Gönderi

520 syf.
10/10 puan verdi
·
23 günde okudu
"Dünyada en kötü his; kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur." der Dostoyevski.. Bazen bir ülkeye ait hissetmezsin, bazen bir şehre, bazen bir sınıfa, bazen küçük bir kasabaya, bazen kendine; en çok da dünyaya. Martin ait olmadığı bir sınıfta barınamadı değil, Martin ait olmadığı dünyadan çekip gitti. Ona ne kızabiliyorum ne üzülebiyorum. Ne yapabilirdi ki başka... • "Aşkı dünyanın en iyi şeyi olarak görüyordu. İçindeki devrimi başlatan, yontulmamış bir denizciyken onu bir öğrenci ve sanatçı haline getiren, dolayısıyla da öğrenim, sanat ve aşk üçlüsü arasında diğer ikisine üstün gelen en büyük ve en güzel aşktı." /221.sayfa/ "Sonra Ruth vardı. Martin'i, kendisi olduğu için sevmişti, o kesin. Ama burjuva toplumunun insanlara değer biçme yöntemini, Martin' sevdiği kadar, hatta ondan da çok seviyordu." /441.sayfa/ İşte Martin'le Ruth'u kavuşturmayan şey tam da buydu, sahip oldukları ruhların yücelikleri arasındaki dağlar kadar mesafe. Martin uykularından, denizden, hayatından, güvenli alanından, sınıfından, sınırından, cehaletinden huzurundan vazgeçecek kadar (Bir sürü kitap okudu ama içindeki huzursuzluk azalmak yerine daha da büyüdü. /55.sayfa/)derin bir aşkı taşıyan ruha sahipken Ruth burjuvazi sınırlarına hapsolmuştu. Ve bu hapsoluş öylesine bayağıydı ki Martin'i Martin yapan her şeyi, bilhassa kalemini ancak hiç tanımayan kişiler dahi Martin'den haberdar olduğunda fark etmişti. "Burjuva toplumunu insanın değerini böyle ölçerdi." / 44.Sayfa/ bunda şaşılacak bir mesele yoktu. Asıl şaşılacak iş eğitimin üniversitede, hayatın daimi bir işte aranmasıydı. "Ruth'un sınırı, ufkunun sınırıydı ve sınırlı beyinler ancak başkalarındaki sınırları görürdü." /85.sayfa/ "Biliyor musunuz, diye ekledi. Bay Butler'a acıyorum. Doğru dürüst harcayamayacağı otuz bin dolar kazanmak için hayatını boşa harcamış. Niye mi, çünkü artık otuz bin dolar nakit verse bile çocukken on sente alabileceği şeyleri alamaz, mesela şeker, fıstık veya tiyatroda en üst balkondan bir bilet." Ruth'un ufku küçük bir ırmağın denizle vuslatının olduğu yer kadarken Martin'in ufuk çizgisinin gökyüzüyle visali dahi yoktu. Sadece Bay Eden hiç görme kapasitesinin sınırlarını yoklamamış belki de ihtiyaç duymamıştı. Bir uyaran gerekliydi fakat bu hep mutsuz hikayelerin felaket getireni olan aşk mı olmalıydı? Ufuk çizgisi bir yana, bilgi olarak da Martin hiç eksik sayılmazdı "Kendisinin bizzat yaşadığı hayatı onlar kitaplardan öğreniyordu. Onun da beyni onlarınki kadar doluydu, sadece bilginin türü değişikti. /34.sayfa/ Üstelik "Onun zahmetsizce anlattığı tehlikeler ve güler yüzü karşısında hayat artık ciddi çabalardan, denetim ve kısıtlamalardan ibaret bir olay olmaktan çıkmış; oynanıp altüst edilecek, kaygısızca yaşanıp keyfi çıkarılacak, sonra da umursamadan fırlatılıp kenara atılacak bir oyuncak hale gelmişti." /25.sayfa/ Hayatı kitaplardan değil, simalardan, simalara nakşedilen