Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kadın ve erkeğin bir birine karşı davranışları ve halleri
Efendimiz (SAV), düğün günü kızı Hz. Fâtıma`ya şöyle nasihat etmişti: “Kızım! Evimizden çıkıp başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran. Öfkeli hallerinde sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme! Ağzını ve kulağını muhafaza et! Kocan sana fena söylerse, söylediklerini duyma ve sakın mukabelede bulunma! Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün! Bu suretle sana iyi nazarla baksın.” Yer ve gök! Aralarında nasıl bir ilişki var ki böyle? Öyle ya, ayet ve hadislerde geçen hiçbir misal ‘öylesine’ değil. Acaba bu misallerde nasıl hikmetler saklı; bulabilen ve alıp muhafaza edebilenlerden olmak temennisiyle… “Sen yer ol ki; o gök olsun!” Yani, ilk adımı sen at! Gerisi, çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir… Yer bütün gizemliliği, bütün bereketi ve bütün cömertliğiyle bağrını açıp da göğün, bağrına bıraktığı yağmurları için için çektiğinde; sinesinde saklı tohumların filizlenmesine imkân tanımış olacaktır. O tohumlar ki, vaktinde sulanmasa ve güneşten de mahrum kalsalar; çürüyüp gidecek ve bir daha yeşermeyecektir. Oysa müsaade etse, yudumladığı damlalarla yeşerse ve hele de kendisine göz kırpan güneşe yüzünü dönse; filizlenip boy verecek ve tüm güzelliği/özelliğiyle arzı endam edecektir… Şayet bunu yapmaz ise göğün rahmet bulutları toplanmaz, yağmurlar boşalmaz, kendinde saklı güzelliklerin açığa çıkmasına mahal vermez. Zira bağrına bırakılan damlaların onda karşılık bulması, ısınması böylelikle buharlaşarak tekrar göğe ulaşması gerekir. Yani yine kendisine dönecek, ona fayda sağlayacak bir girişimdir beklenen… Kadının yer ile benzerliği, alakası, erkeğinse gök ile bağdaştırılması… Bu nokta, her iki tarafın da keşfedilmeye müsait birer hazine olduğu anlamı taşıyor. Ancak aynı zamanda asıl hazineyi bağrında taşıyanın kadın olduğu ve açığa çıkması için de erkeğe muhtaç olduğunu işaret ediyor. Haliyle iki tarafın da bu kıymetten haberdar olmaları, değerlerini koruyup kollamaları gerekiyor. Gereksiz ‘eşitlik’ söylemlerine, yersiz kıskançlıklara, nahoş yaklaşımlara, kibir ve buğza meyletmemeleri öğütleniyor. Öte yandan “Sen ol ki, sen yap ki, sen söyle (ya da söyleme) ki…” gibi söylemlerle kadının tavrının, erkeğin dik ve doğru durmasında ne derece etkili olduğunun altı çiziliyor. Bununla beraber kadının değer yargılarını belirleyen özelliklerini ayyuka çıkarmada ve kendisi-ailesi başta olmak üzere toplumun faydasına sunmasında erkeğe çok ciddi görevler düştüğü hatırlatılıyor. Yer ve gök adeta birbirini sarar, sarmalar ve ortaya mükemmel sonuçlar çıkar. Buna mukabil kimi kez gök gürler, kızar, kabarır ve şiddetli sağanaklarla döker içini… Yerin sükûneti, toprağın halimliği, yer yer ‘suyu’ özümseyip adeta stoklayışı bu noktada elzemdir ve güzeldir. Yerin tabiatına yakışan da budur. Kimi kezse yer verimsizleşir, naz eder; nice bitkiler bitse de bağrında tek bir dal bile meyveye durmaz… Göğün cömertliği bu noktada devreye girmeli ve yeri kuraklığa mahkûm etmemelidir. O olmazsa, bağrını açmazsa; kıymetlerinin pek de bir şey ifade etmeyeceğini, kendisinin nakıs kalacağını ve nazın onun tabiatında olduğunu bilmelidir. Ona göre hareket etmelidir. Bazen de gök kararlı yer ise ısrarcı olur. Ne gök indirir yükünü ne de yer açar bağrını… Ne güneş ışıldar olanca heybetiyle ne de toprak yayar ısısını. Haliyle cemre ne havaya düşer ne suya ne de toprağa… Cemresiz bir hayat buz gibi soğuktur oysa! Tahammülü zor, çekilmesi güçtür, durum buysa… Tam da bu noktada yer ve göğün aşkı girmeli devreye. Birbirlerine olan sevgilerini ve bağlılıklarını ve dahi ihtiyaçlarını hatırlamalı iki taraf da… Eksilerini artılarını toplamalı… Hangi durumda kimin ne derece mağdur olacağını, neyden mahrum ve neye hasret kalacağını ölçüp bir güzel tartmalı… Misal bu ya, yer ve gök; bir oluncaya dek birbirine sadık kalmalı. Gök unutsa yer bunu hatırlatmalı. Yer sussa gök haykırmalı. Yer de gök de aşka kanmalı, aşkla yanmalı… Hem sonra yerin bitirdiklerinin de durumu var ortada. Onlar ki kökleriyle yere bağlıyken başlarıyla da göğe dönükler. Göğün yüz çevirmesiyle de yerin el etek çekmesiyle de duruşları tehlikeye girecektir… *** Arkadaşları, bir çay sohbetinde yeni evli gence sorarlar: “Sen evleneli neredeyse iki sene oldu, ama maşallah sizin evden çıt çıkmıyor. Siz hiç tartışmaz mısınız?” “Hayır” diye cevaplar yeni evli genç ve ilave eder: “Akşam işten geldiğimde, kapı açılınca hanıma şöyle bir bakarım. Eğer hanım, eteğinin ucunu belinde topladıysa bilirim ki hanımın günü iyi geçmemiş ve havası yerinde değil. Hiç ekmek, yemek sormadan usulca mutfağa süzülür, aceleyle birkaç lokma atıştırır ve ortalıktan toz olurum. Olur ya bazen de benim asabım bozuk olur. O zaman fesin püskülünü her zamankinin aksine soldan sarkıtırım. O da bunu görür, asabi olduğumu anlar ve hiç sesini çıkarmaz. Hemen yemeğimi, çayımı hazır eder. Etrafımda pervane gibi döner. Bu nedenle biz hiç kavga etmeyiz.” Dinleyenlerden biri: “Peki, birader! Kapı açıldı, yenge eteğin ucunu belinde toplamış, sen de fesin püskülünü soldan sarkıtmışsın. İki taraf da asabi, o zaman ne olacak?” diye sormuş. Ötekiler de “Hah! Şimdi ne olacak?” demişler. Genç gülümsemiş: “Bundan kolay ne var! Fesin püskülünü hafif bir fiskeyle soldan sağa atarım” demiş. *** Evet, aslında işte bu kadar basit! Yer kadar bereketli ve halim olmak da, gök kadar cömert ve hadim olmak da… İşin sırrı ise halim olmakta! Öyle buyuruyor Nebi-i Zişan, ‘ümmü ebiha’sına… Şu halde kardeşlerim, gelin ‘halim’ olalım. Yer gibi… Buna karşılık eşimize ‘hadim’ olmaktan başka seçenek kalmayacaktır… Hadim: Yararlı, besleyici, hayırlı… Halim: Sakin, geçimli, itaatli…
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.