Kitabın dış kapak tasarımı, baskısı ve en önemlisi çevirisini de gayet başarılı buldum açıkçası. Yazarın dilinin de akıcı olduğunu tahmin ediyorum ama çevirmen gayet akıcı çevirmiş ki bunu özellikle vurgulamak isterim. Genelde Doğan Yayınları çevirilerini güzel bulduğumu da ekleyebilirim aslında. Eser, akıcı, sade ve masalsı bir anlatıma sahip. Bu açıdan okurken başından kalkmak istemiyorsunuz. Hadi kalktınız diyelim aklınız hikayede kalıyor.
Kitabın içeriğinden de kısaca bahsedecek olursam, anahtar kelimelerim, göç, kadın, din kardeşliği ve empati olur. Kitabın hangi dönemde geçtiği anlayamadım başta. Çok daha uzak bir geçmişte yaşanıyor diye düşündüğüm anda baktım ki hiç de öyle değil. Bu da kitabın etkileyiciliğini bir kat daha artırıyor.
Filmlerde ya da haberlerde çok karşılaşmadığımız ve hatta hayal dahi etmekte zorlandığımız insan acımasızlığını öyle akıcı bir dille anlatmış ki yazar... Normalde dram okurken içim sıkılır, kendimi karakterle birlikte acı çekerken bulurum. Yazar acıları sembol, rüya ve mitlerle süsleyerek bizi üzmeye bile korkmuş adeta. Öyle ki tüm dünya halklarına seslenip umursamazlık ve açgözlülüğün insanlığı ne hale getirdiğine her fırsatta vurgu yapmış.
Farklı kültür ya da dinlerden insanların aslında bir arda yaşamak, birbirini korumak ve aile olmak konusunda sıkıntısı olmadığını çok güzel betimlemiş. (Betimlemiş diyorum çünkü bahsettiği yaşamlara şahit oluyoruz.) Tüm sıkıntı paragöz insanların gözünü doyurmakta.
Kitabı okurken bu kadar derin, üzüntü verici konuları bu kadar sürükleyici yazabildiği için yazara hayran kalabileceğinizi düşünüyorum. Ne dersiniz haksız mıyım?