Gönderi

1932 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir genelgesiyle yürürlüğe giren ve 1941 yılında kanun hükmüne bürünen Arapça ezan okuma yasağı, yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi yalnız Müslüman cemaati ikiye bölmekle kalmış, köyleri, kasabaları, ilçeleri ve şehirleri, velhasıl bütün Türkiye'yi keskin bir bıçağın darbesi gibi ikiye ayırmıştır. (Sayfa 8) 1930'lardan itibaren bir “Millî Din yaratma” projesi yürürlüğe konulmuştur (Sayfa 9) Atatürk Aralık 1931'de Dolmabahçe Camii'ne çağırarak, ne gariptir ki, sonradan Sultanahmet'te o ezan musikisi korosunu icra ettirecek olan Sadettin Kaynak'ın da içinde bulunduğu bir komisyondan (aralarında Hafız Burhan ile Hafız Nuri'nin de yer aldığı 9 kişilik bir komisyondur bu) Türkçe ezan üzerinde çalışmalarını rica etmiş ve sonunda, Tanrı uludur, Tanrı uludur: Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'nın elçisidir Muhammed Haydi namaza, haydi felaha Tanrı uludur, Tanrı uludur, Tanrı'dan başka yoktur tapacak. şekli kabul görmüştür. (Sabah namazında ise son iki satırın önüne “Namaz uykudan hayırlıdır” sözü ekleniyordu.) (Sayfa 14) Ancak zannedildiği gibi Atatürk döneminde ezan hakkında kanunî bir düzenlemeye gidilmemiş, mesele Diyanet'in, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün -ki cami görevlilerinin maaşları o zamanlar bu kanaldan ödeniyordu- ve Emniyet'in bir iç işi olarak görülmüştür. Kanunî düzenleme için 8 yıl daha, 2 Haziran 1941 gününü beklemek gerekecektir. Seçil Akgün gibi araştırmacılar, “Türkçe dua ve ezan işini devletin dine karışması olarak yorumlanabileceğinden”, yani laikliğe aykırı bir hareket olacağından dolayı Atatürk'ün yasağı resmiyete dökmekten kaçındığını yazmaktadırlar. (Sayfa 16) İşte 2 Haziran 1941 günü çıkarılan ve 'Devrim Kanunu' olarak bilinen Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesinin ikinci ve son fıkrasına 4055 sayılı kanunla yapılan ekte “...veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılırlar” ifadesi ilave edilerek ilk kez ezanın Arapça okunamayacağı hususu kanun hükmü haline getirilmiş, dahası, yasağa uymayanlar hakkında hapis ve para cezası öngörülmüştür. Aslında değişiklik olmadan önce şöyle garip bir durum da söz konusuydu: İsteyen Farsça, Fransızca veya Hintçe ezan okuyabilirdi! Yasak olan, sadece Arapça okunmasıydı. (Sayfa 17) Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar mânâsını namazdaki duanın... Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın... Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın! " Hemen herkes Ziya Gökalp'in 1915 tarihli “Vatan” başlıklı şiirindel2 ezanin Türkçe okunmasının önemine, “Türkçe Kur'an" tavsiyesiyle birlikte değindiğine dikkat çekmiştir. Böylece daha Cumhuriyet'in ilanından önce, kurulması düşünülen ülkede sadece Türklerin yaşayacağı varsayılmakta ve din dili olarak Türkçenin herkes tarafından bilineceği varsayımından hareketle ezan ile Kur'an'ın anlamını bilip anlayacak bir halkın ve o halkın yaşayacağı bir vatanın hayali kurulmaktadır. (Sayfa 23) (A.Menderes) Ona göre hakiki laiklik “dinin devlet siyasetiyle hiçbir ilgisinin bulunmaması” ve “hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikında”, yani düzenlenme ve uygulanmasında etkili olmamasıdır. (Sayfa 30) Adnan Menderes'in kurduğu bu ilk hükümet, 2 Haziran günü Meclis'ten güvenoyu istemiş, ufak bir usul meselesini büyüten CHP milletvekilleri salonu terk edince oylama sadece Demokrat Partililer arasında yapılmıştı. Ancak başlangıçta Menderes'in yalnız Ana Muhalefet Partisinin değil, kendi partisinin de muhalefeti karşısında bunaldığını, zaman zaman çok zor durumlara düştüğünü gösteren bir örnek olarak zikredelim