Gönderi

310 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
‘Yeniden iyi biri olmak mümkün’ Bu kitaba çoğu insanın yaptığı gibi kısaca bir inceleme yazacak olsaydım ‘Uçurtma Avcısı’n da geçen bu tek cümleyi yazardım.Hiç şüphesiz bir araya gelmiş beş kelime kitabın ana fikrini o kadar güzel ifade ediyor ki^^ Ne demek istediğimi kitabı okuduğunuzda eminim daha iyi anlayacaksınız..Çok nadir inceleme yazıyorum ve bunu beni gerçekten derinden etkileyen kitaplar üzerine yapıyorum..Dolayısıyla yaptığım inceleme kısa değil sonsuz uzunlukta bir inceleme olacak:) Şimdiden vaktini ayırıp sonuna kadar okuyan okuyuculara kocaman teşekkür ediyorum;) Ayrıca yapmış olduğum bu incelemede yer yer spoiler olacak lütfen bunu göz önünde bulundurunuz. ‘Mutlu günlerimiz’ Gong Jı-young’un okuduğum ilk eseri Kore’de de oldukça popüler güncel bir yazarmış kendisi.Kitapları ödüller almış ve bu romanıyla birlikte diğer kitapları da sinema filmine uyarlanmış.Kitabın başlığına baktığım zaman banal bir aşk hikayesi okuyacağım yanılgısına düşmüştüm hiç de öyle olmadı.Bir diğer dikkatimi çeken şey kitabın aslından değil İngilizceden çevrilmiş olması bu da orjinalinden çok uzak bir hikaye okuduğumuz anlamına geliyor.Kitabın orijinal adı ‘Mutlu zamanlarımız’ iken İngilizce çevirmen bunu günlerimiz olarak değiştirmiş bu hiç hoşuma gitmedi..Neyse.. Mutlu Günlerimiz’ adlı paradoksal başlık, toplumdaki bu sorumluluk duygusunun yokluğunu eleştiren ve bir yandan da istifa eden bir ses içeriyor. Toplum bizi mutlu etmiyor ama böyle bir topluma misilleme yapıyormuş gibi 'hala mutluyum' diyoruz. Unutmamamız gereken şey ise, 'mutluyuz' diyen çoğumuzun gözünden yaşların aktığıdır. Ne tür bir dünya gerçekten mutlu bir dünyadır? Olayların olmadığı barışçıl bir dünya, sadece iyi insanların olduğu bir dünya, sadece iyi eğitimli insanların olduğu bir dünya.. Bunlar senin, benim onun düşüncelerine göre farklılaşacaktır. ‘'Yazar Gong Ji-young eserinde suç ve cezayı, aşk ve bağışlamayı, intihar ve idam, yaşam ve ölüm gibi birbirine parelel konuları gündeme getirip irdelememizi ve bunların gerçek anlamlarını sorgulamamızı istiyor.Aynı zamanda yazar Gong jı-young bu kitabı aracılığıyla sadece 'ölüm cezasının kaldırılması' gibi büyük bir konuyu değil, insanlara karşı şiddeti ve istismarı da ele alıyor.Ve tüm bunların yanı sıra kendinden nefretten ve kalbi iyileştirebilecek gerçek sevgi ve şefkatten bahsediyor. Roman, sıkıntısız yaşarken hayatından vazgeçmeye hazır bir kadının bakış açısından yazılmıştır. Kadın karakter tam üç kez intihara teşebbüs etmiş biri olarak okuyucunun karşısına çıkıyor.Erkek karakter ise tecavüz ve adam öldürme suçlarıyla hüküm giymiş bir idam mahkûmu... Çok farklı ortamlarda yaşamış bir erkek ve bir kadın, her Perşembe Seul Gözaltı Merkezinin zaman ve mekanında gerçek bir hikayede dostluk ve şefkat inşa etmeye başlarlar .ikisi bazen birbirlerinin aydınlığı, bazen de karanlıkları haline gelirler, bir fosil gibi katılaşan ıstıraplarının