Senin hayatının benim hayatıma düşen yazısı bu ...Nazan Bekiroğlu'nun okuduğum 4. Kitabı oldu. Yeni yazarla tanışmıştım oysa, kitapları su gibi gidiyor.
Önce Mücellâ mı, yoksa Nar Ağacı'nı okumalıyım diye büyük bir ikileme düşmüştüm. Sonra yorumlara baktım ve Mücellâ'yı seçtim. Nedeni ise büyük bir çoğunluk önce Nar Ağacı'nı okumuş ondan sonra Mücellâ'yı çok sevememişler.
Bende en güzelini sona saklamayı düşünüyorum.))
Ah Mücellâ, hikâyen açıkçası beni paramparça etti. Dağıldım dün. Oysa hayatın trajedi de değildi. Sade, dümdüz bir hayat. Sessiz akan bir dere gibi, akıp gidiyor işte.
"Neyyire Hanımın uslu kızı, içten içe ne acılar çektin be"
,,
Tanık olduğu onca fırtınaya rağmen kendi hikayesi sessiz sedasız, olaysız, şaşırtmacasız sona ererken Mücellâ en fazla da zamanın iki yüzlü olduğunu, koşması gereken yerde durduğunu, durması gerekirken koştuğunu anlarken günler geçmişti. Yaptıkları kadar yapamadıklarına da, yaşadıkları kadar yaşayamadıklarına da aynı tevekkülle bakmıştı.
,,
Kitabın konusu adından da anlaşıldığı gibi Mücellâ'nın hayatını anlatıyor. Önce küçük bir kız çocuğu olarak görüyoruz onu. Babasını kaybetmiş. Abisinin karısı ve annesi anlaşamadığı için onların eve terkedip, başka şehre taşınmasından sonra Mücellâ ve Annesinin tek başına olan yaşamalarını anlatıyor. Tek geçimleri babasından kalan terzilik.
İlkokulu bitirdikten sonra bitti Mücellâ'nın eğitimi. Annesi babasız bir kız çocuğunun büyütülmesinin çok zor olduğunu ve sıkı bir disiplin gerektiğini düşünen bir mantıkta. Mücellâ'nın burnunun ucu bile dışarı çıkmıyor. Hep uzaktan seyrediyor hayatı. Yalnız hiçbir şey yapamıyor. Bir yere gitmek istese hep yanında birisi olmalı. Bana ne kadarda yabancı bir hayat. Okurken benim tüylerim diken diken oldu. Düşünmek bile bu kadar zorken yaşamak kimbilir nasıl. Son sayfalara doğru ilk kez kendi isteğiyle, başkasının değil, kendi isteğiyle sinamaya gidiyor, yalnız. O anda bile sanki biri çıkıp neden yalnız çıkıyorsun diyecek diye korkuyor. Ah Mücellâ bu hâle nasıl geldin.
En büyük hayali aşk. Evlenmesi mutlu bir hayatı olması. bir gün biri gerçekten onu sevmesi. Hep bunun hayalini kuruyor. Çok bekliyor Mücellâ. Aşkı en çok hakkeden kişi bulamıyor maalesef. Annesi daha sonra yaptığı baskıdan dolayı pişman olsa da. Bir hayatı ziyan etti.
(1920-1970) yıllarında geçiyor hikayemiz. Cumhuriyetle yaşıt Mücellâ, dönemin siyasi görüşlerini de görüşüyoruz. Olan zorlu yönetimide. Çok zor günler geçiren Türkiye'nin, etkilerini görüyoruz Mücellâ'nın hayatında.
Gaz lambasından elektriğe geçişte Mücellâ'nın şaşkınlığını hâlâ hatırlıyorum.
Kitabın o nostajik havasına çok çabuk adapte oldum. Aşkların en masum ve büyük olduğu zamanlar.
Son olarak Mücellâ'nın hikâyesinin son cümleleriyle bitireyim;
Her şeyi ciddiye almaya yazgılı, yalnız ve mutsuz ama mutsuzluğunun farkında bile değil, kendi içinde bir nabız gibi atarak çoğalıp duran bir kız çocuğu ile kuruyup gitmiş yaşlı bir kız arasında yaşanması her zaman için olası bir sahneydi bu.
Tek farkla: Gerçek oldu.
(s.338)
Çok güzel bir kitap. Bence okuyun.
...