Gönderi

202 syf.
·
Not rated
bitirip kenara koydum. kenara koyduğum için öyle bir not olsun diye yazasım geldi. boştum. biraz da sinirlendim gerçekten. ben nasıl bir toplumun içinde yaşıyorum diye. kızdım, hak ettiğim yeri bura olarak reva gördüğüm için kendime. türklerin ve kürtlerin arasına tıkılıp kaldığım için üzgünüm. evet gerçekten böyle düşünüyorum. tiksiniyorum bu iki millet tartışmalarından. siyah-beyaz ayrışmalarının içinde doğsaydım ondan da sıkılırdım. çünkü sıkıcı. bu kadar basit ve bayağı işte bu meseleler. tiksindim herkesten. etrafımda ruslar olsaydı eminim onlardan da tiksinirdim. suriyelilerden de. sanırım insan olmaları yeterli tiksinmem için. insan kendinden de tiksinir. kendimden de tiksinirim. ama aslında kendime bayılırım da. herkes öyledir, ama herkes o kadar umurumda değil ki şu an. bunun rahatlığı belki bana bunları yazdırıyor. oğuz atay'ı dinledim ne çeşit biri diye, baya akıllı bi şeymiş bu dedim okurken. kapaktaki fotoya aldanıp çok yakışıklıymış deme gafletine bile düştüm. dinlerken öyle gelmedi. bütün büyüsü bozuldu. gizemini yitirdi çünkü. youtube.com/watch?v=zyrchN1... belki siz bayılırsınız. bilmiyorum. var böyle birkaç tane kendi sesinden videosu, youtube enterlayarak bulunuyor. gerek yok arşivlemeye. zaten demek istediğim ne onun sesi ne onun görüntüsü. umrumda da değiller. yazdıkları çok güzel. bu adamın yaptığı neyse bunu yapmak için çırpındım ben üniversitede. yapamayınca bıraktım, vazgeçtim, havlu attım anlıyor musunuz? anladığınızı hiç sanmıyorum ama duyuyor musunuz? sosyal medyada çok ses var, duyulmak için çirkeflik yapmak gerekiyor ama o zaman da olmadığım birine dönüşmüş olurum. kendim olarak duyuramamam ki, ben olmaktan çıkar her şey, amaca hizmet etmez. edebiyat filan konuşayım bence. ilk hikayesi beyaz mantolu adam, kürk mantolu madonna ismini hatırlattı direkt hangisi önce yazıldı fikrim yok belki sabahattin ali. ama bir önemi de yok. kafamın içinde bir yerde linçlenecek bile olsam, beyaz mantolu adam, kürk mantolu madonna'dan çok daha iyiydi. benim içindi. biraz kolpa yapıp bir şeyler yazmak isterdim. şule gürbüz'de de buna benzer bir tat vardı zaten. o yüzden yakın hissettim. kafasının içindeki her hikayeyi, her durumu böylesine açık yazabilen birini görmek bana çok büyük bir umut verdi. türk edebiyatının bir vizyonu yoktur tartışması dinledim az evvel galiba biraz ondan dolayı da sinirlendim. ellerim biraz daha hızlı basıyor tuşlara, zaman problemini biraz daha azaltıyor benim için. belki bir telafi çabası var. bir sorunu azaltma, birini daha az duyumsama, hiç değilse ben bilmeyeyim, bana gelmesin o problem isteği var. neyse türk romanı yoktur hatta taklittir falan denmişti. şunu düşünüyorum. evet aht proust'tan etkilendi, evet oğuz atay da hakeza. ama buradaki şeye taklit mi demeliyiz? belki de zaman evrensel bir konu olduğu için türk yazarlar tarafından da rağbet görüyordur. belki de mesele yazarların taklidini yapmak, o seviyeye ona benzeyerek ulaşmak arzusu değil de onu ilgilendiren bir meselenin kendi düşünceleriyle dillendirilmesinden ileri geliyordur. oğuz atay ömrü boyunca korkmuş. ki en temel duygudur korku. bütün duygular onun bir başka versiyonudur. sevgisizlik, sevilmeme korkusundan, sevememe korkusundan ileri gelir. bütün duygular yalnız birinin varyasyonudur. belki de hissetmek istedi atay, sanki her şeyi anlamış ama dokunamamış gibi. idrak etmiş ama içine sinmemiş gibi. hissedememiş