derinliklerinden sızan ışığı gün yüzüne çıkarıp, hayatlarımızı neyin aydınlattığını her gün ölmek istemememizi, sağlayan şeylerin ne olduğunu düşündürürken yaşama nedeni ve yaşam nedeni olarak belirli konuları aşk ve kefaret çerçevesinde zirveye çıkarıyor. “Ölümün yaşamın tamamlanması olduğu” bir zaman vardı. Aynı zamanda bir direniş dili ve ideolojik bir kararlılıktı. Ancak geçmişe bakıldığında, böyle bir kararlılığa rağmen, ölüm cezasının şok edici bir şekilde büyük bir kayıp duygusu yarattığı gizlenemez. Kaybın içeriğini tam olarak ifade etmek zor, ancak değerli bir şeyi geride bırakmanın üzüntü verici olduğu söylenebilir. Kıymetli bir şey bulamadan geride kalan her ölüm, hayatın tamamlanması değildir diyebiliriz..pekii .. Bilmek hiçbir şeydir. Bu anlamda bilmek, bilmemekten daha kötüdür. Önemli olan farkına varmaktır Bilmekle idrak etmek arasında bir fark varsa, o da idrak etmek için acıya ihtiyacınız olduğudur.İşte tam da bu yüzden acının zenginlik olduğu söylenir . “Hayatımızı tamamlayan nedir?” Gong Ji-young bize elbette bu soruların cevabını göstermeye çalışan bir yazar değil.Çünkü bunun kesin bir cevabı yok gibi görünüyor, ancak bize doğru cevabı göstermek yerine, Mavi günlüğün kahramanı talihsiz idam mahkumu ile muhteşem bir görünüme sahip bir kadın arasındaki küçük bir buluşma ve büyük bir ayrılığın hikayesini anlatarak tüm bu konuların üzerine kafa yormamızı istiyor.Kitapta yun-su’nun hikayesi ‘mavi günlükte’ onun ağzından anlatılmıştır.Bu güzel bir detaydı.Yazar okuyucunun kafasında oluşan soru işaretlerini bu yolla cevaplamayı tercih ederek kurgusundaki zayıflığı da güçlendirmeyi bu şekilde tercih etmiş.Yu-jong Perşembe görüşmelerinde Yun -su’ya sempati duyup onunla arasında bir bağ kurmaya başlarken okuyucu ise bunu mavi günlük aracılığıyla yapıyor. Roman, 'ölüm cezasının varlığı teorisi' konusunu gündeme getirip büyük bir tema olarak işliyor... Aslında, bunun gerçekten çok yıpranmış bir tartışma konusu olduğunu da düşünüyorum. İnsanları cezalandırmak için canlarını almaları doğru mu? Bu cezaların varlığı suçu azaltacak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirecek mi? Yoksa insan olmayan iblisleri ölene kadar hapse atıp karınlarını doyurmak için vergi mi ödemeliyiz? Ya da suç işlemeye meyilli bu insanları rehabilite edip topluma geri kazandırmak mümkün mü? .Suçluları hapishane denilen bir sığınakla karantinaya almak ve korumak doğru ne kadar doğru?Yaa geride kalan kurbanların aileleri? Onların kalbine bir çivi çakılmış şekilde hayatlarının geri kalanını yaşamaktan başka çareleri kalıyor muydu? Tüm o insanların yeniden iyi biri olmaları mümkün mü? Bu soruların cevaplarını asırlarda geçse verebileceğimi sanmıyorum. Bir de haksız yere hapse atılanlar idam edilenler var.Tıpkı romanın ana karakteri Yun-su, bizde de Deniz gezmiş, arkadaşları ve Erdal Eren örneğinde olduğu gibi .Okurken sık sık bu isimler aklıma geldi haksız yere yaşam hakkının elinden alınmasının nasıl bir duygu olabileceği