin düşünürü, göklere uzanmak için kök salmamız gerektiğini vurgulamıştır. İnsanın yüceliğinin beraberinde uçsuz bucaksız bir alçaklık da taşıdığının ayardına varmak önce kişinin 'ben'liğini parçalar. Sonra da ona bağlı her şeyi. Anlayış, gerçeği yalın hale getirene kadar soyar. Ardından da hayvanca bir birleşme yaşanır. Dünyaya -kişinin aklına- getirdikleri çocuk ise acıdan başkası değildir. Kendilerine ait ve kendilerinden olan tek şeyi büyütmek ve korumak için hazır olan her varoluş gibi onlar da kendilerinden verir. Acı büyüyüp güçlendikçe onlar zayıflayıp azalır. Acı zamanla serpilerek kuvvet kazanırken, akıl ile anlayış yaşlanarak çöker. Nihai sonda da ise acı tamamıyla aklı ele geçirmiş olur. Çünkü akıl anaçtır, yavrusu için her şeyini verebilir. Kendisi de dahil. Artık kontrol acının ellerindedir ve kaderin ağları ile gidilen yolların taşları onunla örülmeye başlanır. Tek bir tutsağı vardır. Yaşamın ta kendisi. Çünkü yetkinliğini kaybeden akıl da, akıldan yoksun acı da bilir ki; sonun olduğu yerde başlangıç, başlangıcın olduğu yerde de son vardır. Döngüye nereden başladığı fark etmeksizin her kesişim noktasında yaşam bulunur. Eğer yaşamı ortadan kaldırırsan, döngüyü de ebediyete kadar sonlandırmış olursun. Acı ise iki yüzlüdür. Döngüyü kırmak ve parçaların dağılışını izlemek ister. Bu yüzden kendini yok etmeden döngüyü sonlandırmalı ve yaşamın tüm kaynaklarını kurutmalıdır. Bu yol onu gerçeğin karşısına diker ve umudu savaş meydanına çağırır. İnsanın içindeki şövalyelerin en güçlüsü, savaşın ve sonun belirleyicisi olur. Lakin gerçeğin zırhı ölümün en ince ve yıpranmaz dokusuyla kaplıdır. Umudun her saldırısını bir çizik bile almadan savuşturur. Enerjisini boşa savuran kendi kendini tüketen umut ise pes etmez. Gerçek ise kayıtsızlığıyla umudu içeriden mahvetmeye başlar. Nasıl bir karşıtlığı savaşında bir taraf hiçbir kuvvet uygulamaksızın bu kadar baskın gelebilir ki? Umut ise Don Kişot misali çabalamaya çalışır, fakat nafiledir. Artık savurduğu her darbe ondan bir şeylere zarar verir. Kendini aşırı zorlamanın oluşturduğu hasarlar ortaya çıkmaya başlar. Bunu da fark etmesiyle hem içeriden hem de dışarıdan yenildiğini anlar. Nihai sonda tam buradan gerçekleşir işte. Artık hareket etmeyecek ve hiçbir şey yapmayacaktır. Eylemden soyutlanmış bir arzu neye dönüşür peki? Akılsal bir hastalığa. Bu hastalık yavaş yavaş yaşamı bağlı olduğu kaynaklardan koparır. Akıl, acıyla ve hastalıkla çevrilmiş sonsuzluğunda son bir kez iyilik için çığlık atacak gücü bulur. Çocuğumun -acının- bana duyduğu saf sevgi neredesin? İşte, bu acı dolu çığlığın boşlukta çıkardığı eko karanlığın en derinine kök salmış bir fesleğen tohumuna ulaşır. Üzerindeki ağır toprağı silkeler ve başını çıkarır. Işığı kendine çekerek acıdan aldıklarıyla birleştirir. Sonrasında havaya her şeyi dengeleyecek ve her boşluğu dolduracak temiz havayı verir. Önce yaşamın bağları havayı özümser ve akla sımsıkı tutunur. Ardından da umut tekrar giyip kuşanır ve ayağa kalkıp savaşmaya devam eder. Savaşın sonucunu değiştirmek için değil, acının yok edici gücü ile hayat veren gücünün sürtüşmesiyle oluşturduğu kıvılcımların, sevgi ateşine dönüşerek yücelmesi için yapar bunu. Böylece varoluşun kutsal savaşı kaldığı yerden devam ederek tekrardan başlamış olur. Karanlığa ışık, ışığa karanlık olabilen her varoluşa selam olsun.
·
523 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.