Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

168 syf.
7/10 puan verdi
FARKLI BİR YAZARDAN FARKLI BİR ROMAN "Anlatının evrim ağacında 'romandan sonra sinema', dolayısıyla da senaryo mu gelmektedir?" Soru, kitabın sunu kısmından alıntı. Bir çoğumuzu da ikileme düşürebilecek türden. Beğendiğim için incelemeye de bu soruyla başlamak istedim. Elbette ki teknoloji çağının getirileriyle paralel, sözlü anlatımın geri plana itildiği, insanların duygularını ifade etmek için dahi sözlerden ziyade "emoji"lerden medet umduğu (ki buna ben de dahilim) bir çağda yaşıyoruz. Hal böyle olunca görsel ifade tiplerinin günümüzde daha kabul edilebilir göründüğü bir gerçek. Bunun yanında bir de zaman faktörü var tabii. Misal, her ne kadar çoğu uyarlamanın aynı tadı vermediği konusunda hemfikir olsak da, kült yapımlar dışındaki birçok yapımın kitabını okumaktansa filmini izlemek gibi bir alternatife sahibiz. Zamana vurduğumuzda, 200-300 sayfalık bir kitabı okumak için bize gereken zamandan çok daha azına, o kitabı izlemiş oluyoruz, kalan zaman da bize kalıyor. Tabii o kalan zamanı nerelerde kullanıyoruz, bu da bambaşka bir konu... Bütün bu söylediklerimiz ve de çoğaltılabilecek başka örneklere bakıldığında, yukardaki sorunun cevabı "evet" e oldukça yakın. Lakin senaryo özelinden baktığımızda kitaptaki örnekte olduğu gibi bir "Anlatıcı"ya ihtiyaç duyması, sahneler arası kopuşlar yaşanması, dahası, kimi romanlarda rastladığımız o derinlikli mekan tasvirlerinin veyahut karakter analizlerinin senaryo içerisinde, görselliğin gücünü hayal gücünün önüne çıkararak yok etmesi, romanın sinemaya evrimini "tersine evrim" olarak kabul etmemize yeter de artar bile. Belki de ikisini de, aynı kaynaktan beslenseler dahi ayrı ayrı değerlendirmek gereklidir, kim bilir. Karar sizin... Keith Leslie Johnson'ın deyimiyle Huxley'nin "gizli başyapıtı" olan bu kitap, bana göre "Cesur Yeni Dünya" kadar derinlikli ve de sistematik olmasa da, etkileyici bir distopya örneği. Kurgunun başında karşılaştığımız karakterler, bize sadece kitabın kendisini oluşturan senaryoyu bulana dek eşlik ediyorlar ve sonrasında esameleri dahi okunmuyor. Düşünün ki adları sanları dahi aklınızda kalmıyor. Kitabın sonunda birkaç paragraf dahi olsa yine sahne almalarını beklerdim ama almadılar, hal böyle olunca da ister istemez "e o zaman bu adamları neden kaç sayfa boyunca okuduk ki?" sorusunu sorar oldum. Ve de biz okuyucular bu senaryoyu okuduk ama senaryonun kendi dünyası içinde akıbeti ne oldu, işte o kısımlar bizim hayal gücümüze bırakılmış galiba. İşte anlatıda okuru işin içine katmanın bir örneği! Her filmde bunun örneklerine rastlayamazsınız. (Bu arada konu dışı olacak belki ama bu tip bir, "sonun izleyiciye bırakıldığı" film örneği vermezsem olmaz: The Lobster. İlişkiler konusunda güzel metaforlar yakalayabileceğiniz güzel bir filmdi doğrusu.) Gelelim senaryoya... Anlatıcı'nın alıntıları senaryoya tat katan unsurlardan. Öyle alelade bir şekilde sahne tasvir ederek geçmiyor, bizi şiire ve de özlü sözlere doyuruyor. Zaman diyecek olursanız, 2100'lü yıllardayız. Yeni Zelanda, sırf yok etmeye değmeyecek denli ücra olduğundan -neyse ki- ayakta kalmış, dünyanın geri kalanı radyoaktif koşullar altında, burası ise yalıtılmış bir şekilde kalmış ve bu sayede de gelişmiş. Sonrasında ise tabii "dünyanın geri kalanı ne halde acaba?" merakına düşüp keşfe çıkıyorlar. Kahramanımız Dr.Poole'da bu keşif ekibinden. Keşif gezisi sırasında kahramanımız, kitap boyunca dünyalarını irdeleyeceğimiz topluluğun elinde tutsak ediliyor ve hikaye bu şekilde akıp gidiyor. Kısaca ifade etmek gerekirse, Şeytan'a tapılan, dini ritüellerin ve de dini sembollerin Şeytan'a iman etmeye uyarlandığı, zavallı kurbanlara gebe ve yine Huxley'e özgü bir şekilde seksin sınırlamalara tabi tutulduğu bir topluluk bu. Huxley, Cesur Yeni Dünya'sında seksi istenilen kişiyle serbest bırakan fakat aşka veya bağlanmaya izin vermeyen bir dünya kurmuştu. Bireyselliği öldüren ve de her şeyi sadece kurulu düzenin işleyişine endeksleyen bir sistem. Burada da aşk ve bağlanma ötelenmiş yine, fakat çocuk sahibi olmak serbest. Tabii çocuklarınız sağlıklı olduğu müddetçe... Olmadıklarında başlarına gelecekler (ki radyasyonun etkilediği bir dünyadan bahsettiğimiz düşünülürse, sağlıksız çocuklar dünyaya getirmek olasılığı hayli yüksek) detaylıca tasvir ediliyor zaten. Ve de hayvanlar gibi mevsimsel bir çiftleşme döngüsüne dönülmüş, bu döngünün dışında kadınsı bütün kısımlar kocaman bir "HAYIR"dan ibaret. Kısaca dedim ama epeyce anlattım yine, burada keselim. Kitapta kutsal metinlere göndermeler oldukça fazla. Ve yine Cesur Yeni Dünya'ya dönecek olursak, Mond ile Vahşi'nin felsefi konuşmalarının tadı burada da Dr.Poole ile Şeytan-Vekili arasında geçen konuşmalarda mevcut. Huxley tarzı böyle bir şey demek ki :) Ve bir başka kült esere, 1984'e dönecek olursak, bu kitapta da distopyayı süsleyen bir aşk hikayesi mevcut. Fakat aşk galip mi gelecek yoksa sistemin çarkları arasında posası mı çıkarılacak, aşkı şeytan mı çarpacak yoksa aşk, şeytana pabucu ters mi giydirecek, işte oralar da kitabın tadına tat katan unsurlardan. Yani durduk yere tat kaçırmadan ve de "Tinin Fenomenolojisi olarak girip mısır ekmeği olarak çıkan" kitapların akıbetine uğramadan sonlandıralım incelemeyi öyle değil mi?
Maymun ve Öz
Maymun ve ÖzAldous Huxley · İthaki Yayınları · 2021362 okunma
·
370 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.