üzerine düşündüm..Bundan daha beter bir haksızlık şekli olduğunu sanmıyorum ..Yukarıda ki sorulara bir cevap veremesemde bunun için şunları diyebilirim; ‘İnsan yargısı mükemmel değildir yanılgıya düşebilir.Bir hakim/Savcı hükümlüden daha aşağılık işler yapabilir.Hakimler ve mahkumlar aynı kişilerde olabilir..Ve yine hiç gocunmadan şunu söyleyebilirim ki haksız bir hükmün getirdiği ölümün 17 yaşındaki birine, 25 yaşındaki birine ve 27 yaşındaki birine hiç yakışmadığıdır. Kitapta emekli bir gardiyan idam cezasının kaldırılması hakkında itirazını dile getirip böyle bir şey olursa devlete daha çok yük bineceğini onlara bakabilecek kadar bütçenin olmadığını söylemişti.Bunu okuyunca köhne zihniyetin izleri her yerde diye düşündüm.Bu ‘asmayalım da besleyelim mi’ mi sözünün Asyalı versiyonu olmalı. Pekii şu tema üzerinden devam edelim ölüm cezası nedir?? Ölüm cezası, ne zaman başladığı bilinmeyen uzun bir geçmişi olan bir cezadır. Modern zamanlardan önce, ölüm cezası en iğrenç suçlular için yaygın olarak uygulanıyordu. infaz yöntemleri de acımasız ve çeşitliydi. Ancak 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan rasyonalizm, bireysel insan haklarını anayasanın temeli olarak belirlemiştir ve bu insan haklarının özü yaşam hakkıdır, dolayısıyla ceza makul bir aralıktadır. Kore örneğinde, ölüm cezası 19. yüzyılın sonlarına kadar şimdiye kadar olduğundan daha yaygındı ve ayrıca 'bir hainin ailesi üç aileyi yok eder' gibi bir dayanışma cezası vardı. Cezanın infazı halka açık olarak kalabalık bir yerde gerçekleştirildi. Gabo Reformu'ndan sonra geriye sadece askeri suçlar için asma ve idam mangaları kaldı sonunda bireysel sorumluluk bir ilke olarak kök saldı. Japon sömürge dönemiyle birlikte toplu hapishaneler ortaya çıktı ve ölüm cezasının önemi büyük ölçüde azaldı. Aslında, Amerika Birleşik Devletleri'nde araştırılan istatistiklere göre, ölüm cezası suç oranını azaltmıyor ve kanıtlar, idam mahkûmlarının çoğunun halka açık infazlara maruz kaldığını gösteriyor. Bununla ilgili hâlâ birçok tartışma var, ancak küresel eğilim 'ölüm cezasına karşı çıkma' yönünde ilerliyor. yine de bunun nasıl ifade edileceği bir insan seçimidir ölüm cezasını kaldırmaktan ziyade, bu tür insanların ilk suçlu olduklarında topluma kolayca dönmelerini sağlayan bir araca ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İlk bakışta, ölüm cezası, suçlular için 'aşılmaması gereken bir çizgi' gibi görünse de, 'suç caydırıcı' işlevi görmektedir, aslında ölüm cezasının özü intikamdır. İntikamın bayağı bir duygu olduğunu düşünebilirsiniz ama bence daha çok insanın kökünü oluşturan önemli bir duygudur. Sonra geriye 'intikamın anlamı kalıyor.Yazar bu tür bir intikam için ölüm cezasının infaz edilip edilmeyeceğini ciddi bir şekilde eseri aracılığıyla soruyor zaten.Cinayet de kabul edilemez "ölüm cezası" da kabul edilemez, her ikisi de mantıklı. Hangisi doğru, ikisi aynı an da doğru olabilir mi? Sonuç olarak neresinden bakarsanız bakın kesin cevapların alınamayacağı kabul edilmesi zor bir tartışma konusu. Ama yine de kitabı okudukça ölüm cezasının doğasının neden intikam olduğunu, insanları canavar yapan şeyin ne olduğunu aşkın ve bağışlamanın nasıl bu kadar büyük olabileceğini daha iyi anlıyoruz. 