Gönderi

119 syf.
5/10 puan verdi
·
Read in 5 hours
Altı çizilecek afilli, hakkını yemeyeyim, çok güzel cümlelerle dolu bir kitap daha okumuş olmanın hüznü içindeyim. Ne zaman böyle bir kitap okusam, kitabın üstü çizilmiş olarak kalkıyorum masadan. Ankara’da bir süre yaşamış herkesin en az bir defa girdiği Kıtır’da kurgulanıyor roman. Masaya Orhan Veli oturuyor, Cumartesi Anneleri oturuyor tüm vakurluklarıyla. Sonra Gezi Ayaklanmasının mimarları, Tekel işçileri, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, KHK’larla işlerinden atılanlar..”Van Minut’lar, “Ananı da al git” ler de gelip oturuyor. Hatta gezi parkında gazdan etkilenen köpek dostlarımız gelip oturuyor. Hüzün doldu bu masa, bir sandalye de ben çekeyim diyorsunuz. Yazarımız tüm bunları unutturulmaya çalışılan değerler, insanlar unutulmasın diye kaleme almış olabilir. Niyetine saygı duyarım. Ama edebiyat, bir şeylerin farklı söylenme ihtiyacından doğmamış mıdır? Siyasi bir içeriğin bile, slogan atmadan, basın açıklaması metnine benzemeden yazılması gerekmez mi? Mesela, imgelere ne oldu, okurun aralaması gereken perdeleri kim kaldırdı da camdan dışarı dimdirek, buz gibi bakarken bulduk biz kendimizi? Azıcık buğu da mı kalmadı, şöyle elimizle hafifçe silelim de, okur olarak biz de işin ucundan tutalım? Ülkesi, halkı acıyla sınanırken mutlu olamayan, kendine mutlu olmayı yakıştıramayan bir karakterimiz var. Yazar eğer baştan yenilmiş, bilincinin yarattığı çaresizlikten kurtulamamış, tutunamayan birini yaratmak istediyse evet yaratmış. Ama tutunamayanı önce
Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan
,sonra
Oğuz Atay
Oğuz Atay
öyle bir yarattı ki, kimsenin tutunamamayanı tutunamıyor artık. Artık biz başka bir şey mi yaratsak? Edebiyatımızı bu kıskaçtan çıkarsak, yeni insan hallerine, ihtiyaçlarına cevap versek? Olmaz mı? Gelelim kitabı yorumlayan edebiyat sayfalarının bile değinmeden geçemediği Ankara kasvetine !!! “Birçok insan için denizden yoksun kasvetli bir memur şehri olan Ankara”.. diye başlayan cümleye yaslanarak kurulan cümleleri de bi savurup atasım var. Ben Ankara’da da İstanbulda’da yıllarca yaşadım. Arkadaşlar, Ankara’nın grisi İstanbul’un grisinden daha koyu falan değil. Kasvet mi? E o ikisinde de var. İçinde Ankara geçen, Ankara’da geçen her şey kasvetli olmak zorunda değil ki. Son niyetine; ortaklaştığımız duygu ve düşüncelerin edebiyatta kendini bulmasını çok değerli. Ama bunlar bence edebiyatın içinde öyle bir erimeli ki, okurun kendi çabasıyla bulunup çıkarılabilmeli. Yazarın diğer kitaplarını merak edenlere DİPNOT: Yazarın
Telef
Telef
kitabı, Cumartesi Anneleri’ne atfen yazılmış. Şiir biçiminde, masal kalıplarıyla kaynaşan bir kitap. Yer yer bilindik kalıp cümlelerden sıyrılamasa da, Yalan Satıcısı’na göre daha iyiydi.
Her Gün Perşembe Olsa
Her Gün Perşembe Olsa
kitabı, ilk öykülerinden oluşuyor. Birkaç öyküsünü sevdim, özellikle fantastik kurguladıklarını. Ama genel olarak yüzeysel buldum açıkçası. Keyifli okumalar..
Yalan Satıcısı
Yalan SatıcısıAttila Şenkon · İletişim Yayınları · 202079 okunma
·
949 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.