Kalp paralarla nasıl da dolandırılmışız!!!
Bir ekonomistin dilinden 6 sevimli öykü var bu kitapta. Hem finans uzmanı, hem de tarih meraklısı olarak benim çok hoşuma gitti. Bence siz de seversiniz.
Zira hikayelerden ikincisi hiç bilmediğimiz, ancak bizim için çok önemli olan bir olayı; Osmanlı İmparatorluğu’nun, aptallık ve umursamazlığı nedeniyle batılılarca yıllar boyu nasıl dolandırıldığını anlatıyor!!!
Cipolla ekonomi tarihi konusunda çok sayıda eser vermiş bir İtalyan yazar. Avrupa ekonomi tarihini, özellikle İtalyanların lider olduğu Ortaçağ sonu-Yeniçağ dönemini anlatmayı çok seviyor. Olayları teknik terimlerden uzak bir dille son derece basit anlatması ve ekonomik kırılma dönemlerini, paralelde gelişen önemli tarihi olaylarla birlikte aktarması ile okuyucusuna gerçekten de keyifli ve kolay okunan bir ekonomi tarihi sunuyor.
Avrupa’da kurumsal bankacılık İtalyan Bardi ailesi ile başlamış örneğin. Yumruklar ve silahların gölgesinde başlayan bu maceranın, İngiltere kralının borcunu ödemeyi reddetmesi ile iflasa sürüklenişini sevimli bir dille anlatıyor Cipolla. Genovalılara (bizim için Cenevizliler) biz de tarihimizden aşinayız malum; müsrif krallar ve padişahlarca beslenen bu bankerlerin (ya da tefecilerin) başarının sırlarını teker teker öğreniyoruz. Kimsenin yaşamak istemediği kasvetli, yoksul, pis; kuzeylilerin, Macarların ve Arapların akınları altında ezildikçe ezilmiş Orta ve Batı Avrupa’nın karabiberin afrodizyak etkisi ile canlanıp son ümit, Haçlı Seferleri’ne girişmesini okumak da çok keyifli. Bugün kapısından girmek için ter döktüğümüz bu coğrafyadan o dönemde binlerce fersah ileri olduğumuzu bilmek -isterseniz züğürt tesellisi deyin- bir ferahlama sağlıyor; “hani, belki yine?” diyorsunuz.
Avrupa’da hüküm süren soylu sınıf arasında ticaretin aşağılık bir meslek olarak göründüğünü biliyor muydunuz? Soylu sınıfın “yüz karartıcı” gördüğü ve bulaşmaktan kaçındığı bu meslek, doğal olarak, soylu olmayan sınıfa ve Yahudiler gibi azınlıklara kalıyor. Cipolla’nın vurguladığı gibi, çalışmayı da aşağılık bir iş olarak gören toprak sahibi soylular çocuklarına ava çıkmayı, at binmeyi, düello yapmayı öğretirken aşağılanan o tüccar sınıf karmaşık hesaplamalar üzerinde çalışıyor, muhasebe defterleri geliştiriyor. Sonuçta, tabii ki çalışan kazanıyor.
Bizim hikayemize gelince… Bence çok ilginç, zira bizim tarih kitaplarımızda hiç yer almıyor. Ancak epey araştırdım ve öğrendim ki, Cipolla doğruyu söylüyor. 1655-1670 yılları arası. Padişah IV. Mehmed, namı diğer Avcı Mehmed. 6 yaşında tahta çıkarılan ve annesi Turhan Sultan ile babaannesi Kösem Sultan arasındaki savaşın arasında kalan genç padişah, skandal başladığında henüz 13 yaşında. Yönetim annesi tarafından, neredeyse tümüyle Köprülü Mehmet Paşa’ya devredilmiş. Belki de bu iktidar boşluğu yüzünden, Osmanlı Avrupalı kalpazanlara çantada keklik görünüyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle saray çevresi kadınlarında yeni küçük Fransız sikkelerine, “Louis”lere karşı aşırı bir düşkünlük patlak veriyor. Her hanım "Louis"lerden yapılmış mücevherlere sahip olmak istiyor. En basit ekonomik kural gereği talep artınca (arz sınırlı olduğundan) önce fiyat yükseliyor; Louis paranın değeri ederinin iki katına çıkıyor. Bu aşırı ilginin farkına varan Fransızlar, Louis’leri kullanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu kolayca dolandırabileceklerini hemen fark ediyor ve daha düşük alaşımlı yeni Louis’ler basıp özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile ticarette kullanıyorlar. Durum, diğer ülkeler tarafından daha önce fark ediliyor ve bu ülkeler para birimi olarak Louis ile ticaret yapmayı kabul etmiyorlar, üstelik Fransızlar da dahil buna. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu duruma 15 yıl boyunca uyanmıyor, hazinesini tıka basa dolduran paraları basit bir teste tabi tutmayı gerekli görmüyor. Olay tüm Avrupa’da ayyuka çıktıktan ve İngilizler tarafından artık reddedilemeyecek biçimde ispatlandıktan sonra dahi, artık hazine tıka basa değersiz Louis’lerle dolu olduğundan olacak, padişah paranın değerinin düşük olduğu haberlerini şiddetle reddediyor. Sonuç:
“Osmanlı ekonomisi birkaç yıl içinde imparatorluğa akan bu ne idüğü belirsiz para kütlesinin olumsuz etkisine dayanamadı. 1655-1670 arasında Osmanlı topraklarına ne miktarda "Louis" aktarıldığı bilinmiyor, ama, yalnızca Loano darphanesinin 800.000'den fazla sikke bastığı biliniyor. Sürüp giden gümüş para yetersizliği çeken Osmanlı ekonomisinin elinde neredeyse tümü kalp olan bir yığın gümüş para kaldı. Kriz gittikçe daha ciddi bir hal alıyordu: Artık hiçbir işlemin nakit parayla yapılması olası değildi. Gıda maddelerinin fiyatı iki katına çıkmıştı, insanlar ekmek almakta bile zorlanıyorlardı. Ülkede Louis kaynıyordu: Bu parayı kimse istemiyordu ve herkes ondan kurtulmaya bakıyordu. Düzgün olanlarının kabul edilmesi için sert emirler veren padişahın buyruklarına uyan da çıkmıyordu. 1669 Martında İstanbul'da gerçek bir halk ayaklanması patlak verdi. Evrensel karışıklık, çalkalanma ve güç durum en şiddetli düzeye ulaşmıştı, bu nedenle Osmanlı hükümeti harekete geçme anının gelip çattığını kabul etti. Padişahın bir buyruğu yalnızca sağlam Louis'lerin tedavülde kalmasını, öbürlerinin de, elde edilecek gümüşün her bir sahibine geri verilmek üzere eritilmeleri gerektiğini emrediyordu. Mantıklı bir çözümdü ve Avrupa ekonomi tarihindeki en büyük sahtekarlıklardan biri de bu şekilde sonuçlanıyordu.”
Resmi tarihimiz bize hep kaybedilen savaşlar ve iç hainler nedeniyle gerilediğimizi söylüyor. Acaba bu, aptallığın üstünü örtme çabası olabilir mi? Tek adam yönetiminin getirdiği umursamazlığın ve beceriksizliğin cezasını hiç sesini çıkarmadan çeken bir halk olmamızın da etkisi var mıdır?
Ne dersiniz?