21. yüzyılda 'hukuk', iktidardakilerin yönetim yapısını sağlam bir şekilde desteklemek için bir araç olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla ölüm cezasıyla ölen suçluların sayısı azalmış olsa da, birçok insan, 'insan hayatı' yaşayamayan başka bir ölüme sürükleniyor. Burada adalet bir sloganla sona eriyor sadece resmi söylemler olarak sözde kalıyor. Yani 'ölüm' bir isim değil, hayatın içinde sonsuzca akan bir 'fiil'dir. Geniş anlamda statüleri ve ne şekilde yaşıyor oldukları nasıl olursa olsun insanlar aynıdır. Bununla birlikte, birbirlerine karşı ayrımcılık yaparlar, açgözlü olurlar ve kendi açgözlülüklerinden dolayı başkalarına içerler ve nefret ederler. Tüm canlılar bir şekilde değişir bu hikayede de değişimin en güzel örneğini okuduk. Ama kesinkes olan bir şey var ki öldüğünde, artık değişemezsin. Dolayısıyla bu kitap, yaşarken kendimizi daha ideal benliklere dönüştürmek için çabalamamız gerektiği mesajını da bizlere veriyor. Öte yandan kitabın ölüm cezasının çelişkilerine getirdiği şey ise keskin bir eleştiri değil, belirsizliktir. Kimse ölüm cezasının neden gerekli olduğunu haykırmıyor. Kimse idam cezasının kaldırılmasından bahsetmiyor. Yun-su'nun ölüm cezasından muaf tutulması gerektiğini kimse haykıramaz-haykırmıyor da zaten ancak kitapta Yun-su idam edilmemesi gereken bir idam mahkumu olarak geçiyor. Yun-su, rahibe Mo'nun da dediği gibi başından beri kötü bir adam değil.Bunu kitapta şu şekilde dile getirmişti: ‘Kötü şeyler yapmış olman kötü düşüncelere sahip olduğun anlamına gelmez.’ Hiç bir insan özünde iyi değildir, ve hiç bir insan özünde kötüde değildir. Karanlık bir geçmişi olmasına rağmen, yanlışlıkla bir cinayete bulaşması ve ölüme mahkum edilmesi acınası ve talihsiz bir durumdur. İlk etapta insanları bıçaklayabilen ve hiçbir şey yapamayan büyük bir adam olmadığı söylenir. Ölüm cezası sizi toplumdan kalıcı olarak izole etmek içindir, ancak masum görünen Yun-su’ya uymuyor. Yani Yun-su yalnızca acı ve suçluluktan kıvranan ve dünyadan uzaklaştırılan bir kişidir. Sonunda Yun-su’yu bir cinayet soygununa sürükleyen Yun-su’nun ebeveynleri, yazgısı ve dünya değil miydi?? Kitapta Rahibe Monica’nın rolü çok önemliydi, rahibenin cinayet ve tecavüze uğrayan idam mahkûmunun önünde ona bir anne gibi davranma gücü ve çabası göze çarpıyordu. Bence Rahibe Monica herkesten daha cesurdu. Çünkü ön yargılardan kurtulmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.