Gönderi

119 syf.
6/10 puan verdi
·
Read in 8 days
Bizler, başsız kaldığımızda yok olmaya mahkum zavallılar mıyız?
Öncelikle bir “Başkan”a böyle direkt soru sorabilmek hiç de fena görünmüyor, ne dersiniz? Bu kitabı iki başlık altında incelemek lazım bana göre: İlk olarak, roman kılığına bürünmüş bir “business” kitabı ile karşı karşıyayız. İş hayatı üzerine anlamlı değerlendirmeler içeren bu kitap; çok büyük, “kurumsal” şirketlerde işlerin nasıl yürüdüğünü içeriden bir gözle anlatıyor. Bulunduğu kasabanın neredeyse tek geçim kaynağı haline gelmiş dev boyutta bir şirketin başkanı, bir gün ansızın kayboluyor. Şirket içinde büyük kaos ve panik yaratan bu kaybolma, beraberinde soru işaretlerinin yanı sıra üstü örtülmüş bir çok olumsuzluğun da ortaya çıkmasına neden oluyor. Şaşırarak görüyoruz ki, başkanı tanıyan yok; yönetim ekibi başkanları emretmeden iş yapamayacak, son derece vasıfsız ve iradesiz bir güruh; çalışanlar ise şirketteki her türlü rezilliğin farkındalar, ancak maaşlarını aldıkları ve kontrolsüzlük sayesinde rahat çalıştıkları için o zamana değin seslerini hiç çıkarmamışlar. Başkanın kaybolması ile herkes anlıyor ki bu, şirketin satılması, kapanması ya da küçültülmesi demek; ve işte ancak o zaman seslerini yükseltmeye çalışıyorlar. Ancak hiçbir zaman başsız çalışmamış bir güruh bu, otoritenin olmadığı bir hayatta ne yapacaklarını bilemiyor ve kendi yarattıkları kaosun içinde kayboluyorlar. Güya kendilerini terk eden başkanlarını protesto ediyorlar; ancak gerçekte başkanları bugün dönse önünde yerlere kadar diz çöküp yalvarmaya razılar. Başlıktaki o naif, acıklı soru anlatıyor tüm hislerini; “Neden bizi terk ettin?” Kapitalist dünyanın en önemli sorusuna parmak basıyor yazar: Bizler birer birey miyiz, yoksa dönen çarkın önemsiz dişlileri mi? Başsız kaldığımızda yok olmaya mahkum muyuz? Hem nefret ettiğimiz, hem de onsuz olamadığımız bir otorite mutlaka gerekli mi bize? Olay akışı nedeni ile konu iş dünyasına yönelik, ancak sorular evrensel. Politik hayata da kolayca uyarlayabiliriz istersek. Hem nefret ettiğimiz, hem de onsuz olamadığımız otoriteler yüzünden mi sıkışıp kalıyoruz? Sorun otoritede değil, cesareti olmayan bizlerde mi yoksa? François Vigouroux olayları, görünüşte şirkete personelle yönetim arasındaki ilişkiyi iyileştirme görevi ile gönderilmiş, ama esasen astların yönetime itirazsız boyun eğmelerini sağlayacak bir sistem kurmakla uğraşan bir danışmanın ağzından aktarıyor. Belli ki Vigouroux’nun iş hayatındaki deneyimi yüksek; dolayısıyla -danışman örneğinde olduğu gibi- kurumsal hayatta çalışanlar için aktarılan olayların çoğu oldukça tanıdık. Ancak -ki bence incelememiz gereken ikinci başlık bu-, kitabın edebi yönü çok zayıf. Yazarın kalemi beklediğimden kuvvetli aslında; ancak hikayenin akışı o kadar sıkıcı ve tekdüze ki, bu ilgi çekici konunun hakkını veremiyor. Yazarın başkanın kaybolmasını danışmanın babasının vefatı ile bağdaştırdığı kısımlar sonuca bağlanmadan ortada kalıyor. Bir nevi “büyülü gerçekçilik” özentisi ile yapılan erotik ve fantastik göndermeler ve alt hikayeler ise böyle bir akışa hiç yakışmıyor. Dolayısıyla bence “iş hayatı”na yönelik yazılmış, ancak iş hayatını bu kadar eleştirirken hiçbir yayınevinin bu kategoriden basmayacağı bir eser var elimizde, ve yazar bunu roman kılığına sokarak okuyucu ile buluşturmak istemiş. Tek bir karakterin ağzından, diyalogsuz bir akışla da ortaya ne olduğu belirsiz bir tarz çıkmış. Yine de ilginç konunun hatırına okunabilir bence…
Bizi Neden Terk Ettin Sayın Başkan?
Bizi Neden Terk Ettin Sayın Başkan?François Vigouroux · Ayrıntı Yayınları · 200529 okunma
·
462 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.