çizgilerden, taşlı yollardan, yokuşlardan öğrenen biri elbette bir üniversiteliyle mukayese edilemezdi. Üstelik birincisinin kaybedecek hiçbir şeyi yoktu, bir statüsü, kaygılı ebeveynleri ya da her neyse.. Hayata meydan okumak ve bir hikaye inşa etmek de kaybedecek bir şeyi olmayanların ve ilimi mürekkepten okuyarak değil mürekkebe boyanarak öğrenenlerin yapabileceği bir meziyetti. Olduğu yerden öyle güçlü doğruldu, öyle istikrarlı yolda kaldı ve öylesine onurlu bir şekilde gitti ki ona sadece saygı duyuyor ve imreniyorum.. Odasında bekleyen dosya yığını ve çok önceleri "Kütüphane dolduracak kadar yazmak, kendi hayatını kaybeden adama ne fayda sağlar?" /254.sayfa/ serzenişi her şeyi biraz özetliyordu aslında.. Aşkı uğruna kendini yazmaya adayan bir adam, aşkına yanıt vermeyen kız ve arada yitip giden hayat. Fakat Martin, sorunun cevabını ben biliyorum.. "Yıldızlara varmak üzere yola çıkmış ama salgın hastalık saçan bir bataklığa inmişti. /410.sayfa/ Bataklığa indi mi bilmiyorum ama Martin çoktan yıldızlara varmıştı, yıldızlara varmak için illa gitmek gerekmez. İçine göğü sığdırırsan yıldızlar sende tezahür bulur, sen yıldız olursun karanlıklara; ulaşılmaz gökyüzü ile yekpare olursun, imkansız gibi görünse de. Ama gece olmak gerek yıldız olup parlamak için, karanlığı hatta zifiri karanlığı yaşamak gerek en derinlerinde.. Martin, Jack London için yarı otobiyografik benim içinse biyografik bir serüvendi. Hayatımdan öyle çok noktaya değinmişti ki; kitabı ne okumak istedim ne okumadan durabildim, hem sonunu deli gibi merak ettim hem de hiç gelmemek istedim.. Ulaşamadığı editörler, hiçbir yere sığamayışı, beyhude çırpınışı, hayal kırıklıkları, umudu, sevgisine olan sadakati ve daha nicesiyle Jack London beni bana sunmuştu bu kitabında.. Ve biz Martin ne olursa olsun başladığımız yere geri döneriz, tıpkı senin denize dönüşün gibi.. Zihni ona sonunu hazırlıyordu ufaktan. "Deniz derin ve sükûnet içinde; Uyutuyor her şeyi sinesinde; Suya dalış, kabarcıklar ve biter, Tek bir adımda her şey sona erer." /312.sayfa/ Gerçekleşme biçimine kadar anlatmıştı sonunu Martin.. Ve eklemişti; "Yaşamayı arzu etmeyen bir hayat, sona erme yoluna girmiş demektir." O gemiye Martin, son yolculuğuna çıktığının bilinciyle binmişti. Her şeyin sonu her şeyin başladığı yerde olmalıydı sadece. O denizlerden gelen Mart'tı. Hayat ona Bay Eden olmayı, Martin olmayı, kısa bir dönem sadakatsiz de olsa Ruth'un sevgilisi olmayı, Morse ailesinin masasına oturmayı, dergilerde şiirleri yayımlanan bir şair ve kitapları yok satan bir yazar olmayı tattırsa da o denizlerden gelen Mart'tı... Bitecekse bu meydan okuma, geldiği yerde bitmeliydi; ve öylesine güçlü bir ruhtu ki bedeninin son çırpınışlarına karşı durdu zira "Ölüm acı vermezdi. Hayattı, hayatın sancısıydı bu feci, bu insanı boğan his." 480.sayfa | Son
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202392,9bin okunma
·
148 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.