İlk başta, bir rahibenin ortaya çıkması bunun dini bir romana evrileceğini düşündürsede öyle olmadı.Rahibe tipik bir din görevlisinden ziyade dini, ırkı, konumu mevkisi ve hayatında ne tür bir günah işlemiş olursa olsun bunların hiç birine bakmadan tüm ön yargılardan arınmış bir şekilde, sempati ve sevgisiyle insanlığı kucaklayan yüce bir insan profili çiziyordu. Öyle ki kitapta rahibenin olduğu kısımlar geldiğinde bana da bulutlu bir Perşembe günü rahibe Monica ile oturup sohbet etme isteği geliyordu.Belki yargıtay tarafından onanmış bir cezamız yok ama kalbimizde hüküm giymiş bizi tutsak eden şeylerin olduğunu hepimiz içten içe biliyoruz. Diğer yandan kitapta Yun-su’yu suç işlemeye iten sefil ortam yürek dağlayıcıydı.Onun hikayesi daha çok ilgi ve merak uyandırıyordu.Anne babasından en ufak bir sevgi görebilseydi, hayattan ümidini kesmezdi. Küçükken anne babanız tarafından terk edilmek, tüm dünya tarafından terk edilmek gibidir. Bir çocuk için ebeveynler dünyadaki her şeydir. Terk edilmiş ve yaralanmış bu çocuklar, başkalarına zarar vermek için büyürler ve aynı yaraları kendi çocuklarına da açarlar. İşte bu noktada o insanlar aynı hataları tekrarlar ve aynı günahları işlemeye devam ederler.. Yukarıda söylediğim şeylerden yola çıkacak olursak insan aklının alamayacağı suçları işleyen suçluların arkasında, çocukluktan beri akıl almaz şiddet uygulayan yetişkinler vardır. Dokuma gibi, her şey bu şekilde gelişir.Gong Jı-young tarafından sorulan birçok soru arasında temel soru ailedir. Görünürde bu roman Yu-Jong ve Yun-su arasındaki ilişkiye' odaklanıyor gibi bir izlenim yaratsa da aslında 'aile' anahtar kelimeydi. Dikkatli okunduğunda aile kavramının devasa bir evren gibi çevrelendiğini anlıyorsunuz. Ailenin anlamı, insanların ilişkilerine uygun şekilde eridiği için pek açığa çıkmıyor. “Şiddet şiddeti doğurur ve bu şiddet yine şiddeti doğurur.” Faillerin çoğu çocukluk döneminde şiddet ve acı içinde büyüdü.Ama yine de tüm çocukluk mağdurları fail olur diyemeyiz. Bu daha çok virüs gibi. Çoğu enfekte, ama bazıları kendi antikorlarını geliştiriyor ve üstesinden geliyor. Aile, bir kişinin kimliğini yabancı, sapkın veya gayri meşru bir çocuk olarak tanımlıyorsa, bu bir tür kendini küçümsemedir. Kendilerini küçümseyenler için mutluluk her zaman bir başkasının ekmeğidir. Kendini küçümseyen kişi, başkalarının acısı için kendini suçlar. Narsist yardım için uzanmak istediğini biliyor ama onu tutacak kimsesi yok. Gerçek şu ki, kendini küçümsemek, yaşama isteğinin bir başka çığlığıdır. Ama kimse çığlığı duymuyor. Kendini aptal sanan, sızlanan ve daha çok sinirlenen insanlar var. Çığlığın bittiği tek yer ölümdür. Tıpkı Yu-jong’un sürekli ölmeye çalışması gibi. Gerçekleri yaratan, gerçeklere bakmamız ve toplumu iyileştirmemiz gerekiyor.. Birçok filozof ölüme felsefi bir yaklaşım denedi. Ama ölümü yaşayan halde tartışmak metafiziktir. Herkes 'ölüm'ü deneyimler ama kimse bu deneyimi tarif edemez. Ölümün gerçekten yaşamın sonu olup olmadığı sorusundan, bireysel ölüm ile toplumsal ölümün farklı anlamları vardır. Biyolojik ölüm ve epistemolojik ölüm de farklıdır. Bunu şöyle düşünelim. Yaşayan ama ölü gibi görünen insanlar. Peki, yaşıyorlar mı, yoksa ölüler mi? Onları kimse öldürmemiş olsa da, onlar sadece