ki, DP Grubundaki ilk güven oylamasına Demokrat Parti'den 163 milletvekili, Meclisteki oylamaya ise 126 milletvekili katılmamıştır.'' (Sayfa 31) CHP yönetimi ezan konusunda grup kararı almamış, milletvekillerini serbest bırakmış ama kanuna karşı çıkmayacaklarını da özellikle belirtmek ihtiyacını duymuştur. Nitekim oylamada aleyhte herhangi bir oy kullanılmadığına göre, 18 yıl (bunun 9 yılı kanunî cezayı müstelzim olmak üzere) devam eden Arapça ezan yasağının kaldırılması kararı Meclis'ten ittifakla geçmiş demektir. (Sayfa 36) 1350 Ramazanının Kadir gecesi (3 Şubat 1932) Ayasofya Camii'nin içinde 7 hafız ve 2 musikişinas tarafından “Türkçe ezan” okunduğunu biliyoruz. Ancak bundan 5 gün önce, 29 Ocak 1932 (22 Ramazan 1350) günü Fatih Camii minaresinden yükselen Hafız Rifat'ın sesi, ilk “Türkçe ezan denemesi” olarak tarihe geçecektir (Sayfa 38) ezan yasağı yüzünden binlerce insanın hapis ve para cezası aldıkları göz önünde bulundurunca “ezan zulmü"nün ne yazık ki, Osmanlı'nın ilk başkenti olan Bursa'da başladığını söyleyebiliriz. (Sayfa 39) Türkiye'de laikliğin, hep söylenildiği gibi din ile devletin birbirinden tamamen ayrılmasından ibaret safça bir anlamı olmamıştır. Tam tersine, devletin dini kontrolü altında tutması, tepeden inme kararlarla yönetmesi, hatta din alanını bir bütün olarak tanzim ve dizayn etmeye kalkması, bunun için de gerekirse zor ve cezayı caydırici bir yöntem olarak kullanması gibi müdahaleciliği de aşan baskıcı bir anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. (Sayfa 45) General Fahri Belen'in şu sözleri yeterli olabilir: Tam lâik devlette dinî cemiyet kurma, dinî eğitim, dinî propaganda serbesttir. (...) Yarı lâik devletlerde ise, din hürriyeti sınırlıdır. Ve bunların çoğunda din kurulu devlete bağlıdır. Bu bakımdan, Türkiye'de uygulanan yarı lâikliktir. (Sayfa 46) 22 Ocak 1932: Kur'an-ı Kerim'in Türkçe tercümesi ilk olarak Yerebatan Camii'nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okunur. 29 Ocak 1932: Sultanahmet Camii'nde 8 hafız Kur'an'ın Türkçe çevirisini okurlar. Aynı gün ikindi namazında Fatih Camii'nde Hafiz Rifat tarafından ilk Türkçe ezan okunur. 3 Şubat 1932: Kadir gecesi Ayasofya Camii'nde Türkçe Kur'an okunur, Tekbirler Türkçe getirilir, ezan Türkçe okunur. 5 Şubat 1932: Süleymaniye Camii'nde ilk Türkçe hutbe okunur. Ramazan geçince ara verilir. 18 Temmuz 1932: Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir yazısı üzerine ezanin Türkçe metni tespit edilip ezanların bundan böyle gönderildiği şekilde okunacağı müftülüklere bildirilir. Eylül 1932: Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Türkçe ezan ve namaz uygulaması başlar (nedense İstanbul ve çevresindeki uygulama Ramazan ayına bırakılır). 1 Şubat 1933: Ezan ve kametin Türkçe okunmasını istemeyen halk Bursa Ulu Cami'de namazdan sonra çıkıp vilayet önünde toplanır. Polis bir kısmını tutuklar ve ihmali görülen yöneticiler işten el çektirilir. 4 Şubat 1933: 18 Temmuz tarihli genelgenin uygulanmadığını tespit eden İçişleri Bakanlığı'nın bildirmesi üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütün müftülere yeni genelgesi yayınlanır: “En ufak bir muhalefet irtikap edeceklerin (göstereceklerin] kat'i ve şiddetli cezalara maruz kalacakları beyan buyurulur. Diyanet İşleri Reisi Rıfat (Börekçi)." 