Damla damla akıyorsun gözlerimden.
Şimdi yaranda olsam, ağzını dinlesem, saçlarını giyinsem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem...
Öyle bir hayal ecesisin ki, her yer sensin. Usul usul dökülen mimozalar, azalan limon çiçekleri, ayaklanan hanımeliler, deniz
yaprakları, gülen güneşler, rayiha bahçeleri, bulutlu rüzgârlar... Tanrı da senin gibi var oluyor dünyada.
Günaydın sabah sevinci, uykulu gamze, kuyuların rüyası... Günaydın zamamn tanrısı, ağzımda harflenen sonsuzluk, yürüdüğüm
gökyüzü... Günaydın bulut türküsü, el çırpan ağaçlar...
Yastığa başım koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya...
Bir denizden bir denize kocaman bir ışık vuruyor. Işık gül oluyor. Gülün ortasında kırmızı bir ocak, ocağın ortasında dağılmış
bir nar, narın her tanesinde dünya var. Yalnız seni sevmiyorum ben.
Usul bir sabah. Tanrı bu saatlerde var etmiş olmalı kendini. Açıklanamaz bir iyimserlik her şeyde. Nar ağaçlarına dedim ki,
bir çocuk tanrıyı kalbimin hizasına getirdi; güzelliği incitmesin onu, kötülük değmesin eteğine. Kırmızı küçücük çiçekleriyle
fısıldadı nar ağaçları: Ren-gimiz duadır ona, bereketimiz iyilik. Hanımelilere eğildim: Kokunuzu onun saçlarına verin,
yastığında açın. Hazla gülümsedi hanımeliler: Kalbin biziz. Uzaklık ne ki aşk için... Mine çiçekleri, kırmızı-pembe-sarı,
ayaklandılar: O deniz kıyısına, onun yalnızlığına göçelim mi? Zeytin ağaçlan, püsenli yapraklarıyla uzandılar: Bizim
meyvemizin sütü, ona uzun ömür verir; ellerimizle sağıp yapraklarımızla taşıyalım sofrasına. Acem-boruları, dolandığı
palmiyenin gövdesinden turuncu bir sevinçle eğildiler: Keşke ikinizin gövdesine sarılsay-dık. Japon gülleri bir bağış gibi açtı
gözlerini: Bu aşkın yaşaması için, kırmızı bir hevesten ve kederden başka ne verebiliriz? Muzlar, çocuk beşiği yapraklarım
uzattılar: Bizim yapraklarımızı al; altınıza serin, üstünüze örtün. Hurmalar, begonviller, sokaklar dolusu turunç: Bize o kadar
az göz, böyle derin bir sevgiyle bakar ki, görünmez acılar çekeriz bu yoksulluktan. Varlığınız, bizim de varlığımız...
Odan başımda dönüyor. Pencerenden uzanan koru içimde uğulduyor. Sana ait ne varsa bir yaşama ayini. Zamanlar karıştı.
Doğumum ne zamandı, ne zaman öldüm. Ödülüm neden cezam. Bir taş gibi susuyorum. Ey gecikmiş aşk, sen de bir yalnızlıksın
bu yılkılık yalnızlıkta...
*
Uyandım. Yaşadığıma bir daha şükrettim. Birazdan kalkacaksın. Odan can bulacak. Eşyalar kirpik kirpik uyanacak. Aynan
bayram yeri. Su değil parmakların akacak musluktan. Terlikler ayaklanacak. Giyindiğin her şey teninle sarhoş. Pencere,
korunun rüzgârıyla öpecek ensenden. Işık, ışığa karışacak. Ben, bütün bunların ortasında, titreyerek bakacağım sana. İnsan nasıl
ağlamaz bu büyük masala. Günaydın, beni doğuran sabah.
Dünya kan uykularda. Böyle bir yalnızlıkta seni düşünmek kadar büyük özgürlük yok. Kalabalık,, yağmalıyor insanı. Senden
uzak aldığım her soluk, ihanete dönüyor, Sadece sevmek değil bu. Bütün bir dünyasın. Göz-yaşıyla, şiirle, şarkıyla, şarapla,
mumla... "Üç nokta beş harf' düştüğüm güzellik. Suyumu kanatlandırdın, taşımı buluta çevirdin, sözümü menevişledin... Sana
şükürler olsun ey göklerin ve yerlerin sahibi. Derin uçurumlar üzerinden sevdin beni.
Uyuduğum rüya, uyandığım dünya... Bir deniz bir denize taşınacak bu akşam. Bir adam tiftiklenmiş pamuklar gibi çoğalıp
duracak. Gece sokaklarına köpükler yürüyecek. Yalnızlık birden kalabalık olacak. Uzaklık susacak. Buluttan ve topraktan iki
avuçla kucaklayacağım seni. Ağzın gözlerinden önce ışıyacak. Canımdaki göz göz hayal... Evin dünya artık...
Gerçek zamanla yüreğin zamanı nasıl karışıyor böyle... Usul bir gülümsemeyle yürüyorum. Kırmızı bir bulut yüzün. Bir çınar
ağacının gölgesindeyim. Yapraklar değil saçların dökülüyor üstüme. Mavilikte bir görkem. Şarkılar dinliyorum. Parmakların,
sesinden önce akıyor içime. 'Uçan kuşlar sarhoş olur' bir daha inanıyorum. Saka kuşlan bayram yerine çeviriyor alacakaranlığı.
Öyle zamanlar bağışladın ki, ölüm de ayrılık da yitirdi hükmünü. Günaydın büyük güzellik.