Yunsu ve Yu-jong isimleri altında gerçekten ölenleri temsil ediyor. O zaman şu soru ortaya çıkıyor, neden sadece biyolojik katiller cezalandırılsın? İster kanun insanları öldürsün, ister sosyal yapılar ya da katiller insanları öldürsün, tüm bu ölüm şekillerinin arasındaki temel fark nedir? Bu sebepten kitapta ölümle ilgili sözler veya ilgili hikayeler olması gerekenden daha sık göze çarpıyor. Bunun nedeni kısmen ana karakterin tümüyle hayatından vazgeçerek intihar girişiminde bulunması olarak yorumlanabilir, ancak roman ölümün de hayatın bir parçası olduğunu söyleme yoluna gidiyor.Hayatın yörüngesi, ölümü kabul eden bir hayattan ve kabul etmeyen bir hayattan farklıdır. Yun-su ve Yu-Jong, aynı psikolojik duruma sahip kadın ve erkektir.Sürekli birbirlerine bakarken aynada kendilerini izliyormuş izlenimine kapılırlar.Ölmek istiyorum ama yaşıyorum.Yaşamak istiyorum, yaşıyorum ama ölü gibi hissediyorum. Öldürülmek isteyen Yun-su ve ölmek isteyen Yu-jong, ölümü erkenden hayatlarına kabul ettiler. Sonra ise İronik bir şekilde, ‘yaşamanın’ gerçek nedenini birlikte geçirdikleri mutlu saatlerin ardından anladılar.Ne trajedi ama! Kitapta okuyucu mavi günlük sayesinde her şeyi bilen bir pozisyonda duruyor yun -su’nun yaşadıkları hakkında bilgi sahibi oluyoruz bu nedenden , okuyucunun idam mahkumunu affetmeleri gerektiği fikrine daha yatkın olduğunu düşünüyorum. Öte yandan hikayedeki ana karakter sonuna kadar Yun -su ‘nun tam hikayesini bilmiyor ve bilmeden onu yaptıkları için bağışlayıp affederken bir sempati bağı kuruyor. Romanda Yun-su’nun ölümüne neden olduğu bir kadının annesi vardı.Kitabın zirve yaptığı yer tam da o kadının yemek yaparak ceza evine gidip Yun-su’yu affettiğini söylemesiydi.İnsanı sorgulatarak bir düşünce silsilesinin içine sürükleyen harika bir sahneydi. O kısımda aklımızda oluşan tüm o düşünceleri hepimizin yerine Yu-jong dile getiriyor: ‘Kendini eğitimsiz, cahil ve inançsız olarak tanımlayan yaşlı bir kadın, nasıl olur da o katili bağışlayacağına dair bir umut taşırdı ki Tanrı aşkına? Kutsal kitapların bağışlamayı emretmesine, boğuk seslerle seslendirilen ilahilerin de bağışlamayı dile getirmesine rağmen insanlığın ulaşmayacağı o mertebeye ulaşmaya gözü kara bir şekilde nasıl cüret ederdi ki? Bu sadeliğin yüceliği olabilir miydi’ S.138 Kitap sonlara doğru bağışlama-affetme temaları üzerine ilerliyor.Bu kısımları okurken başta çok yoruldum, anlam veremedim.Özellikle Yaşlı kadınla empati yaptığımda dehşete kapıldım kızının ölümüne sebep olan adamı nasıl affedebiliyordu?? Sonunda affetmenin affeden için değil, sürekli affedememekle boğuşan affeden için olduğunu anladım.Ancak ölesiye nefret ettiğin kişiyi tüm kalbinle bağışladığın zaman kalbin huzurlu ve rahat olacaktı. Yalnızca sevilenler sevebilir, ve yalnızca affedilenler affedebilir. Kitapta sonbahar yapraklarıyla ilgili bir kısım vardı.Oraya da değinmeden geçemeyeceğim.Yun-su sonbaharda dökülen ağaçların yapraklarını ölüme benzetiyor ve şunları