7 Şubat 1933: İstanbul'da Evkaf Müdürlüğü'nün tebliği ile yurt sathındaki bütün camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlanır. (Sayfa 47) Özetleyecek olursak, ezanın Türkçeye çevrilmesinden din (İslamiyet) de, Müslümanlar da, hatta Türkçe de bir fayda sağlamamıştı. Devlet ise hiç üzerine vazife olmayan bir mesele yüzünden itibarını zedelemiş, halkın gözündeki saygınlığını yitirmişti. Devlet gereksiz yere inançlı, camiye devam eden vatandaşlarını karşısına almış, ona inancını öyle değil de şöyle yaşayacaksın, ezanını öyle değil de, böyle okuyacak ve dinleyeceksin, bu senin öbür dünyanı, ahiretini kurtarman için daha sağlıklı bir yoldur diyebiliyordu ve işin garibi, bunu laiklik adına yapabiliyordu. Oysa laiklik din ve vicdan özgürlüğü, inanma veya inanmama özgürlüğü değil miydi? (Sayfa 49) Prof. Başgil'e göre, laik bir devlet ibadet ve duanın nasıl yapılacağına, usul ve adabına, diline karışamaz. Yani ibadeti Türkçe yapacaksın, ezanı Türkçe okuyacaksın vs. diyemez. Bu hususlara adeta bir din alimi ve müçtehidi gibi müdahalede bulunamaz. Dinlerin ibadet ve ayinleri laik devletin kontrol yetkisine girmez. Hükümet adamları bunlara el süremez. Sürerlerse görevleri dışına çıkmış, ehliyet ve yetkilerinin olmadığı bir alana gereksiz yere karışmış, yetkilerini aşmış olurlar. Dinde reform gerekebilir, lakin bunu yapacak olanlar din adamlarıdır, hükümet adamları değil. (Sayfa 52) 27 Mayıs'tan sonra ihtilalci grup (Milli Birlik Komitesi) içinden bazıları ezanın yeniden Arapça okunması gerektiğini beyan ettiler. Bunlar içinde iki isim öne çıkmaktadır. Birisi İhtilalin başı olan Orgeneral Cemal Gürsel, diğeri 27 Mayıs bildirisini radyoda okuyan isim olarak tanınan Albay Alparslan Türkeş'tir. Alparslan Türkeş, henüz 27 Mayıs'ın ilk ayı içerisinde basına verdiği mülakatlarda Türkçe ezana dönüleceğini söylemiş ve MBK'nin bu konuda çalışmalar yaptığını ima etmişti.İlk olarak Kim dergisine konuşmuştu “ihtilalin kudretli albayı”. Kendisine "Orduda iktidarın tutumuna karşı hoşnutsuzlukların başlama tarihi nedir?” diye sorulmuş, o da şu ilginç cevabı vermişti: Ezanın Arapça okunması hakkındaki kararın iktidara gelir gelmez ilk iş olarak ele alınması ve sonra Anayasa dilinin ağdalaştırılması hareketleri bizlerde, samimiyetsiz ve Atatürk inkılâplarına cephe almış bir iktidarın iş başına geldiği kanaatini uyandırdı. (Sayfa 53) 1939'da yapılan halk oylamasıyla Türkiye'ye önce iltihak eden, sonra da Türkiye tarafından ilhak olunan Hatay'da ilk yapılan işlerden birisi, Arapça okunmakta olan ezanı Türkçeye çevirmek olmuştu. Bu tabii halk arasında hem büyük bir hayal kırıklığına, hem de büyük bir tepkiye yol açmış, 1938'deki halk oylamasından önce Türkiye'den Şeyh Efendileri tutup Hatay'a götüren ve propaganda yaptıran Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk işinin, Fransızların bile dokunmaya gerek görmediği ezanın Türkçeye çevrilmesi olması, Müslüman Hataylılar için en hafifinden onurlarını yaralayıcı bir girişim olmuştu. Aldatılmış olduklarını düşünenler bile çıkmıştı. (Sayfa 58) Türkiye'de Arapça ezan yasağı geldiğinde Hatay'dan farklı olarak o tarihte İngiliz yönetiminde bulunan Kıbrıs'ta Türkçe ezan uygulamasının hemen başlatıldığını görüyoruz. Fransızların aksine İngilizler Türkçe ezana izin vermişler. İlginç. Ancak Kıbrıs'ta asıl sorun, 1950'de Türkiye'de ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesiyle çıkmış görünüyor. Her zaman Türkiye'ye baktığı söylenen Kıbrıs Türkü, bu arada cemaat reisi Dr. Fazıl Küçük ve çevresi, Türkiye'den de daha “laikçi” kesilerek 1950'den sonra Arapça ezanı okutmama gayretkeşliğine girmişler, Türkçe ezanın devam etmesi uğrunda mücadele vermişlerdir. (Sayfa 59) Ezanın Türkçe okunmaya başlamış olması İslam dünyasında Türklere karşı bir nevi hayal kırıklığı uyandırmış. Şunu beklemişler: Türkler bunlardan vazgeçecekler, tekrar aslına dönecekler. (Sayfa 74)
Türkçe Ezan ve Menderes
Türkçe Ezan ve Menderes
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan
·
534 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.