sanki, yarım kalmış adam. intihar etmiş demiştim bi kere. oğuz atay'ın zihinsel olarak intihar ettiğini düşünüyorum. depresyondayken hepimiz birkaç kere intihar ederiz. ölürüz yani kalben. sonra öldürmeyen allah yine öldürmez. beyaz mantolu adam'ın atay olduğunu bilmek, öyle hissetmek beni çok üzdü. düşünsenize bir mağazada yerde oturup sigara içiyorsunuz. tüm gün açsınız. üstünüzde bir erkek olarak kadın paltosu var. çok iyi duruyorsunuz, mankensiniz. ama işte yerde oturup sigara tüttürüyorsunuz. çaresiz bir sahne. çaresizlik akıyor bu sahneden. karışıp insanların içine konuşacak dermanı bulamıyorsunuz. okurken bir yandan tebessüm ettim, ama sanırım daha ziyade üzüldüm. tebessümlerim hep tanıdıklıklaraydı. üzüntüm de belki yine ona. bilmiyorum. benim düşündüklerimden daha fazlasını becerebildiği için o ataydı, ben nostalghia'ydım işte. beyaz mantolu adam'ın olay örgüsü daha güçlüyken; korkuyu beklerken'de kullanılan durum tasvirleri daha güçlüydü. hisleri daha derinden yakalayabildik. bize bizi anlatan herkesi severiz. youtube'da bile yabancıların ağzından türkleri dinlemeye bayılıyoruz, en çok tutanlardan oluyor. klasikler güven veriyor ayrıca, konsepte çok karışmamak lazım çokluğa hitap etmek istiyorsak. o mezhep filan neydi ayrıca, çok saçmaydı, o yüzden biraz merak ettim doğrusu. ama orada merak ettiren asıl unsur ne olacağı değil, atay'ın neler hissedeceğiydi. o bunda kalem kırdırır. insan kafasının içinde çok defa yolculuğa çıkar, zaman makinesi filan halt etmiş. hep böyle düşündüğünü düşünürüm. çok büyük kelimelerle ifade ettiğimiz, tabiatı sevmek, kendini sevmek konularına da değinmiş. günlerce yediği aşureyi yapması, kendini sevmek; her sabah etrafa bakmak tabiatı sevmek. gramer çalışmak, kendini geliştirmek. çok büyük büyük konuşuyoruz diye hepimize lafı çakmış. bi şey yaptığımız yok işte, uyuyoruz, uyanıyoruz belki o zaman da uyuyoruzdur bilmiyorum ben. bana sormayın naptığımızı. oğuz atay incelemesinden çıktı gerçi, ben selim ileri miyim nerden bileyim inceleme yazmasını hem. babama mektup'u çok özenle yazmıştı, bunu hissedebildim. her erkek çocuğunun babasına karşı hissettiği o aşılamaz, ulaşılamaz sevgi beni hep çok etkilemiştir. öldükten sonra duyamayacağı o güzel sözleri babana ederken, kendi kaderini kendin yazdın sanırım atay. biraz kabul edilen yargılarla yaşıyoruz. babaya sevdiğini söyleyememek, kendisinin de sevildiğini duyamamasına sebep olabilir. tahammül edilemez bir acı. flashbackleri yerinde, inanılmaz bir akıcılıkla yazılmış. aht biraz daha eski bir edebiyatın ürünü, ancak oğuz atay dönemininin ötelerine sesini duyuran kitabını yazmış. edebiyat da muhakkak her dönem olduğu gibi değişecek. ancak böylesine dolu ve güzel değişimler ne çok beklenilmiş. benimle konuşuyordu atay kitapta, dışlamadı uzaktan konuşmadı. ağzına ne geldiyse saydı işte. o gazetedeki çocuğu ne güzel dinlediyse beni de öyle. ben de virgülleri, noktaları çok koymam. uzun soluklu bir dinleyiş oldu. ama biliyorum olsa dinlerdi. dediklerim muhtemelen onun için iki cümlede hemen dertop edilecek türden şeylerdi. o yüzden ona bırakmadım, bu kadar kısa tutulsun istemedim, biraz daha duyulmak. var olmak. korkmamak. çünkü artık biliyorsunuz, bütün duygular korkmanın bir varyasyonudur.
Korkuyu Beklerken
Korkuyu BeklerkenOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202226.5k okunma
·
629 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.