söylüyor: ‘ Öleceksem, ölümüm sonbaharda renklerini değiştiren yapraklarınki gibi olması gerekiyor, çünkü ben ölürken beni izleyen insanların, ‘Ne güzel bir ölüm,’ demesini istiyorum.’s.261 Ahh sevgili Yun-su haksız bir ölüm ne kadar güzel olabilir ki?Sen yaprakların güzel ölümünü taklit etmek istiyorsun ama senin ki daha çok sakuralara benziyor gençliğinin baharında en güzel zamanlarında, vakitsiz bir şekilde yok olup gitmek.. Ağaçlar aynı tonda bir renge sahip olsalar bile ilkbaharda ki ağaçların, yaz mevsiminde ki ağaçların ve sonbaharda ki ağaçların çıkardığı sesler farklıdır. Peki rüzgârda hışırdayan ağaçların seslerini ayırt edebilecek kadar hayatın kıymetini biliyor muyuz? Hangimiz mevsimleri rüzgarın sesiyle ayırt edebilecek kadar derin bir yaşam sevgisine sahibiz? Yaa tüm bunların farkına varabilseydik yaşam daha mı anlamlı olurdu? Son olarak,hep ölmek isteyen idam mahkumunun en son ‘gerçekten yaşamak istiyorum’ demesi ve dünyanın sadece Perşembe günlerinden ibaret olmasını istemesi okur için kırılma noktasıydı. Yazar bu romanı dört ila beş yıl için de hazırlarken, idam mahkûmlarıyla sık sık toplantılar yapmış.Tüm bu süreç boyunca yazarın sürekli ağladığı söylenenler arasında. Onun için, Yun-su ve Yu-jong’un hikayesi sadece romanlarda yer almıyor, kabuğumuzdan sıyrıldığımız zaman böyle hikayelerin hayatın içinde sıkça yer aldığını görebiliriz. ..Ayrıca yazarın kitabı yazarken sürekli hasta hissettiğini duydum tam da bu yüzden yazmak acı verici bir iştir. Bizi sorgulatan düşünmeye iten bir eser ortaya koyduğu için yazar Gong Jı-young’a minnettarım. insanın günahına, iyiliğine ve umuduna temel olarak bakmak için bir fırsat sunan bu eseri okuyalım okutturalım. Umarım lise öğrencileri de bu romanı okur.Böylece insanlara, topluma ve evrensel yaşamın anlamı hakkında daha geniş bir bakış açısına sahip olurlar. Soğuk bir hücrede 1.000 won depozito olmadan öleceğimiz bir hayatı yaşıyor olmadığımız için , bunun aksine tüm güzelliklerin tadını çıkarıp, sefasın sürerken toplumumuzun ve bizim unutup gittiğimiz ne varsa hatırlamaya cesaret edemediğimiz karanlığı hissettiren yazara teşekkür ediyorum.^^ Dünyayı ön yargısız tüm bakış açılarından görebilseydik, ne harika olurdu öyle değil mi? Belki o zaman ‘mutlu günlerimizin de’ sayısı arta bilirdi. Aklıma takılan bu birkaç soruyla incelememi sonlandırıyorum. -Samyang-dong'un büyükannesi Yunsu'yu gerçekten affetti mi? - Yunsu gerçekten günahlarından tövbe etti mi? - Yoonsu'nun cezası hafifletilseydi ve ömrünü biraz daha uzatsaydı nasıl bir hayatı olurdu? -Yazar Gong Ji-young da hepimize soruyor 'Mutlu Günlerimiz’ ne zamandı? Hayatınızda sadece Perşembe günlerini değil, haftanın 7 gününü de sevdirecek insanlar olsun.^^ Mutlu günlerde, mutlu okuma saatlerinin olduğu bir zaman diliminde yeniden buluşmak dileğiyle^^Keyifli okumalar!
Mutlu Günlerimiz
Mutlu GünlerimizGong Ji-Young · Mona Yayınevi · 2018200 okunma
·
1,974 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.