Hemen ilk not, kitap 5 yıldızlık bir kitap değil. Sebeplerini vs. incelemede bulacaksınız bu notun. İyi okumalar.
Bir sahaf alışverişimde hediye olarak verilen, tanımadığım yayınevinin tanımadığım bir yazarının hiç bilmediğim kitabı. Bu tarz durumlarda elinize geçen kitaplar mutlaka olmuştur. Ben, kitaplığında iki bine yakın cilt bulunan bir kitapseverim. Bu yüzden bu kitap bir defa bir yere kaldırıldığında, bir daha şans bulup okunma ihtimali sıfırdı.
Kitabın kapağını açtım. 1992 basımı birinci baskı bu kitabın ilk sayfasında bir şehir, bir tarih ve imza vardı. İstanbul- 14.11.1992 ve yazarın kendine ait imzası.
hizliresim.com/O049au
Bu andan sonra kitabın benim hayatımdaki hikâyesi baştan yazılacaktı.
Sinsi merak tüm beyin hücrelerime hücum etti ve ben, hikâyesi olan kitaplara aşık olan ben, hemen araştırmaya başladım elbette. İmza Gert Heidenreich'a aitti ve kendisi 1992 İstanbul Tüyap kitap fuarına gelmişti. Orada satılıp imzalandığına bu şekilde emin oldum. Benden iki yaş küçük kitaba işte böyle başladım.
Taş Toplayan Kadın, sıfır beklentiyle okuduğum ve bu yüzden olacak çok beğendiğim bir kitap oldu. Yazar hiç de amatörce olmayan post-modern salvolarla başarılı bir atmosfer yaratmış. Kitap üslup olarak birinci şahısla yazılmış, hiç tanımadığımız(kadın olduğunu sezdiğimiz) birine gönderilmiş mektuplar gibi düşünülebilir. Tarihli mektup metinleri beklemeyin. Metin yine düzyazı şeklinde. Okumada bir gariplik yaratmıyor. Bu anlatıcının anlattıkları ise, onun gerçek olduğunu söylediği, gerçek olduğunu bildiği bir tarihi olaylar silsilesinden ibaret. Anlatıcı olayların gerçek olduğundan emin ama bizler okurken bundan o kadar da emin olamıyoruz. Güzel bir güvenilmez anlatıcı kullanımı var aslında. Yine de yazar anlatıcı kahramanını asla kurgu anlamında yalnız bırakmıyor. Sizi devamlı "acaba doğru mu ya" ikileminde bırakıyor.
Anlatıcı sahilde gördüğü taş toplayan bir kadını devamlı takip ediyor. Onu yaşadığı yere kadar izliyor ve hayatına sızmaya çalışıyor bir bakıma. İşte bu kadının geçmişi hakkında zaten tüm tahminleri-bildikleri.
İçinde altı çizilecek çok sayıda satır barındıran bu kitabı bulabilirseniz okumanızı tavsiye ederim.
Kitabın sonlarına doğru yazım hataları ciddi miktarda artıyor. Yarıya kadar çok temiz bir metin okuyordum. Tek tük hata görmeye başladım yarıdan sonra. Kitabın sonu yaklaştıkça ise maalesef neredeyse her sayfada bir ya da birden fazla yazım yanlışı görülmeye başladı. Son okuma yapılmadı mı, editör okurken sıkıldı falan mı ne yaptı hiç anlamadım. Bence sona doğru çok olmasa da heyecan biraz artıyordu sıkıldıysanız da ayıp etmişsiniz valla ne diyim :)
Az kalsın kitabın çevirisine değinmeyi unutuyordum. Yüksel Pazarkaya Almanca'dan temiz ve güzel bir çeviriye imza atmış. Özellikle memleketini kontrol ettim zira Anadolu'ya ait(doğu-güney) yerel kelimeler de kullanmış.(dinelmek, yalım vb) Bilemiyorum belki İzmir'de de kullanılan kelimelerdir bunlar. Çok hoşuma gitti bazı kelime seçimleri açıkçası. Kendisi Almanca eserleri çevirmekten ziyade Türkçe eserleri Alman kitapseverlerle buluşturmuş bir insan. Hatta 2000 yılında çevirdiği Nazım Hikmet, Orhan Veli, Aziz Nesin eserleri ona Dresden Teknik Üniversitesi sanat ödülünü de getirmiş. Yani Türk yazın kültürünün Almanya'da tanınmasında büyük katkıları olmuş bir şahsiyet kendisi. Ayrıca, özellikle Cem Yayınevi'nin bastığı pek çok Almanca eserin de çevirisi kendisine ait.(Rainer Maria Rilke özellikle)
Bu 130 sayfalık şirin kitapla ilgili bu platformda da hiç yorum olmaması, yazarın gölgede kalmış olması beni bu uzunca yorumu yazmaya itti açıkçası. Kim bilir belki güzel bir kitabı hak ettiği yere biraz daha iteleyecek bir kıvılcım olur bu yorum da. Ben de çok mutlu olurum. Yazar halen hayatta. Alman'lar bile gereken ilgiyi göstermemiş kendisine ama olsun.
Pozitif ayrımcılık yapıyor ve vereceğim 4 yıldızı 5 yapıyorum. Hakkının 3,5 ten 4 olduğunu siz bilin ama kimseciklere söylemeyin ;)